Türk Çağdaş Sanatı her türlü ilgisizliğe rağmen kendi yağıyla kavrulup, büyük bir atılımı yaşama geçiriyor. Batıdaki meslektaşlarıyla kıyaslanamayacak kadar zor şartlar altında bu mesleği seçen Türk sanatçıları, Atatürk dönemindeki onca maddi manevi destekten sonra öksüz kaldılar. Bu üzücü ortama rağmen özellikle son 30 yılda, çağdaş sanatımız çok yol aldı, Batı’yla eş zamanlı işler üretmeye başladı. Sanatçılar ve galericiler kendi özverili çabalarıyla koleksiyonerler ürettiler… Bugün ise, kendisini tüm bu sistemin tepeden inme kanun koyucusu ilan eden, kimseyle hiçbir yapıcı diyaloga girmeyen bazı müzayedeciler, bu ortam için artık büyük bir tehlike oluşturuyorlar.
Birkaç hafta önce başkanı olduğum UPSD ve Doğan Paksoy’un başkanı olduğu Sanat Galericileri Derneği, İstanbul’da bir otelde yapılan müzayedenin önünde müşterek eylem yaparak, müzayedecilere kamuoyu önünde açık bir “sarı kart” çıkardılar. Bu çok önemli bir adımdı.
Konu özetle şu: Müzayedeciler, ikinci el piyasasından ellerine geçirdikleri resimleri, çoğuna çok düşük bir çıkış bedeli koyarak piyasaya veriyorlar. Resimler bu fiyatlarla kataloglara giriyor. Müzayedeciler normal satış fiyatlarının dörtte biri gibi fiyatlandırdıkları resimlerin yanı sıra, kendi spekülatif yatırım yaptıkları bazı sanatçıları da reel fiyatlarına, ya da birkaç misline satışa koyuyorlar! Çünkü ancak bu şekilde ciddi bir rant elde edebilecekler. Diğer sanatçılara da , “sürümden kazanç” sağlanacak bir koyun sürüsü muamelesi yapıyorlar.
Yıllardır sanatın bu tüccarlarından hep tek bir önemli dileğimiz oldu ve bu bildiride bunu tekrarladık: Lütfen sürümden kazanmak için, kendi geleceğinizi karartmayın. Elinize bir eser geçtikten sonra, o eser sahibinin galericisine ve kendisine ne fiyat koymanız gerektiğini sorun. O anda vefat etmiş ve galericisi olmayan bir sanatçıysa gerçekçi araştırmanızı yapın. O sanatçının, fiyatı 10’sa 7’den satışa koyulması müzayedeyi çekici kılmak için normal bir “ortayol” yöntem olabilir. Ama bunun yerine, gerçek değerin %20’si ile satış başlatıldığı zaman, bu gaf, hem sanatçıları hem galericileri onursuz ve neredeyse dolandırıcı (!) bir konuma taşımış oluyor, değerlerini yeni oturtmaya çalışan bir piyasaya da sorumsuzca çok büyük zararlar veriyor, dinamitleyerek güvensizliğe itiyor...
O anda yıllardır piyasada var olan bir imzanın beşte birine satıldığını gören bazı koleksiyonerler, kendi geleceklerinin bile yok edildiğini göremeden, “iyi iş” yaptıklarına inanarak işleri alıyorlar ve hemen o güne kadar bu yapıtları gerçek fiyatından satanları suçlamaya başlıyorlar. Vefat veya iflas eden bir iş adamından gelen işleri “kaç para verirseniz verin” diye müzayedeciye veren bilinçsizlerde, bu “sürümden kazanılan” akbaba ortamının mağduru oluyorlar. Genç bir sanatçı çıkışını ancak önemli galerilerde yapabilecekken, yaratılan güvensizlik piyasasında galeriler çalışamaz hale geliyorlar.
Müzayedecilerin, bunlara verdikleri ilk yanıt, bu yapıtların bir kısmının zaten galericiler ve sanatçıların tarafından kendilerine teslim edildiği savı. Aslında bu bir yanıt değil çünkü konumuz dışı. Biz burada kendi arasında “alan-satan memnun” şeklinde yapılanlardan söz etmiyoruz ki! Verilen ikinci yanıt, “Efendim, bir yapıt alıcısı varsa zaten gerçek değerine çıkar, ayrıca serbest piyasa kanunları böyle işler, bu Batı’da da böyledir.” Birincisi, o yapıt hangi fiyata satılırsa satılsın, kataloglarda o düşük satış fiyatı kalıyor ve ortalarda, her yerde bunlar geziniyor. Dolayısıyla müzayede dışında, etrafta binlerce kişi o yapıtları, tamamen “uydurulmuş” fiyatlarıyla görmüş oluyorlar. İkincisi, bu, Türkiye’nin yarattığı ve vahşi kapitalizmin sanata el atması olan sözde “serbest piyasa” ortamının, Batı’yla kıyaslanabilir tek bir noktası yoktur! Hiçbir modern ve çağdaş Devlet Müzesi olmayan ve en “yaşlı” müzenin 4 yaşında olduğu bir Türkiye’yi, neredeyse asırlardır birbiriyle ilişkide binlerce müze, yüz binlerce koleksiyoneri olan, gazeteleri her gün sanata iki tam sayfa ayıran ve her yenilikçiliğin anında değer karşılığının verilmesi için sürekli bir çaba harcanan, milyarlarca dolarlık Kültür Bakanlığı bütçeleri kullanılan Batılı sistemlerle kıyaslanmaya kalkışılması gülünçtür. Olsa olsa 1899’da Moda da “Black Stockings” Futbol Kulübü’nün şartlarıyla, UEFA-FIFA kurallarıyla dev stadlarda işleyen günümüzün endüstriyel futbol mekanizmasını kıyaslamaya benzer!
Ayrıca, Batıda “Commissaires Priseurs” ler ve “Auction House”lar, her biri hukuk diploması sahibi devlet denetiminde bu işi yapan, her sanat yapıtı için en önemli tarihçi-eksperlerin gözetimi altında çalışan, son derece profesyonel kuruluşlardır. Bırakın müzayedeci olmayı, her tabela asan galerici de olamaz. Hisse senedi piyasasından bıkıp “biraz da resim satalım” diye her kafasına esen bu işe balıklama atlayıp onca insan ve kuruma çamur sıçratamaz .
Denkleri olan önemli Batılı yaşayan meslektaşlarının %1 fiyatında olan Türk sanatçılarını bu affedilmez spekülatif oyunlarla binde 1’e çekmeye çalışanlar, tavırları sürerse, bu ülkenin tüm sanatsal geleceğine ve prestijine ihanet etmis olacaklar. Onlara önerilen formül, tek yapıcı uzlaşma yoludur...