Bakın, ben size durumun özetini anlatayım: Yaşadığınız birbirine geçmiş yüzlerce sorunla döşeli çıkmaz sokağın tekinde, çözümler bohçasına Gordion düğümünün atıldığı ve başına da nereden saldıracağı belirsiz canavarların yerleştirildiği bir ortamda, kendi yaşamınıza bir anlam ve yön vermeye çalışıyorsunuz. Hedefleriniz var, pişmanlıklarınız, isyanlarınız var, kendiniz ve tüm yaşam kozanızı sorguluyor, her şeyden, patronunuzdan, bırakın iktidarı muhalefet partilerinden, hatta belki arkadaşlarınızdan, sevgilinizden, ailenizden şüphe ediyorsunuz! Suçun bir kısmını üstünüze alsanız da içinizden, aslan payını tarif ettiğimiz bu ortama yıkıyorsunuz… Haksız da sayılmazsınız!

Kaçınılmaz şekilde üzerinde yaşadığınız toprakların geçmişini sorgulayarak bu birikimin, ortasında debelendiğinizi hissettiğiniz sarmalın dibinde, size “Bu kadar da olmaz artık yahu!” dedirten her şeyin birincil veya dolaylı sorumlularını arıyorsunuz.

Neden söz ettiğimi istediğiniz an somutlaştırabilirsiniz. Zaten bu dergiyi okuduğunuza göre, akıllı birisiniz, bunu büyük ihtimalle çoktan yapmışsınızdır.

“AMA”LARIN OLUŞTURDUĞU ALGI ENGELLERİ

İster Kızılay, ister Cihangir, ister Eskişehir, ister Üsküdar veya Maltepe’de oturun, bu fasit dairenin içinde çırpınan bir balık gibisiniz. CHP’den farklı sebeplerle hoşnut değilsiniz; neredeyse siyasi bilinciniz ve bağımsız yetişkin kimliğiniz oluştuğundan beri, bugünkü iktidarın hak etmediğinize inandığınız yaşamı size dayattığını kabullenemiyorsunuz. Kapitalizmin nimetlerini, özel afili telefonlarını, bilgisayarlarını, marka spor ayakkabılarını, güzel dokulu kazaklarını kullanıyorsunuz. Belki sosyalizme hala inanmak istiyorsunuz, ama onun adına hareket ettiğini söyleyenlerin de Beyoğlu, Beşiktaş veya Kızılay’da üstü iddialı sloganlarla kaplı el ilanları dağıttığını izliyorsunuz. Bu metinleri bazen okuyorsunuz, ama ancak masal gibi! Bunların sizin veya ülkenin tıkanıklıklarını çözebileceğine olan inancınız kocaman bir sıfır ya da bir ütopya! Atatürk’ün bu ülkeye neler kazandırdığını biliyorsunuz, hatta o akıl almaz başarılarına için için hayransınız, her şey aklınıza yatıyor… Ama, belleğiniz belki o bölgede de birçok “ama” ile kaplı… “Ama”lar, çok kritik ve sivri virajlardır. Bir tarafı uçurum, bir tarafı yangın, yolun sonu fırtınalı bir deniz belki… Onları alt etmeyi bilemezseniz önünüze bir hedef koyarak ilerlemenizi engelleyip sizi kuşatırlar, amaçsız bir yaşayan ölü haline getirebilirler!

Kendinizi bildiniz bileli, dört koldan sizi Atatürk hakkında bir sürü iddia ve beyin yıkama operasyonu ile kuşattılar, saldırdılar. Bunu en sağdan gelerek de yaptılar, sözde en soldan gelerek de! Sonunda neye inanacağınızı bilemediğiniz iç hesaplaşmalara tosladınız! Aslında annenizin veya dedenizin anlattığı Cumhuriyet tarihi yorumlarına aklınız yatmaya hazır. Ama, bütün o “ama”ları makineli tüfek gibi ateşleyen bilgiç tipolojiler o kadar inandırıcı ve o kadar her şeyi yalayıp yutmuş bir profil yansıtıyorlar ki, sonunda feleğinizi şaşırıyorsunuz! Öyle bir role bürünüyorlar ki, sanki sessizliklerinde tonlarca bilgelik, her kelimenin altında terabaytlarca alan kaplayan içerik var! Tabii bir de sol jargonun keskin güce sahip ısırgan kelime haznesi ve her biri peygambervari ağırlığa sahip referans isimler listesi… Engels’ten girerler, Proudhon, Bakunin ve anarşiden çıkarlar! Arada Kautsky’i meze ederler ortalığa! Öyle bir ortamda bulursunuz ki kendinizi, oracıkta Atatürk’ü savunmaya ya da fikirlerini inançla yaymaya kalksanız size ya sert bakışlarla delik deşik ederler ya da bıyık altından acı acı gülerler… Hele şapşalca Atatürkçülüğü Kenan Evren’le özdeşleştirip, “Kenanizm” üzerinden eleştiren tayfaya ne dersiniz? Bu kadar dar görüş ve kötü niyet yanıt hak etmiyor…

BU FİKİRLERİN NERESİ DEMODE?

Umarım sizin için geç olmaz. Aslında o kadar çok genç var ki yukarıda tarif ettiğimiz çözümsüzlükleri, tereddütleri, boşlukları yaşayan… Bir çıkış yolunu teorik olarak bile bulamayan, neye inanacağını şaşıran, kendini okyanusta kaybolmuş balıkçı teknesi gibi hisseden…

ÇÖZÜMLEME işte bu nedenlerle önem kazanıyor. Çıkış zamanlaması da aslında dönemimiz açısından tam yerine oturuyor. Ben kimim? Nerede duruyorum? Kimlerle ittifak veya uzlaşmaz ayrılıklar içindeyim? Hangi ideolojiye veya felsefeye yakınım? Gecelerimi kuşatan o maraton tartışma programlarında oynanan kirli oyunların ve alet edilmeye çalışıldığım taktik tuzakların ne kadar farkındayım? Bu bilgi(sizlik), bu içten pazarlıklı yorumlarla açık veya çoğu zaman üstü kapalı bir bombardımana uğratılan Mustafa Kemal Atatürk, işin gerçeğinde kim?

Bakın, önce son lafımı uzatmadan ortaya koymak istiyorum: Tarihte beynini en iyi kullanan insanın sizin topraklarınızdan çıkabileceğine, büyük ihtimalle inanmadınız. Belki Milli Piyango’nun büyük ikramiyesini kendisine bir türlü yakıştıramayıp sonuca inanamayan küçük bir köy halkınınki gibiydi bu tavır… Ülkenin “okumuş” kesiminin önemli bir fraksiyonu, belki Atatürkçülüğün bir “izm” olmadığına, olamayacağına inandırılmışlardı. Halbuki Atatürkçülük belki tam tersine “izm”lerin en komple olanı ve kimileri şaşırsa da en başarılısı. Kemalizm’in yüksek bir yoğunlukta askeri ve siyasi tarihi, kendine ait devrimci alanı, önerdiği bir yaşam tarzı ve karma ekonomiye dayanan somut bir sosyo-ekonomik duruşu var!

Kemalizm’in, kimilerinin onu anlamasını zorlaştıran kilit noktası şu: Her şey o kadar sade ve bizlere göre “zaten olması gerektiği gibi” ki, bunun eşsiz ve dahiyane bir zekanın, mükemmelliğe yaklaşan siyasi bir felsefenin sonucu olduğunu görmek herkes için kolay olmuyor! Özetle, Kemalizm’in temel değerlerini ele alarak, aradan 100 yıl geçtikten sonra nelerin demode sayılabileceğine bir göz atalım: Ödünsüz laikliğe geçiş yapmak ve egemenliği göklerden alıp yerde kayıtsız şartsız millete vermek mi demode? İstikbal göklerdedir demek mi? Bilim ve teknolojiye verdiği önem mi demode? “Yurtta sulh, cihanda sulh” cümlesi mi demode? Kadınlara hukuk karşısında tanınan eşitlik ve seçme seçilme hakkı mı? “Sanatsız kalan bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir” diyebilmek mi demode? Tiyatroya, sinemaya, operaya, güzel sanatlara verdiği önem mi? Dil-din-mezhep ayrımı yapmayan bir toplum olmak mı demode? “Köylü milletin efendisidir” demek mi? Ülkenin geleceğini kimseye güvenmeyerek yalnız gençlere emanet etmesi mi demode? Söyleyin, Gençliğe Hitabe mi yoksa Bursa Nutku mu! Bir dakika! Durun! Üstelik bu deha, dansı da, folkloru da, sinemayı da, kadınları da, doğayı da, hayvanları da, kitapları da seven ve bunların her birinden çok iyi anlayan, gusto sahibi çok özel bir kişilik!

KİMLER, HANGİ MANTIKSIZLIKLARLA ATATÜRK’Ü HEDEF GÖSTERDİLER?

Kalktılar, bir kültür devrimi üzerine kurulu, demokratik bir Cumhuriyet inşa eden bu insana “faşist” diyebildiler! Kalktılar, dört bir yanında çevresinde Hitlerler, Stalinler, Mussoliniler, Frankolar, farklı din ve ideolojiler üzerinden kendi halklarını ve dünyayı her anlamda mahvederken, toplumu koyun sürüsü yerine koyarken, TAM TERSİNE, karşımızda, her kararını meclise sunarak onaylatan, demokratik eğilimleri siyasi yaşamımıza sokmaya çalışan, kendi partisine rakip bir parti oluşması için büyük enerji harcayan, “serbest münakaşa, benim gençliğimden beri aşık ve taraftar olduğum bir sistemdir” diyen büyük bir kalbe ve özgüvene sahip bir lider var. Karşısında yer alanların ise mantık ve vicdanları şu durumda… Efendim, Türkiye’de kadınlara özgürlük tepeden inme verilmiş, o yüzden değerini bilmiyorlarmış. Bu devrimi yapanlar halka iyilik etmemiş. Yani bu mantığı geliştirirsek, kadınlar savaşarak, kayıplar vererek, ölerek, bedel ödeyerek, hırpalanarak seçme ve seçilme haklarına kavuşsalardı, çok daha iyi olurdu. Buna yanıt vermeyi gereksiz görüyorum. Bu mantıkla, yarın bir hükümet kalkıp işçilere çok önemli haklar verecek olursa, hemen karşı çıkıp “Doğrusu, işçilerin bedel ödeyerek, coplanarak, yaralanarak, öldürülerek ancak bu haklara kavuşması” demeleri gerekiyor. Ya da kan, parçalanma, savaş, ihanet ve emperyalist planların ortasında, kurulan genç cumhuriyete karşı en acımasız silahlı isyanları yapan, adına ne derseniz deyin grupları/çeteleri bastırdı diye Atatürk’ü size şikayet edenlere ne dersiniz? Bugün tüm nimetlerini yedikleri bu Cumhuriyet nasıl kurulacaktı o ortamda?

Gencecik beyinlere, son 30 yıl boyunca “Elbette Atatürk de eleştirilecek, dokunulmazlığı yoktur” şeklinde gelişen “kullanışlı” su bulandırma bahaneleri sunularak, neredeyse her gün Atatürk’e saldırıldı. Şu anda 45 yaş ve altındaysanız ömrünüz boyunca bu anti propaganda ile büyüdünüz. Ve lütfen şunu unutmayın, bu yıkım çabasını yalnız şeriatçılar değil, kimi sosyalistler, liberaller ve genel anlamda “Efendim, Atatürk’ü aşmak lazım”cılar, aralık vermeden, müthiş bir çalışkanlıkla üstlendiler. Ne yazık ki sizin kuşağın içinden çok önemli sayıda genç, bunun bedelini en ağır şekilde ödedi.

Konu yalnız dayanaksız, mantıksız ve hayalci yorumlar yapmakla sınırlı kalmadı. Aynı zamanda gerçeğe dönüştürülmüş dedikodular, yalanlar, bilgiç iddialar ile her sıkıştıklarında sundukları uydurma veriler, çekinmeden kullandıkları yöntemler arasına girdi. “Atatürk de eleştirilecek tabii ki” adı altında büyük önder en az otuz yıldır her gün yıpratılma çabasında….

Mustafa Kemal Atatürk, öyle bir devrim yapmış ve öyle sağlam bir Cumhuriyet kurmuş ki, tüm bu çelmelere, sabotajlara ve psikolojik savaş yöntemlerine rağmen kırk yıldır ne kadar uğraşsalar da yıpratmayı başaramadılar.

ARTIK ÇÖZÜMLEME ZAMANI

ÇÖZÜMLEME’yi çıkaran sevgili Utku Erışık, benim neredeyse çeyrek asırlık dostum. Atatürk’ün gurur duyacağı gençlerden biri olarak tanıdım kendisini. Türkiye için bundan böyle ana konu, yapılan gaflar, ihanetler ve yapay formüllerle zaman kaybetmek yerine, şu andan itibaren “neyi nasıl yapıyoruz”un analizidir. Bunun da yöntemlerinden biri, kim olduğumuzu, nerelerden geldiğimizi hatırlamaktır. Kimin evlatları olduğumuzun farkına varırsak, önümüze konan engelleri aşamamak için hiçbir sebep yok! Bunun için de 20. yüzyılı detaylıca analiz ederek ve 21. yüzyılı tıkayan düşünce cerahatlerinin oluşum süreçlerini iyice anlayarak yola devam etmemiz lazım.

Bu yöntemlerle, artık her birimiz sorunun değil, ÇÖZÜMLEME’nin bir parçası olmayı öğreneceğiz. ​

 

https://www.tiyatrobirileri.com/cozumleme-dergisi/cozumleme-mayis-haziran-2020-sayi-001/

Yazı Tarihi: 01.05.2020
Paylaş
Benzer Yazılar