İki hafta önceki “Paris’te Skandal: Atatürk’e Resmi Ayıp” yazıma, Görgün Taner, Dr. Nazan Ölçer ve Prof. Dr. Edhem Eldem’in imzalı bir yazısı geldi. Bana yanıt vermekte tereddüt etmişler de, Cumhuriyet okuruna saygıdan yollamışlar ve yazımda “her düşünceye açık” yaklaşımı bulamamışlar!... Bu kişisel sataşmalara girmeyeceğim: Anlaşılan değerli imza sahipleri, durumdan duydukları rahatsızlığı bana fatura etmeye kalkmışlar! Yanıttan içerikle ilgili bölümler ise şunlar:

          “... bahse konu olan sergi, sadece ve sadece İstanbul’u; onun uzun geçmişini bir sergi mekanının belirli sınırlarına uygulayarak anlatmayı hedeflemiştir. Her biri pek çok ayrı proje konusu olabilecek evreler sadece kentin gelişme ve geçirdiği değişimler çerçevesinde ele alınmıştır. Bilinmektedir ki, Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesi ve işgale uğraması, İstanbul’a ciddi bir darbe olmuş, Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte Ankara’nın başkent olması da kenti aynı yönde etkilemiştir.Kurtuluş savaşı sonrası kurulan Cumhuriyet yönetimi, ulusal projenin simgesi olarak gördüğü Ankara’yı  geliştirmek için var gücüyle çalışırken, pek çok kaynak yeni başkent ve ihmale uğramış Anadolu’nun imarına yönelmiştir. Bu ise; saltanat ve kozmopolitlikle pek çok açıdan özdeşleştirilen İstanbul’u elbette ikinci planda bırakmıştır. 1929 yılından itibaren bütün dünyayı, bu arada Türkiye’yi de sarsan büyük ekonomik kriz ve onu izleyen 2. Dünya savaşı dönemi de İstanbul’un kalkınmasını geciktirmiştir. 1914’te 900.000 civarında bulunan şehrin nüfusunun, 1927’de 700.000’e gerilemiş olduğunu, eski seviyesine ancak 1950’lerde ulaştığını bize resmi kayıtlar söylemektedir..... 1950’lerden itibaren ise, bu eğilimin tersine döndüğünü; kırsal alandan İstanbul’a giderek artan bir göç yaşandığını ve nüfusun hızlı bir şekilde arttığını görmekteyiz. Bunun neticesinde de kentin çevresinde gecekondulaşma artmış, şehir kontrolsüz nüfus artışı ile sağlıksız ve plansız bir büyüme evresine girmiş, adeta bir üçüncü dünya metropolü olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır........
1990’lardan itibaren ise şehrin kendi gelirlerine hakim olmaya başladığı, küreselleşmeden nemalanmasıyla birlikte daha kontrollü bir büyüme ve konsolidasyon dönemine girdiği ve imar ve toplu konut planlamalarına pek çok kaynak ayrıldığı görülmektedir..... Bunların bir kentin kuruluşu, gelişmesi, tarihi, barındırdığı uygarlıklar ve dönüşmesinin konu olduğu bir sunuş yazısında konu edilmesinde de ne utanılacak ne de eleştirilecek bir husus olmaması gerekir. Kabaca özetlediğimiz bu kurgu yokmuş gibi davranmak, sözü edilen bir imparatorluktan ulus devlete, çok uluslu bir gelenekten tek ulusluluk kültürüne geçişin elbette sancılı bir süreç olduğunu, bir kent üzerinde de etkili olacağını görmemek, tarihi gerçekleri göz ardı etmektir. Öte taraftan , “Bizans’tan İstanbul’a” sergisinin kataloğunda konularının uzmanı olan pek çok değerli bilim insanının İstanbul kentini çeşitli açılardan ele alan makaleleri yer almıştır. Her bölümün başında ise, imzaya gerek duyulmayan kısa bir giriş yazısı  yer almaktadır. Biz bu eşsiz kenti tüm tarihi zenginliği, geçmişi, dünü ve bugünü ile bu sergiye dürüstçe taşımaya gayret ederken, görevimizi layıkıyla yapmanın huzurunu yaşıyoruz

Gerçekten insan ne diyebilir ki bu yanıta? Bu kadar yaptıklarından gururlu iseler, içleri zaten rahat etsin; çünkü bu Parlamento yapısından, yazım üzerine Sn. Necla Arat’ın ve Sn. Çetin Soysal’ın verdiği gensoru ile ilgili başları pek ağrımaz. Çünkü AKP’nin “Atatürk dönemi bu sergide az ve yanlış yer almış, getirileri yok sayılmış, çarpıtılmış”diye bir kaygısı olamaz! Sergiyi hazırlayan ekip, “günümüzün siyasi rüzgarını” o kadar iliklerine kadar yemiş ki, yaptığı tarihi gafın farkında bile değil. Sadece şu sorularla yetineyim: 20 yıl ya da hatta 10 yıl önce, böyle bir katalogda Ata’ya böyle bir saygısızlık yapılabilir miydi? Atatürk bu sergiyi görse ve o cümleleri okusa, bu ekipten gurur duyar mıydı? Bana gönderilen yanıttan, o imzasız  aşağılama yazısını kimin yazdığını öğrenemedik, böyle “bir” yazar var mı, yoksa bu yanıtı yollayanlar o yazıya da imza atabilirler mi? Madem Cumhuriyet dönemini bu kadar pas geçecektiniz, neden sergiyi Osmanlı sonunda bitirmediniz? Cumhuriyet dönemi hakkında o imzasız ve seviyesiz yazının adından, neden imzalı içerikli başka yazılar gelmiyor? Cumhuriyet İstanbulu’nun sizi ilgilendiren tek yanı, 1927 demografisi mi? Ve söylediklerinize gerçekten inanıp ikna oldunuz mu? Türk halkının vicdanı, o dönemi o şekilde mi geçiştirirdi?

Emin olun, ben en çok kendi ülkemin en değerli sanat insanlarını bile bu duruma düşüren “ağır hava”ya isyan ediyorum...

Yazı Tarihi: 05.01.2010
Paylaş
Benzer Yazılar
27 Eylül 2022
Görüntülenme:

24 Ağustos 2022
Görüntülenme:

11 Kasım 2014
Görüntülenme: