Geçen hafta Türkiye’nin en tanınmış gazetecileri FOX TV’de Kemal Kılıçdaroğlu ile söyleşi yaptılar. Belki izlediniz, belki izlemediniz. O akşam, en değerli duayen gazetecilerimizdenUğur Dündar, Kılıçdaroğlu’na Parti’nin yenilenme açılımıiçerisinde, geçen hafta yazdığım makalemdeki noktaları gündeme taşıyarak, iki yıl önce hazırlayıp gündeme getirdiğimiz Demokratik Dijital Devrim Tüzüğü konusunda düşüncesini sordu. Kılıçdaroğlu ne yazık ki o soruya kaçamak cevap verdi “Tüzük öyle hızlı değişmez ki, Kurultay’da kabul edilmesi lazım…” mealinde durumu savuşturdu. Koskoca 6’lı Masa planını veya daha önceki seçimlerde Cumhurbaşkanı adayını istediği gibi Kurultay’a, MYK’ya, Parti’ye, kısacası her yere her istediğini kabul ettiren Genel Başkan, o andaParti’nin demokratikleşmesi ve kapılarını halka açması konusunda atılacak bir adım için Kurultay’da liderlik yapmayacağını, öncü olmayacağını ve aslında konunun pek kendisini ilgilendirmediğini itiraf etmiş oluyor. Neden mi bunu söylüyorum? Çünkü zaten iki yıl önce bir büyük devrimle Parti’nin ciğerlerine nefes dolmasını sağlayacak olan bu hamleyi kendisine Genel Merkez’de sunduğumda da,Kılıçdaroğlu aynı nazik ama konuya pek de ilgi göstermeyenbir ifade ve vücut dili ile beni dinlemişti. Normalde bir Genel Başkan’dan benim bekleyeceğim, farklı ve tecrübeli Partililerin de katkılarıyla özenle hazırlanmış bir çalışmayı en azından kurullarında ele alıp, artısını veya eksisinideğerlendirip, hele bu ilerlemiş olgun yaşında, tam da böyle bir çalışmayla Parti’nin toplumda en çok eleştirilen noktasının nihayet bir açılıma gireceğini görerek mutlu olmaktır. Ama Sayın Kılıçdaroğlu, geçen hafta o topu taca atıp yoluna bilindik cümleleriyle devam etti. Çünkü Parti’nin kapılarını ve insan seçme metodolojisini değişime açacak istek ya da şevk, Kılıçdaroğlu’nda maalesef yok. İşin özü bu kadar net. Amerikalıların çok sevdiğim sözü vardır: “If there’s a will, there’s a way.” Yani “Sorunu çözmek için gerçekten bir arzu varsa, illaki bir yolu bulunur!”
Bir yol bulunamamasın nedeni ise gayet açık. Kılıçdaroğlu’nun, mevcut pozisyonu üzerinden CHP’ye karşı yaklaşımı, otoriter bir babanın kendi hanesindeeşine, çocuklarına ya da torunlarına gösterdiği tahakkümünden farksız. Kılıçdaroğlu Parti’yi kendi evini yönetir gibi idare etmeyi sürdürmek istiyor. “Aile reisi ben olduğuma göre kimin ne iş yapacağını, ne okuyacağını,nerede çalışacağını, hatta torunların nerede okula gideceğini veya ne renk giyeceklerine de ben karar veririm”diyor. Abarttığımı mı zannediyorsunuz?
Kılıçdaroğlu bütün teşkilatı kendisine bağladı. Yani il ve ilçe başkanlarını kendisi seçiyor. Milletvekili adaylarını da zaten kendisi belirliyor. Büyük ihtimalle belediye başkanlarının hepsini veya çoğunu kendisi atar gibi aday yapmak isteyecek. Zaten Parti Meclisini ve MYK’yı da, CHP’nin politikalarını neredeyse tamamen kendisi belirliyor, grupta kendisi konuşuyor ve artık milletvekili olmamasına rağmen bunu sürdüreceğini yeniden açıkladı. Yani iplerin tamamını kendi elinde tutmaya devam ediyor, net arzusu bu!
PARTİ İÇİ DEMOKRASİDEN ISRARLA SÖZ EDEN BİZLER İSE NE İSTİYORUZ?
Yeryüzündeki insanların objektif olarak artıları ve eksilerini, yüksek meziyet ya da noksan taraflarını keskin bir berraklıklagörebilecek tek bir güç varsa, o da ancak Tanrısal güç olabilir. Bu “röntgen vasfı” biz insanlarda olamadığına göre, bir pozisyona getirilecek ismin sahada ne kadar fonksiyonel olduğunu bilemeden, onu kilometrelerce ötedeki Parti merkezinin 12. katından tayin etmek ne kadar akılcı? İçinde birebir çalışmadığınız bir bölgede, hangi doğru insanların milletvekili veya belediye başkanı veya il başkanı veya ilçe başkanı olacağını, sahaya uzaktan bakan “tek insan” bilemez,bu saptama hakkını kendisine saklayamaz. Bu hak, her yörede oturan o partinin bölgesel üyelerine aittir. Derdimiz bu noktada adaletin sağlanması, gücün ve söz söyleme hakkının, etkin ve demokratik olarak tüm üyelere yayılmasıdır. Daha önce Deniz Baykal’ın, bugün de Kemal Kılıçdaroğlu’nunellerinde tutmak ve hiç bırakmak istemediklerini bu güç, tamamen şahsi faydayı korumaya yöneliktir vekitleye/partiye/davaya hiçbir hayrı olmadığı gibi büyük zararlar getiren anlamsız güçtür. Akıl almaz şekilde Parti’deki her sıfatı, her pozisyonu üstlenecek öznelerin kim olacağına tek başına karar vermek ve bu mekanizmayı sürekli elinde tutmak, bir “tek adam” refleksi değildir de nedir?
Geçen hafta detaylı olarak izah etmiştim: bu sıfatları dağıtma gücünü elinde tutan bir insanın, dağıttığı sıfatlar karşılığında alacağı destek imzalarının “Genel Başkanlık yolunda” hiçbir ağırlığı yoktur. Böyle bir işe girişmek bile hiçbir demokrat lidere tabii ki yakışmaz…
Adaylara verilen destek imzasına gelince… 2003’e kadar bu imzanın hiçbir şekilde “oy” ağırlığı yoktu. O sene Deniz Baykal’ın CHP Kurultayı’na yaptığı görülmemiş tüzük darbesi ile sadece o anda fiili olarak başkanlık yarışına müdahil edilmedi; genel başkanlık yarışı resmen illegal hale getirildi. Çünkü CHP tüzüğüne göre “Genel Başkan, gizli oy-açık tasnifle seçilir.” Halbuki o yüz kızartıcı olayların yaşandığı Kurultay gününden itibaren, kullanılan destek imzaları artık yalnız tek adaya verilebildiği için, o saatten sonra anlam olarak “isimli-imzalı” birer oya dönüştü.
Aynı televizyon programında gazeteciler -galiba İsmail Saymaz- Kılıçdaroğlu’na “Genel Başkanlığa tekrar aday olacak mısınız?” diye sordu. Kemal Bey’in yanıtı şu oldu: “Ben hiçbir zaman CHP Genel başkanlığına aday olmam-olmadım, beni aday gösterdiler-gösterirler.” İşte maalesef bu cümlenin etik ve gerçekçi bir duruşu yoktur. Çünkü sıfatları dağıtma hakkını, delegasyonları doğrudan etkileme, kontrol etme, belirleme hakkını elinde tutan bir insanın,bu cümleyi sarf etmesinde hakkaniyetli bir anlam olmadığı gibi, kendisi demokratik-bağımsız iradeyle seçilebilmişliğin gururu ve hazzını da taşıyamaz. Çünkü Parti’nin zirvesinde duran insan, kimin kendisini destekleyip desteklemediğini denetlemekle kalmamakta,bu denetim neticesinde “titr bahşetme iradesiyle” yerini ve gücünü beslemektedir. Bu kabul edilemez bir demokratik iflastır. Hiçbir sosyal demokrat parti, kendini bu duruma düşüremez. 2003’te yaşadığımız o üzücü Kurultay’dan önce, delegeler Genel Başkan aday adaylarına yine imza desteği verirlerdi. Yurtiçi delegelerin yani 1.250 civarındaki delegenin yüzde beşinin ıslak imzasını alanlar aday adaylığından,adaylığa terfi etmiş olurlardı. O tarihten beri CHP’ye yakışmayan bu ucube sistemin değişmesi için, elimden gelen her şeyi yaptım, yapmaya devam ediyorum. Hiçbir şey beni bu yoldan alıkoyamayacak. Çünkü bu halk, bunu hak ediyor.
TÜZÜK DEĞİŞMEZSE, KURULTAY’DA YALNIZ VİTRİN DEĞİŞİR!
Bu kararlılığımın nedeni gayet basit: Bu kabul edilemez uygulamalar var oldukça CHP hiçbir zaman kapılarını tam olarak halka açamayacak, doğru ve liyakatli adayları seçemeyecek ve Türkiye’deki siyasi karanlıklara bir merhem oluşturamayacak. Kesinlikle büyüyemeyecek! AKP’nin üye sayısına ulaşmak bir yana, bunu aklına bile getiremeyecek!Bütün seçimlerde büyük halk kitlelerini ikna edemeden ve örgütünü harekete geçiremeden toplumda güdük kalacak;gerilemezse bile, en fazla aynı oyu alacaktır!
Kemal Bey kendi iddiasına göre delegelerin “tabii olarak”kendisine destek vermesini bekleyecek. Geçen gün, aday olacağını açıklayan Özgür Özel ve kendisini CHP’nin şu andan itibaren doğal lideri olarak hisseden Ekrem İmamoğluşimdi kendilerini bu parti içi cadı kazanında bulacaklar. Medyanın çok seveceği gürültülü bir ortam bu; ama ben olgunluk içinde geçeceğini temenni ediyorum.
Fakat gelelim esas söylemek istediğim şeye: Bu ucube tüzük yapısı değişmedikçe liderin isminin değişmesi hiçbir şey fark ettirmeyecek. Hatırlatırım ki, 2010’da Deniz Baykal’ın ardından Kılıçdaroğlu’nun koltuğu devralmasıyla hepimiz büyük bir iç demokrasi rüzgarının hızla partiye egemen olup,herkese nefes aldıracağı yanılsamasına kapılmıştık. Halbuki neredeyse tam tersi oldu! Şimdi de şu aşamada hadi diyelim ki, bir mucize ile Kılıçdaroğlu’nun görevini bırakması ve enerjileri, güler yüzleri, mücadeleci ruhları ve güven vericises tonları ile çok sevdiğim bu iki değerli arkadaşımdan birinin göreve gelmesi halinde -evet ilk aşamada şayet başarılı olabilirlerse- bu “CHP üst yapısını da yeniledi”dedirtebilir. Ancak Demokratik Dijital Devrim Tüzüğü’ne geçiş yapmadan ve bununla ilgili partiler yasası üzerinde gereken paralel düzenlemelere girişmeden, son iki haftadır köşemde sözünü ettiğim her “sakıncalı konu” varlığını aynen sürdürecek. Liderin adı değişse bile…
Özel ve İmamoğlu’nun da hedeflerinin Kılıçdaroğlu’nun koltuğuna oturmak değil, her sıfat sahibini Parti’de kendi başına belirlemeye kalkışmadan, gücü tüm örgütle paylaşan, tüm üyeleri kucaklayan büyük bir demokratikliderlik profili oluşturmaları lazım.