Suriye konusunda, herkes gibi sizin de kafanızın karışık olduğunu biliyorum.
Suriye krizi ya da “devrimi” konusunda insanların net bir düşünce geliştirmesi neredeyse imkansız… Çünkü anlatılanlar yalnız karışık değil çelişki dolu.
Konunun güncel kesitlerini derinden incelemek yerine genel coğrafyanın genel gerçeklerini hatırlayalım… Emin olun bu satırlar, günde 24 saat dinlediğiniz karmakarışık “çözümlemeler”den daha açıklayıcı gelebilir size…
Bir Orta Doğu gerçeğiyle bu makaleye başlayabiliriz. Dünyanın hiçbir yerinde Orta Doğu kadar güneşin belirsiz ufuklarda doğup yine belirsiz yarınlara doğru battığı ve şatafatlı hayatlar süren emperyal ailelerin, her an elinde biraz kalıntı servet bulunan “ünlü göçmen ailelere” dönüşebileceği başka bir diyar bulamazsınız.
- Orta Doğu’da genellikle diktatörler rejime tek başlarına hakim olurlar ve onlar da yoğun şekilde, milyarlarca dolarlık bir para birikimi ile kendi küplerini doldururlar. Sonra da bütün medyaları ilgilendiren diğer soru gündeme gelir: “Bu para, ülke halkına döndürülebilecek mi?”
-Öncelikle şunu bilelim ki, Amerika hiçbir zaman terk etmeye niyetli olmadığı Orta Doğu’da kendi ürettiği kurallara göre satranç oynayabilir ve her an rüzgâra göre dönebilir.
-Orta Doğu’da Amerika’nın İsrail’le olan açık paktı dışında kalıcı anlaşma-dostluk-koalisyon yoktur.
-Yobazlık, cehalet, eğitimin çöküşü, hepsi Orta Doğu karanlığından kalıcı şekilde sorumludur. Aktörlerin yani lider ve diktatörlerin ismi değişir, ülke isimleri değişir ama bu kader değişmez.
Orta Doğu’daki etnik grupların hepsi böl-parçala-yönet politikasının kolay bir hedefi, kobayı ve nihayetinde kurbanı olmaya mahkumdur.
-Çapraz çıkar savaşları ile Orta Doğu bir arapsaçına dönmüştür. 20 yılda bir değişebilen sınırlar, diktatörler, ortaklıklar veya sömürü düzeni, geçici sükûnet dönemlerinden sonra kaosu beslemeye yaramıştır. Unutmayın ki, silah tüccarları da bu bozuk coğrafyanın bozuk düzeninden nasiplenmeye mecburdur. Bu da “Amerikanya dayı”nın özel DNA’sının vazgeçilmez bir sendromudur.
-Dünya, diktatörlerle “business” yapmakta mahsur görmez. İş patladıktan sonra da gelsin sahte alkışlar veya timsah gözyaşları ve hepsinden önemlisi “yeni alıcı arayışları”.
-Orta Doğu’da her yerde egemen olan büyük kabile havası, ne yaparsanız yapın hiçbir zaman değişmez!
-Orta Doğu’da bedeli her zaman çocuklar öder. Büyüklerin neyi paylaşamadıklarını anlayamadan gözlerini, kollarını, bacaklarını, ailelerini, evlerini kaybederler.
-İki “büyük”, Orta Doğu’daki petrol ve coğrafya savaşlarının kuklalarını karşılıklı oynatarak birbirlerine dokunmadan savaşmayı başarırlar.
-Atatürk gibi bir lideri olmamış her Orta Doğu ülkesi, yani hepsi, belirli oranlarda batağa saplanmış şekilde zaman üzerinden debelenirler.
-Her diktatör er ya da geç devrilmeye mahkumdur; Saddam Hüseyin, Kaddafi, Esad…
SURİYE KONUSUNUN DAHA ÖZELİNE GÖZ ATARSAK…
-Tarihin bedelini dikta ve din savaşlarıyla sürekli ödeyen Orta Doğu’ya demokrasi “yarın” gelmeyecektir. Sözde Arap Baharı da sahte bir illüzyon olarak yaşanmıştır. Suriye’nin şu anda yaşadığı durum veya benzerlerinden sonra gelen görüntüler ve manşetler sahte bir demokrasi umudu besler ama bunlar güdük kalmaya mecburdur.
- İsrail’in, ABD’nin doğrudan uzantısı veya ajanı gibi bir konumda yaşaması bölgede orantısız bir güç oluşturmakta, bu ülke din farkının üzerine her türlü güç gösterisini döşeyerek oportünist eylemlerle varlığını, yüzölçümünü ve askeri gücünü katlamaya devam etmektedir. Son Suriye olaylarında, aynı fırsatçı yayılmacılık anlayışı, Gazze’den sonra Golan tepelerindeki tampon bölgeye doğru aniden devreye sokulmuştur.
-Bir Orta Doğu liderlerinin veya oğlunun Avrupa’da okuması, başı açık güzel bir eşe sahip olması, yobazlığa kayan görüntüler vermemesi, kesinlikle medeni bir politikacı olduğu veya diktatör temayülü göstermeyeceği anlamına gelmez. İngiltere ve Fransa’da alınan yüksek eğitimler, havalı ve sözde laik yaşam tarzları, gerçek medeni içerikten uzak bir makyajdan ibarettir. Bu insanların kraliyet gülümsemeleriyle örtbas ettikleri canavarlıklar dehşet vericidir. Örneğin Esad’ı eşiyle beraber bir yabancı lideri ağırlarken gördüğünüzde, onların yüzbinlerce insanın kanına girdiğini düşünemezsiniz. Aynen İran Şahı Rıza Pehlevi ve eşi Farah gibi…
-11 Eylül terör saldırısının ardından “Her yerde her terör örgütüyle mücadele edeceğiz. Ya bizimlesiniz ya değilsiniz” diye bütün dünyaya seslenen ABD, şu çelişkiye bakın ki şimdi HTŞ (Hey’etu Tahriri ş-Şam) ile diyalog halinde ve son yıllarda da PYD-YPG’nin stratejik/lojistik destekçisi. NATO eski Başkomutanı Wesley Clark, 17 yıl önce “ABD adına önümüzdeki yıllarda İran, Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Sudan ve Somali hedefimizdeki ülkeler” diye açıklamıştı. Irak “halledildikten sonra”, ABD sırayla diğerlerini gündemine almayı ihmal etmedi. Dokunduğu her ülkede kendi çıkarları doğrultusunda bir “Anayasa”(!) çıkarmayı da kendisine hedef koyan ABD, bu Coğrafya’da stratejik sınır mühendisliğinden vazgeçeceğe benzemiyor.
-“ABD, Orta Doğu’da bir Kürdistan devleti kurulmasını istiyor” sözünü yıllardır duyuyoruz, PYD-YPG’yi desteklediğini de biliyoruz, fakat şu ikileme bakın ki, şimdi PYD-YPG Suriye’deki iç savaşın mağlupları arasında görünüyor! Öte yandan Amerika ise Suriye’de, Rusya, İran ve Esad’ın üstesinden gelmiş durumda. Uzun lafın kısası kimin eli kimin cebinde belli değil. PYD-YPG kaybolacak mı, kılık mı değiştirecek yoksa Colani veya ABD tarafından başka şekilde mi kullanılacak? Düğümü çözerseniz bana da haber verin lütfen.
-Keza son kertede bütün bu yaşananların PYD-YPG örgütünün, yani dolayısıyla PKK’nın Türkiye’ye karşı oluşturduğu tehdidin gerçekten ortadan yavaş yavaş veya hızla kalkmasını sağlayacak sonuçlara ulaşıp ulaşmayacağı çok belirsiz. Aynı şekilde içeriğinde Işid, El Kaide ve El Nusra gibi oluşumların yer aldığı HTŞ, ABD açısından ne ölçüde güvenilir bir geçiş odağı oluşturabilecek?
-Ayrıca “eski” (?) bir terör örgütü liderinin, tersine daha modern rollere bürünmeye çalışarak Mohammed El Colani gibi, kendisine “Havana’ya giriş yapan Che Guevara” havası vermeye çalışması, güvenilir bir içerik oluşturamaz.
-2017’ye kadar Amerika’nın terörist listesinde bulunan Colani’nin nasıl birden İsrail’e bile pek ses çıkarmayan pragmatik ve ılımlı bir uzlaşmacı lider adayına dönüştüğünü izlerken, lütfen tüm şaşkınlığınız ve şüpheleriniz canlı kalsın!
-Şam’a doğru yola çıkarak Halep-Hama-Humus yoluyla başkente inen muhaliflerin önünde hiçbir direniş olmaması tabii ki şaşırtıcı ötesi. Tabi şu anda da halen iktidar değişiminin kansız ve kahkahalar ve harika fotoğraflar eşliğinde yapılıyor olması yarın veya öbür gün dev tutuklamalar veya infazlar olmayacağı anlamına gelmez. Çünkü yüz binlerce dikta kurbanı ve cezaevinde vuku bulmuş işkenceler ve korkunç olaylar tartışılmaz şekilde yaşanmışsa, elbet birileri “herhalde Esad bunları tek başına yapmadı” diyecek ve hesap sormak isteyecek…
-En dehşet verici hapishane olan Sednaya’da yaşananların korkunç izdüşümlerini eminim ki dünya görebilecek… Sednaya’nın hücre kapıları açıldığında bazı mahkumların gün ışığıyla ve özgürce yürüme hakkıyla karşılaştıklarında yaşadıkları o şaşkınlık ve “inanamamışlığın” yoğunluğunu ömrümde hiçbir filmde göremedim, kimse göremez… Bu kadar mükemmel aktörler yok!
-Suriyelilerin ülkelerine dönme hareketlenmesi hızlanmışsa da, Erdoğan’ın “Suriyeli misafirlerimiz yavaş yavaş geri dönüş yoluna geçti ama kalmak isteyenlerin başımızın üstünde yerleri var” söylemi açıkça kanıtlamaktadır ki Cumhurbaşkanı, Suriyelileri insani sığınma hakkı vermenin ötesinde adeta Türkiye’yi Araplaştırmak ve demografik olarak ve siyasi olarak çok farklı bir konuma taşımak amacıyla bu ters dönüş göçünün hızlanmasını kesinlikle istememektedir.
-Yaşanan onca çelişki içinde Suriye’de yaşananlara çok seviniyor görünen Erdoğan’ın, bu olayın kazananları arasındaki İsrail ile aynı cephede yer alması, özellikle Gazze yüzünden devamlı değişik şekillerde tanımlamak zorunda kaldığı bu ülke karşısındaki yeni çelişki dolu geçici bir rolü daha üstlenmek durumunda kaldığını ortaya çıkarmaktadır.
-Herhalde bu meşhur 7 Aralık 2024 Cumartesi günü Türkiye-İran-Rusya Dışişleri Bakanları arasında Doha’da neler konuşuldu, Esad nasıl birden kaçmaya mecbur kaldığına ikna edildi, bütün bunlar önümüzdeki süreçte önce gazetelerde, sonra dergilerde, sonra kitaplarda çok detaylı şekilde kılcal damarlarına kadar analiz edilecek tarihi anları oluşturmaktadır.
-Orta Doğu’da ne kalıcı güç ne gösteriş ne dostluk ne de insaf vardır… ne de ayağını yorganına göre uzatma alışkanlığı… Dolayısıyla kulağınıza gelen ve hala gözlerinizin önünde şekillenen veya deforme olan hiçbir olaya şaşırmayın, anlaştık mı?