Cuma akşamı, siyaset gündemini allak bullak eden “Komutanlar istifa etti” haberleri, öncelikle dünya çapında çok çarpıcı bir haber havası taşıyordu. Halbuki bunun böyle olmadığı, toprak biraz eşelenince ortaya çıkıverdi. Kimilerine göre AKP iktidarına karşı çok yerinde bir jest olarak görünen istifalar, gözümde, üzülerek ifade ediyorum, pek ağırlık taşımadı. Koşaner’in açıklaması tarihi bir ikaz değil, bir iflasın tesciline benziyordu.
TSK, üç yıldır şu şekilde gündeme geliyor: Ya şehit haberleri ya da tutuklanan, subay, general haberleri… Türkiye’de yaşananlar hakkında, TSK'nın hiçbir fikri yok. Konu “siyasete karışmak” filan da değil. Kendi “güvenlik” alanları için bile bu böyle. Örneğin MGK'da birden siviller bir karar dayatıyorlar: “İrticanın artık tanımlamasını yapmak imkansız. Tehditler arasından bu kavramı çıkaralım”. TSK sorgulamadan, bunu kabul ediveriyor. Hiçbir şeye tepkisi yok. Anayasa’nın temel maddeleriyle bile hiçbir ilgisi alakası kalmamış. Hemen yanlış anlama meraklılarını rahatlatalım! Konumuz “muhtıra verilmesi” filan değil! Ama dünyada her kurum veya topluluk yaşananlara bir tepki verir. Mesela “anaokul bebeleri” bile üç gün mamaları soğuk gelse ya da oyuncakları ellerinden alınsa “bir dakika bu ne iş?” anlamına gelen bir yaygara koparırlar! Kendi kurumunu yok sayıp, kendini ölümüne ezdirmenin adı, ne zamandan beri “demokrasi”dir? Şöyle bir silkin, kendine, ülkene bak… Ve konuş! Bu ülkede her gün emekliler, imamlar, ikoncanlar (!) herkes her şey hakkında konuşurken, bu çekingenlik niye? Siz üstelik bu Cumhuriyeti kuranlarsınız. Herhangi bir ithal lejyoner asker de değilsiniz! O zaman niye düşüncelerini kendinize saklıyorsunuz? İstifa gerekçeleri metni, kamuoyuna “TSK'nın görüşü” olarak sunulamaz mıydı? Ordu kendini “yaşayan ölü” konumuna taşımamış olsaydı, belki olabilirdi...
Sergilerimin ses bantları için özenle çalışırım. Konunun uzmanı Mehmet Kılıçel’le beraber “fade-in, fade out” denilen sistemle dijital bant üstünde sesler geçiş yaparız. Bir konuşma, bir müzik geri planda sesi kısılarak yavaş yavaş yok olurken, bir diğeri aynı geçiş hızıyla ortalığı doldurur. İşte AKP Türkiye’de hep bu taktiği “bilimsel (!)" yöntemlerle uyguluyor. Bakın şimdi de asker “fade-out” la ortadan yok edilirken, onun yerine güçlü şekilde polis geçiyor! “Askerlik kısalacak”, “TSK ile güneydoğu sorunu aşılamıyor” gibi gerekçelerle polise ağır silahlar pas etmenin altyapısı kuruluyor.
Peki TSK nasıl buralara geldi? Kimse bana “ABD” demesin, bu çok kolaycı bir yorum. Konu bence tamamen iç işlerimiz. TSK, aynen CHP gibi, 15-20 kadar 2. Cumhuriyetçi-Liberal-İslamcı yazarın medyada özellikle 10-15 yıldır yürüttüğü psikolojik savaşa teslim oldu. Onlara her sabah “şirin” görünme kararlılığıyla, hangi değerleri artık tamamen unuttuğuyla ilgilenmeden kendini boşluğa çekti. “Yeni CHP” ise itiraf edelim, TSK ve istifalarla ilgili hiçbir şey anlamıyor, tamamen “çevrim dışı”. Son krizin değerlendirmelerini yaparken, sanki bilmiyorlarmış gibi, “İstifanın gerekçeleri nedir, açıklansın” (!) diyorlar. Bunu hala anlamadıysan, zaten geçmiş olsun. Bugüne kadar askerlerin davalarına ne kadar destek verdin? Ayrıca iktidarın “güç suistimali”ne karşı bir önlemin var mıdır? Varsa nedir? Önlemin yoksa niye şikayet ediyorsun? Sen de zaten “Ordu ufalsın, askerlik kısalsın, Milli Savunma Bakanlığı'na bağlansın” diyordun. Demek üzülüp kızmana gerek yok!
Yandaş basın olan bitenden çok mutlu! Necdet Özel, AKP yandaşlarını şimdiden ihya etmiş. Her biri böylece "yeni Anayasal süreçte TSK reformu iki yıl öne çekileceği için" sevinçli mi sevinçli! “Çok yaşa Özel Paşa!” durumları yaşanıyor… Bu furyada YAŞ öncesi, Kuran kurslarının yaş limitinin en alt seviyelere indirileceği müjdesi verilirken, artık ortada “teorik” olarak bile bir direnç noktası kalmadı. Yanılmıyorsam CHP bu konuda Ilıcak ve Çandar’ı kızdıracak bir radikal çıkış yapmayı göze alamaz! Büyük basın uyanık (!) başlıklarla “Daaan, Necdet Özel yeni Başkomutannn” diye komediye kaçıyor, tarihe karşı en azından manşet sorumluluğunu bile göze alamadığını gösteriyor.
Hayat bu, bazıları blöflü satranç oynar, bazıları kumda… Oynayana da oynatana da helal! Ama kimse kalkıp bana Koşaner’in o yok oluş itirafnamesinde deha veya Cumhuriyetçi sorumluluk izi bulduğunu anlatmasın. Çaresizlik ve mevzii terk etme, ne zamandan beri gurur vesilesi oluyor?