Ahmet Taner Kışlalı…
Ziraat Bankası veznedarı babası ve öğretmen annesi, Tokat’ta doğan bebeklerini o kadar hatasız yetiştirmiş ki… Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirip Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne giren Kışlalı, Paris Üniversitesi’nde Anayasa Hukuku ve Siyaset Bilimi doktorası yaptı. O tılsımlı devrimciliğin tavan yaptığı 1968 yılında, Bordeaux’lu Nicole’e aşık oldu, iki çocukları dünyaya geldi. Gazetecilik, köşe yazarlıkları, genel yayın yönetmenlikleri birbirini takip etti; Kültür Bakanlığı yaptı. Demokrasiye, sosyalizme, eşitliğe, işçi haklarına inandı. Sosyal uçurumlara, sömürüye karşı mücadele etti.
90’LARIN YOĞUN MÜCADELE YILLARI
Tanıştığımız anı hatırlayamıyorum. 1989-90 yılından itibaren mücadele hızla sertleşti. Ama bizler bunu biliyorduk ve bekliyorduk. Etrafımızda sıfatı “lider” olan ama bu kavramdan nasibini almamış insanlar, bizi temsil etmesi gereken partileri yönetir görünüyorlardı. Üç sol parti de koltuğunu korumaya çalışan insanlardan ibaretti. Onları birleştirme misyonunu üstlenenlerden biriydim, Kışlalı ilk imza verenlerdendi. Liderlerin duyarsızlığını dehşetle izliyorduk ve haftada 3-4 kere derin konuşmalar yapıyorduk. Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Turan Dursun ve sonra Uğur Mumcu cinayetleri, bizim gibi her şeyi göze almış Atatürkçüleri daha da yakınlaştırmıştı.
KLAS ÖTESİ AMA MÜTEVAZI VE MÜKEMMEL YURTTAŞ
Tanıdığınız en iyi insanı düşünün; abartısız, güler yüzlü, sakin… Buna mükemmel bir yurttaş bilinci ve dürüstlük yerleştirin; ülkesinin ve evrenin tarihini araştırmaya tutkulu bir sosyal-bilim insanı kimliği ekleyin. Bunların ortasına da aşka, ailesine bağlı, duygu dolu romantik bir erkeği konumlandırın. Yetmedi… Adeta bir İngiliz lordunun ses tonunu, şıklığını, klas tavırlarını ve samimi mütevazılığını da ekleyin.
GÜZEL ŞEYLER VE SIRAYLA GELEN KÖTÜLÜKLER…
Kışlalı, 1994 Aralığında “Ödünsüz Laik Türkiye” kitabımın önsözünü yazmıştı. Kitap Nisan 95’te çıktı; sadece beş ay sonra, Antalya’ya giderken bir trafik kazasında büyük bir aşkla bağlı olduğu eşi Nilgün’ü kaybetti. Yani Nicole’u… Çok ağır darbeydi sevgili Ahmet Bey için... Aramızdaki siyasi konuşmaların yerini taziyeler aldı. Hemen ertesi yıl babam Dr. Suphi Baykam’ın vefatında, bu sefer güzel sözlerle yaramı sarmaya çalışan, bana babamın gençliğindeki politik kimliğini anlatan Kışlalı’ydı.
Eşinin ardından yazdığı “Bir Türk’ün Ölümü” makalesi, gözümde basın tarihimizin en çarpıcı ve en duygusal metinlerinden biridir. Kışlalı daha sonra değerli Nilüfer Kışlalı ile evlendi, bir kızı daha oldu. Ocak 1999’da oğlumuz Suphi’nin doğumunda beni ve eşimi ilk kutlayanlardan biri yine aziz dostumdu. Mutlu bir dönem mi müjdelenmişti bizlere?
21 EKİM CİNAYETİ’NİN AĞIR BEDELLERİ
Atölyemde sakin bir öğleden sonra geçiriyordum ki, ani bir telefonla Kışlalı’nın saldırıya uğradığını öğrendim. Panik içinde televizyonu açtığımda, onu kaybettiğimiz haberini aldım. Dünyam başıma yıkıldı! 1990 yılının Muammer Aksoy’la başlayan ve birçok değerli ismi yok eden cinayet serisi, 1993’te Uğur Mumcu’yu kaybettikten sonra tam biraz duruldu diyorduk ki, bu korkunç felaketi yaşadık. Yine Ankara, yine sloganlar, yine kortej, yine tarihi bir cenaze…
KIŞLALI’NIN SİYASİ VASİYETİ
Sosyalist düşünceden geliyordu, ama zamanın sarmalına takılan faturalar, onu Kemalizm’i değerlendirmeye yöneltmişti. Birçok kez bunun üstüne konuşmuştuk. Mealen ama eksiksiz aktarıyorum: “Gençliğimizde, Mustafa Kemal’i çok severdik, ama Sovyet Devrimi’nin daha önemli olduğuna inanırdık. Zamanla Mustafa Kemal’e olan hayranlığım daha da arttı ve esasında onun kurduğu rejim temellerinin çok daha evrensel ve kalıcı olduğunu anladım.”
Kışlalı ömrünün özellikle son on yılında çeşitli siyasi ajandalar üzerine yoğunlaştı. İlki Mustafa Kemal’i temelsizleştirmeye çalışan İkinci Cumhuriyetçiler ve “ancak sözde” ılımlı İslamcılarla mücadeleydi, kor-a-kor bir mücadele! Bu konuda birlikte çalışıyorduk; konuşmalar, makaleler ve kitaplar birbirini kovalıyordu. İkinci büyük mücadele ise Türkiye’de solu bir araya getirmek ve birbirini küçümseyen liderler ve onların hepsini küçümseyen sosyalist küçük partilerin kavgasına son vermekti.
Sevgili Kışlalı… Bugün “garp cephesinde değişiklik yok” diyemeyeceğim, ne yazık ki durum daha da kötüye gidiyor. Ama emin olun, mücadeleye var gücümüzle devam ediyoruz.
Sizi özlem, sevgi, saygı ve her zamanki gibi hayranlıkla anıyorum.