Sn. Kılıçdaroğlu, zor bir tarihi dönemde, kamuoyu ve Partililerin desteğiyle CHP Genel Başkanı oldunuz. Çalışkanlığınız,sükûnetiniz, sadeliğiniz ve dürüstlüğünüzle size umut bağlayanlara ışık saçtınız. Ardından gelen süreçte, her insan gibi hatalar yapmış olabilirsiniz. Her meslekte herkesin başına gelebilecek yoruma açık "yol kazaları"... Ancak bazı konular tekrar edilemeyecek kadar kritik bir eşiğe geliyorsa, bunları hatırlatmak görevimiz.
10 gün kadar önce şu demeci verdiniz: "Her şey daha kötüleşecek, bizler için de, siz gazeteciler için de. Baskı daha da artacak. Mesela bazılarınızın dokunulmazlıklarını kaldırıp içeri atmaya çalışabilirler. Önce CHP'liler sonra da bazı gazetecileri içeri atacaklar. En son, sıra halka gelecek. En son sıra halka gelecek ama iş işten geçmiş olacak."
Sn. Kılıçdaroğlu, bu sözleri hangi halet-i ruhiyede söylediniz, onu ancak siz bilirsiniz. Ama sizden önemli bir ricam var: Bir daha lütfen hiç bir zaman bu şekilde konuşmayın. Çünkü siz Mustafa Kemal Atatürk'ün koltuğunda oturuyorsunuz.
Sn. Kılıçdaroğlu, iyi niyetle kullandığınız ama umutsuzluğa düşmüş insan havası veren bu sözleri, bir gazeteci, bir esnaf, bir vatandaş söyleyebilir. Ancak CHP Genel Başkanı böyle konuşamaz. Siz, tam tersine, bu ülkenin yurtseverleri için bir çıkış yolu bulmak durumundasınız. Lütfen odanızda yalnız kaldığınız bir anda etrafınıza dikkatlice bakın. Hatta özellikle 1919-1938 arası Mustafa Kemal ve arkadaşlarının neler yaşadıklarını tekrar gözden geçirin. Bir tarihçi gibi değil, bir dünya devinin yaşadıklarından strateji çıkaracak zeki bir analist olarak araştırın lütfen o yılları...
Bu günlerde herkesin, moda söylemlerle hükümetten derin destek alarak pervasızca eleştirdikleri yakın tarihimize bakalım dikkatlice: Kimin aklına geliyor, kendini Atatürk'ün veya CHP'nin yerine koymak? Menemen, Dersim, 27 Mayıs, 68 Kuşağı, Sivas, 28 Şubat, utanmadan sıkılmadan, herbiri aynı çorbada, yüzsüz yorumcular tarafından Ergenekon'a bağlanıp kamuoyu oluşturmada yutulur lokma haline getiriliyor. Bu arada kimsenin aklına şu basit soru gelmiyor: Her yıl coşkuyla kutladığımız bu Cumhuriyet, neler pahasına kurulabildi? Bu Cumhuriyeti sanki başından beri herkes destekledi mi? Kanlı isyanlar bastırılırken, televizyonlardan "Halka sesleniş" programlarında (!) "lütfen böyle şeyler yapmayın, ayıp oluyor" mu denecekti? Ama eleştirileri getirenler "Zaten bu ucube Cumhuriyet neden kuruldu ki" diyorlarsa, ona bir diyeceğim yok. Ancak o zaman tutarlı olurlar! Onlar bile anlayışla karşılanabilir kendi düşman mantıklarında. Ama bu Cumhuriyeti ve nimetlerini kabul edip, nasıl kurulabildiğini unutanlar, bu hafıza kaybını izah edemezler.
Sn. Kılıçdaroğlu, "dokunulmazlıklarımızı bırakalım, bizi de alın" diyemezsiniz. Tam tersine "biz varız, hiçbir haksızlığa izin vermeyiz, arkamızda halkın gücü var" demek durumundasınız. "Hele bu baskı ve şiddet demokrasiyi dibe vurdursun, o zaman herkes anlar, sonra kurtuluruz" gibi düşüncelere de kapılmayın! AKP demokrasiyi bitirecek nihai hamleleri yapabilirse, bunun geriye dönüşü asırlar sürer!
Sn. Kılıçdaroğlu, mühim olan bir komployu görmek değil, onu bozabilmektir. Siz seçeceğiniz yöntemle özgür demokrasi ve laik Cumhuriyeti yok etmeye kararlı bir komplo varsa, onu alt etmek zorundasınız. Sıfatınız bunu gerektiriyor. Siz “Atatürk gibi düşünüp” bir çözüm bulmak durumundasınız. Güçler ayrılığı konusunda, benzer krizlerin yaşandığı ve yakından tanımadığınız 1950-1960 arası süreci de iyice araştırın. Bu konudaki demeçlerinizden bu gereksinimi hissediyorum. O deneyimleri bizzat içinden yaşamış Alev Coşkun, Nurettin Sözen, Yekta Güngör Özden, Vural Savaş, Orhan Birgit ve tabii Deniz Baykal gibi ağır toplarla bir araya gelirseniz, bugünkü çalışma arkadaşlarınızın doğal olarak tecrübe eksikliğinden size gösteremedikleri çözüm yollarının neler olabileceği konusunda bir beyin fırtınası yapmış olursunuz. Bu yöntemle, daha olumlu ve halka güç verecek bir hat oluşur.
Siz Kuvayi Milliye'den gelen aydınlanmacı bir büyük halk hareketinin önderi konumundasınız Sn. Kılıçdaroğlu. “Sitemkar teslimiyetçilik” sizin siyasi söyleminizde yer alamaz. Demokrasinin nefes yolları tıkanırsa, gerekirse 24 saat, veya 24 gün Kızılay'a iner "oturma" eylemi yaparsınız, gerekirse Parlamentodan topluca istifa edersiniz... Ama ne olursa olsun, "umutsuzluk söylemi"nin mesajlarınızda yeri olamamalıdır.
Laik-demokrat basının “Bir duyum aldık, beş gazeteci daha tutuklanacak" şeklinde, sanki bu faşist uygulamalara kamuoyunu alıştırırcasına davranma saflıkları, baskı sahiplerinin arzu ettikleri tuzağa düşme sorumsuzluğudur! Siz, tam tersine bu daralan çemberi redederek kıracak TEK kişisiniz... Medyadan işe başlayarak bu baskıların üstüne gidip teşhir ederek, dünyaya anlatmalısınız. Demokrasi mücadelesini kazanmaktan başka hiçbir seçeneğiniz yok. Bundan sonra bu konuda hassasiyet göstererek, toplumu toparlayacağınıza ve özgürlüğün geleceğine sahip çıkan yeni bir çehreyle Türkiye’nin karşısına çıkacağınıza eminim. Aydınlanmanın tüm coşku ve dayanışmasıyla, saygılarımla...