Geçen Cuma, Ümit Zileli’yle beraber yine Silivri’ye gittik. Normal biri, Ergenekon davasını izlerken beyin ve ruh sağlığını tamamen kaybedebilir. Bu yorumum abartılı değil. Bırakın dinlediğiniz dava ile ilgili insan zekasına meydan okuyan “absürd” bulguları, konuların insani boyutlarının dramıyla şoklanarak başlıyor gününüz. Suçunu bilmeden 4 yıldır yaşam ve sevdiklerinden koparılmış insanlar, orada kendi dünyalarına tutunup hala gülümsemeye çalışarak ziyaretçileriyle sohbet ederken onurlu, dik duruşlarını koruyorlar. Bize ayrılan yerden bazılarıyla el sıkışırken, jandarmalar “yasak” diye araya giriyor. “Tarihe ‘el sıkışmayı da önleyenler’ olarak geçmeyin” dedim onlara… Pen Yazarlar Sendikası’nın 2. Başkanı Schoulgin ve Norveçli yayıncı Nygaard da davayı izliyorlardı.
İnönü Üniversitesi eski rektörü Fatih Hilmioğlu “Bence yazınızın başlığı 'Silivri’de yargılanan ne?' olmalı” dedi bana. Gerçekten de orada bulunan tutukluların yanıtını aradıkları soru bu. Ali Özoğlu, yayıncı. “Toplumsal Dönüşüm” isimli yayınevini işletiyor. Savunması “suç” sayılarak 14 yıl hapis cezasına çarptırılmış. Sorguda kendisine yöneltilen sorular arasında “Neden asker kökenli yazarların var?”, “Niye Nutuk basıyorsun?” var. “Mevzu vatansa gerisi teferruattır” sözüne, ihbar eder gibi sertçe karşı çıkanlar arasında Taha Akyol varmış. “Bu lafı Atatürk demedi” demiş Akyol. Arayıp sormuş Özoğlu, “Bu böyle olsun ya da olmasın, sizi neden rahatsız etti?”. Kemal Aydın ve kardeşi Neriman Aydın da dört yıldır içerideler. Neriman Hanım’ın suçu herhalde büyük. Atatürk’ün “Medeni Bilgiler” kitabını özTürkçeleştirip Ali Bey’in yayınevi için hazırlamak. Onun da sorgularının izlediği yol oralardan geçmiş. Özoğul, neden Atatürk afişi ve Nutuk bastığını ısrarla soran hakimlere şunu demiş: “Sizin rahatsızlığınızı anlıyorum ama ben sizi tedavi edemem”. Neriman Aydın ise şu cümlelerle yanıt vermiş iddialara: “Ben şerefli, namuslu bir Türk kadınıyım, Allah'tan korkmadan düzülen iftiralara ne cevap verebilirim?” Haber sitelerinde yayınlanan Atatürk hakkında Anıtkabir defterlerine yazılan övgüleri derlemek bile “suç” sorguları arasında yerini almış. Özoğul ve İbrahim Özcan’ın ayrıca disiplin suçu işledikleri bir nokta, halı sahaya spora giderken yeşil hasretiyle yolun kenarından “ot” koparıp koğuşlarına götürmek istemeleri… Çünkü “çiçek yasak”!
Fatih Hilmioğlu’nun “Tutukluluk süresinde vefat edenler” listesine eklenmesi (Allah korusun) Cumhuriyetimiz için dev bir kayıp olur. Bu süreçte acil tedavisi gerekiyor. Karaciğeri sirozu kansere çevirmeye başlamış. Ama Adli Tıp 3. İhtisas Dairesi ve Genel Kurulu’nun “iki ayda bir, üniversite hastanesi hepatoloji bölümünde takibi uygundur” raporuna rağmen, kendisi hepatoloji bölümü olmayan devlet hastanesine yollanıyormuş. “Empati kuramayanlar, hekimlik ve hakimlik yapamazlar” diyor. Elimde Adli Tıp'a sunduğu “Hastalığımın safahatı ve ekler” var. Tüyler ürpertici. Hilmioğlu’na göre suç dosyasında “Malatya Üniversitesi’nin Senatosu’nun laiklikle ilgili kararı” var. Sözün bittiği yer bu… Silivri’de yalnız Nutuk değil, sorgular içinde Gençliğe Hitabe ve Bursa Nutku da sürekli gündemde! Hangisini anlatsam? Mesela Mustafa Dönmez savunmasında “Yanlış iddialar, düzmece belgeler ve yalanlar” dediği iddianamesinidetaylı şekilde yanıtlıyor ve ekliyor: “Maalesef ülkesini seven aydın olmanın, ülkesi için her şeyini vermeye aday olmuş kişilerin ülkemizde ödenmesi gereken bir bedeli vardır… Bir gün Türk halkı hedefe alınanın aslında kendisi olduğunu elbet anlayacaktır” Hasan Atilla Uğur, Öcalan’ı sorgulamış olan Albay. İmzasız mektuplarla, gizli tanıklarla suçlanmış. Savunma haklarının kısıtlandığını anlatıyor. Dört senedir para almadan yardım eden avukatlarına teşekkür ediyor. O da hakkındaki iddiaları bıkmadan kararlılıkla çürütüyor.
Sevgili Balbay ve Tuncay Özkan, Silivri’de de yüzlerce ziyaretçinin gözünün içine baktığı insanlar. Onlar o karanlığı esprileriyle, güleryüzleriyle, cesaretleriyle delip umut saçıyorlar. Özkan şöyle sesleniyor izleyicilere: “Aranızda o kadar güçlü yürekler var ki, onları da kolunuza alın, kavgamızın, cesaretimizin bir parçası onlar. Sakın umutsuzluğa kapılmayın, kimse kendini yalnız hissetmesin, işte aydınlarınız yanınızda, hepsine sahip çıkın, elmalar gibi çoğalacağız, Nisan'da çiçek açmak lazım. Bizler ne tecavüzcüyüz, ne de hırsız. Bize ve birbirinize güvenin!” Sonra Özkan başka bazı ihanetleri de hatırlatıyor. Bir liseden kaynaklanan. Biraz sabredin! Öğreneceksiniz…