Bir ülke tanıyorum. Şanssız, çok şanssız bir ülke. Her yol ayrımında yanlış zarlar atmış, uydurma provokasyonlarla hem kardeş hem din kavgasına düşmüş, ayaklarına çelik halatlar bağlanmış, siyasal partileri koltuk kavgasıyla bölünmüş, iktidar hırsıyla ülkenin temellerinin sarsılmasına göz yummuş… 

 

Bir ülke tanıyorum, en kritik yıllarda aydınların tüm yalvarmalarına rağmen küçük partilere bölünüp herkesin sıfatlar peşinde koştuğu trajikomik bir dünya yüzünden iktidarı dincilere bırakmayı göze almış.

 

Bir ülke tanıyorum, hem yasalar hem anayasa bugün artık keyfi olarak uygulanıyor, ya da uygulanmıyor! Sözde suçu işleyenin kim olduğuna ve şikayet edene bakarak kararlar alınıyor. Kimi şahıslar, ülkenin kurucusuna bile sövebiliyor; kimilerinin ise ses tonundan veya bir kelimesinden imalar çıkartılarak siyasi hayatı tehdit altına sokulabiliyor.

 

Bir ülke tanıyorum, kamuya açık yerlerde hak-hukuk-adalet veya hatta sadece ekmek için bağıranın geleceğinin riske girdiği, ama kanunen yasak olan propaganda sloganları atanı polislerin ve savcıların görmezden geldiği!

 

Bir ülke tanıyorum, adım adım oralara nasıl geldiğini de çok iyi biliyorum… 

 

Bir ülke tanıyorum, her bölgeden insanımızın birbirine âşık olup aile kurduğunu unutup, fitne merkezlerinin dolduruşuyla sözde farklı ırkların, mezheplerin birbirine girip kan dökmesini 40 yıldır çaresiz gözlerle izlemek durumunda kalan… 

 

Bir ülke tanıyorum, güya en demokratik, en solcu, insan haklarına en saygılı yazar ve gazetecilerinin “ırka göre toprak dağıtımı” konusunda her koldan toplumu dolduruşa getirdiği ve bu mantığı-vicdanı olmayan konuyu çıkmaz sokağa taşıdığı… 

 

Bir ülke tanıyorum, kimi sözde aydınlarının teröre terör demeyi göze alamadıkları, Avrupalılara karşı “şirin aydın” görünebilmek için bölücülüğü ve iç savaşı devrimcilikle karıştırdıkları ve bundan kendi aralarında gurur duydukları… 

 

Bir ülke tanıyorum, sözde aydınlarının ülkenin bayrağını “sağcılar çok kullanıyor” diye bayraktan ve vatan sevgisinden uzak durmayı solculukla karıştırdıkları… 

 

Bir ülke tanıyorum, 45 yıl önceki ideolojik çatışmaları sürekli canlı tutmaya ya da en azından hiçbir zaman unutmamaya yemin etmiş… 

 

Bir ülkeyi tanıyorum, sözde “aydıncıkları”, orduyu küçümsemeyi veya ona demokratik gerekçelerle saldırmayı yaşam tarzı haline getirmiş. Avrupa’ya “uyumlu” görünmek için tarikatların ordunun içine sızarak dejenere ve pasifize etmesini keyifle izlemiş, ülkede “ılımlı dincilerin” iktidara gelişinin, özgürlüklere tavan yaptıracağına ve böylece “ordu vesayetinden” kurtularak artık demokratik bir büyük denizde yaşayacağımıza inanmışlar… dı! Acaba şimdi neler düşünüyorlar? Ömrümde o ülkede günah çıkarma yazısı kaleme alanı görmedim ki!

 

Bir ülke tanıyorum, kurucusunun yolundan çıktığı için enerjisinin ve mali gücünün yarısından çoğunu yobazlığa ve terör ile savaşa harcamış… Bu heba edilen milyarlarca dolarla Avrupa’yı her açıdan sollama şansını yok etmiş. O dev finans gücüyle oluşabilecek yüzlerce hastane, üniversite, müze, TÜBİTAK temsil merkezi bu kırk yılda doğamadan öldü…

 

 

O ülkeyi çok iyi tanıyorum. Rantçıların, yolsuzluk peşinde koşanların, bölücülerin, yobazların, çıkarcı siyasetçilerin yarım asırdır uğraşmasına rağmen hala yok olmamış, hala güzel, hala heyecanlarını yaşıyor, hala sanatçıları ile gurur duyuyor, hala insanları o mavi gözlere bakarak hem ağlıyor hem mutlu oluyor hem umut dolu yarınlara inanmaya devam ediyor.

 

Gençlere “Bu ülke artık öldü, kaçın gidin” diyenlere inanmayın. Unutmayın, kurucusu bu ülkeyi  en başta gençliğine emanet etti… Hem de sonsuz daha zor şartlarda! 

Yazı Tarihi: 18.01.2024
Paylaş
Benzer Yazılar
Videolar
Alt
Akılda Kalan'ın ikinci bölümünde, iki yaşında başladığı resim sanatını; dünyanın yüzlerce şehrini dolaşan sergilerini; yazarlık serüvenini; tenis kortlarındaki günlerini; ışıltılarla dolu sanat yıllarını ve çok daha fazlasını Veyis Ateş soruyor, Ressam-Yazar Bedri Baykam yanıtlıyor.