Türkiye kadar acaip ülke yoktur. Sevgili ülkemizde ne yazık ki sürekli olarak partiler açılır, kapanır, mahkemeler kurulur... Ve gündemde olan konuların hepsi zavallı ve ortaçağdan kalmadır! Yok ırktı, mezhepti, şeriattı, laikti, değildi...
         Normal bir ülkenin gündeminde çalışma saatlerinin kısaltılması, gençlerin spor ve sanata olan erişimi, bedava sağlık hizmetlerinin yayılması, liselerde doğum kontrol dersleri ve kadın-erkek ilişkilerinin sağlıklı boyutları, ekoloji ve çevre-kent korumalarının geliştirilmesi gibi tonla “uygar” konu vardır. Aklını bu utanılası ırk-din eksenli suistimallerle bozmuş insanlar, ister iktidar ister muhalefette olsunlar, böyle konuları hayallerine bile oturtamazlar. Çünkü beyinlerini farklı bir bin yılda bırakmışlardır. Tabii bunun yanısıra, ABD eksenli bölgesel siparişler karşısında “boynu kıldan ince” olan birçok şaşkın insan da yok değildir!
          DTP geçen cuma günü kapatıldı. Şaşırdım mı? Hayır. Çünkü kapattırılmak için “çok özel” gayretleriyle resmen “kitapta” ne yazıyorsa yaptılar: Terör örgütüyle yakın temas, övgü, o merkezden emir aldığını kanıtlayan demeçler, ülke için değil, bir bölgenin belirli insanları adına yürütüldüğü söylenen bir siyaset vs, vs... Peki bu kapatma kararına çok sevinip zafer çığlıkları attım mı? O da hayır. Çünkü mühim olan sorunu ertelemek, yok saymak değil, çözmek. Şimdi DTP kapatılınca çeşitli gençler terörün içine daha da kolay çekilmeyecekler mi? Olabilir ve endişe duyarım. Çünkü sorunlarımızı diyalogla çözmeye mecburuz.
          Anayasa Mahkemesi DTP yi kapattı, AKP’yi kapatmadı. Bu benim açımdan mantıklı mı? Hayır. Çünkü bence yasalara göre kesin olarak kapatılmayı hak ediyorlardı. AKP “para cezası” (!) ile kurtuldu, hem de “Anti-laik faaliyetlerin odağı” olarak tanımlanmasına rağmen! Peki bu karar ne işe yaradı? AKP bunu bir uyarı olarak görüp, kendine çeki düzen mi verdi? Yok, ne gezer! Tam tersine, aynen Anayasa Mahkemesi’nin dediklerini dillendiren kişi ve kurumlara, akademisyenlere, yazar ve gazetecilere, medya organlarına açık savaş ilan edip, demokrasiden son süratle uzaklaşmaya başladı. Peki Anayasa Mahkemesi’nin bu duruma karşı bir yaptırım gücü var mı? Yok! Bu ortamı “normal” olarak niteleyebilecek bir insan bulabilir misiniz?
          Bir ülke düşünün ki, hiç kimsenin içeriğini algılayamadığı bir “açılım” (?) yöneten Başbakan, aynı zamanda “Güney-Doğulular İstanbul’a artık vizeli girsinler” deme cüretini göstererek hepimize “Hopdedik” dedirtmiş kişi! Bir ülke düşünün ki, halk yedi askerimizi şehit eden alçakların  “PKK” adına saldırıyı üstlenmiş olmasından bir gönül ferahlığı duyabiliyor, çünkü Başbakan “başka odaklar” diye provokasyon iması yaparken HER KONUDA olduğu gibi Ergenekon’u işaret etmiş oluyor VE üstlenmeye rağmen olayı karartacak demeçler verebiliyor... 
          Bir ülke düşünün ki, Başbakan “benim basınım çok özgür” diye ABD’de gürlerken, muhalif “Aydınlık” dergisi bir ay kapatılabiliyor, en büyük medya grubu tehditlerden bunalmış olarak “sağ kolumu mu kessem, yoksa solu mu?” diye düşüncelere dalabiliyor, bu arada “karşı” yazarların yarısı içeride duvarlara çentik atıyor... Bir ülke düşünün ki, Başbakan Ergenekon davasından başlayarak her farklı konuda, şayet yargı hoşuna giden bir karar vermişse, zevkten dört köşe olup, “bağımsız yargıya müdahale edilmez” nutukları atıyor, tam tersine katsayılar konusunda olduğu gibi, düşüncesine ters gelen bir karar çıkmışsa hemen “ siyasallaşan yargı”dan söz edebiliyor... Aynen türban adına demokrasi haykırışlarına girip çağdaşlığa, alkole açtığı açık veya sinsi savaşlarda kendi mantığını iflas ettirdiği gibi...
          Ve bir ülke düşünün ki, AKP’yi anti-demokratlıkla itham ederek yeri göğü inleten Devlet Bahçeli, Gül’ün seçilmesine katkılarıyla, iktidar partisine en büyük gücü vermiş partinin başkanı!
          Ben olsam, konuşarak, mantığa davet ederek, ortada bir “ayrılıkçılık” sebebi olmadığını anlatarak, Güneydoğu’da diyalogla olayın üstüne gider, malum saldırıları da telin etmeyen o partinin demokrasi kelimesini kullanmasını engellerdim... Mantık, kucaklama ve retorikle... Çok saf buldunuz değil mi çözüm önerimi? Evet haklısınız...  Ama ne var ki ben, şu “halkların kardeşliği” dedikleri şeye ulaşmanın aslında bu saflık kadar yakın olduğuna inanıyorum...   

Yazı Tarihi: 15.12.2009
Paylaş
Benzer Yazılar
Videolar
Alt
Bedri Baykam’ın SON ON YILDAN SEÇKİ sergisi