Bildiğiniz gibi ülkemizde haksızlıklar, alaturkalıklar, sinirimizi her gün geren adaletsizlikler hiçbir zaman tükenmez. Bunların yaşanmadığı bir günün ütopyasını cebime koyarak, size iki güzel insandan söz edeceğim… İlki, ne yazık ki elim bir trafik kazası sonucunda bu yıl 74 yaşındayken aramızdan ayrılan iş insanı, Murat Balkan. Diğeri ise Selçuk Altun, İstanbul’da oturuyor ve tartışmasız Türkiye’nin en iyi yazarlarından biri olduğu kadar, edebiyat dünyamızın en yetkili birkaç gurusundan biri… Bugün size bu iki değerli insandan bahsetmeden önce hatırlamanızı istediğim tek veri var: Atatürk, bu Cumhuriyeti bir kültür devrimi üstüne inşa etti. Onun dönemindeki öncelikler arasında, sanat bugünkü gibi 39. sırada değildi! Atatürk bize yukarıdan bakıyorsa, her disiplinden sanatçılarına, Balkan ve Altun gibi vatandaşlarına sonsuz değer veren bir ülke görmek istiyor, inanın bana!

MURAT BALKAN ANISINA DUYGU DOLU BİR GECE

Murat Balkan, Türkiye’de sanat koleksiyonculuğu yapan önemli bir iş insanıydı. Medyada fazla göz önünde olmayı seven biri değildi. Ankara’da ikamet eden ve yaşamının önemli bir kısmını Bodrum’da geçiren, aktif işlerinin çoğunu tasfiye etmiş ve kendini artık yalnız sanat koleksiyonerliğinin taşıdığı hedeflere yönlendirmeyi başarmış çok değerli bir kişiydi. Bodrum’da Aspat Koyu’nda yıllardır birçok sanatçıya çalışma ve üretme imkanı sunmuş, o koyda kalıcı heykel sergileri düzenlemişti. Esas hedefi, elindeki üç bini aşkın sanat eserini Aspat’ta açmak istediği mükemmel bir müzede değerlendirmekti. Son yıllarda ne zaman bir araya gelsek, bu konuda kat ettiği ilerlemeleri ama öte yandan ortaya çıkan bürokratik sorunları ve diğer engelleri gündeme getiriyordu.

Ne yazık ki, kader kendisini bu müzeyi gerçekleştirmek için Muğla’da yaptığı bir bürokratik görüşmeden dönerken yakaladı. Çağımızın vebalarından trafik, inanılmaz derecede zamansız bir anda tüm projelerinin ortasından onu çekti, aramızdan aldı, götürdü…

Sanat tarihçi ve küratör Kıymet Giray, evvelsi gün Bodrum Turgutreis’teki Şevket Sabancı Kültür ve Sanat Merkezi’nde Balkan’ın anısına koleksiyonundan bir seçki sergisi düzenledi. Birçok değerli sanatçı, koleksiyonerler, dostları, sanatseverler ve yakın akrabaları onun doğum gününde bir araya geldi. Ardından Aspat Koyu’nda 80 civarında kişi beraberce yemek yedik ve çeşitli konuşmacılar Balkan’ın zarafetini, insan severliğini ve muhteşem sanat gözünü nasıl olağan dışı bir koleksiyonda bir araya getirdiğini, bulabildikleri en güzel kelimelerle anlattılar.

Balkan’ın kaybı benim için de korkunç bir acı, büyük bir boşluk duygusu yarattı. Son yıllarda giderek gelişen dostluğumuz harika bir diyaloga dönüşmüştü. Balkan’ın bir koleksiyoner olarak en önemli özeliği, sanatçıyla olan ilişkisindeki içtenliği ve samimiyetiydi. Sanatçıya olan saygısı, özgün dostluğu ve içerikli sohbetleri çok değerliydi. Onunla bu diyaloğu sürdüren sanatçı meslektaşlarım ne demek istediğimi çok iyi bilirler. Anma gecesinde de, Devrim Erbil, Hanefi Yeter, Ali Kotan, İbrahim Örs ve ben bunu kısa da olsa aktarmak istedik.

Koleksiyonerler ile sanatçılar arasında süren kesintili diyaloglar vardır. Bir iş insanı olarak Balkan, alışılageldiği gibi kendi sosyal çevresi ve iş hayatından daha çok sanatçılar ve sanat dünyasından insanlarla vakit geçirmeyi tercih ediyor, sanatı öğrenmeye devam ediyordu. Sanırım anlatabildim. Bilin ki, bu insanlar bir elin parmağını geçmez.

Şimdi Türk sanat ortamı, Ankara ve Bodrum Aspat’ta Balkan koleksiyonundan oluşacak iki modern sanat müzesini bekliyor. Hangi Türkiye’de? Bugüne kadar Atatürk’ün açtığı müzelerden sonra tek modern veya çağdaş sanat müzesi kurmamış bir devletin topraklarında… Değerli çocukları Fırat Balkan ve Naz Balkan Gürses’in, sanat tarihçi Kıymet Giray ve sergi açılışına katılan Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras’ın da desteğiyle bu projeyi gün ışığına kavuşturacaklarından hiçbir şüphem yok.

SELÇUK ALTUN: YAZAR, KOLEKSİYONER, “DÜNYA KÜLTÜR BAŞHAKEMİ”

Selçuk Altun, benim gibi Fenerbahçelilik hastalığından muzdarip bir aydın. Biliyorsunuz, dünyada her yazar çizer sporla ilgilenmez, ilgilenmeyenlerin bir kısmı da agresif bir şekilde ilgilenenleri aşağılamayı sever. Biz de onlara güler geçeriz. Bir gün bu konuyu da detaylı yazmak isterim.

Onun üstün yazarlık düzeyini ailede önce ben keşfettim. İddialı bir okur ve mütevazı ancak çok başarılı bir yazar olan eşimin eline heyecanla Altun’un “Yalnızlık, Gittiğin Yoldan Gelir” kitabını tutuşturduğumda bana şüpheli gözlerle bakmıştı. Birkaç gün sonra kendisi peşimden koşuyordu, “Bu kitap muhteşem, nereden buldun bunu?” diye… Artık Sibel, bir Selçuk Altun fanatiği! Beni de solladı!

Güzel bir metin okumak, bazen yediğiniz nefis kokulu yemekler gibidir. Bir somon veya Bolognez soslu bir spaghetti veya rokforlu, balzamik soslu, avokadolu, hindibağlı, cevizli, mısırlı bir salatanın midenize iniş yaptığı gibi giriş yapar beyninize sözcükler. Altun’un kitapları inanılmaz kokulu bir çikolatalı sufle gibi süzülür benliğinize. Yutmaya kıyamazsınız. Aforizmaları ise, her biri ayrı bir lezzet taşımayı başaran dolgun kirazlara benzer. Uzun yıllar Cumhuriyet Kitap’da yazan Altun’u, şimdi Ot dergisinden takip edebiliyoruz. Benim de Altun’la dostluğum önce kendisinin güzel sanatlara olan yoğun ilgisinden başlamış, ardından Cumhuriyet ve Atatürk sevgisi, sarı lacivert aşkı, edebiyat sohbetleri üzerinden ilerlemiştir. Onun da çok sevdiği, 8 yıl önce kaybettiğimiz “Türk Bukowski” olarak adlandırılan ve yayıncısı olduğum New York efsanesi Erje Ayden, bir gece Altunlar bizim evde yemekteyken beni aramış ve onları telefonda tanıştırabilmiştim, böylece onların da derin yakınlıkları başlamıştı.

Altun, hayranlık duyduğum kelime zenginliği, beyin oyunları, kurgu zekası ve tümce akışkanlığı içeren kitaplarının ötesinde, adeta bir “dünya kültür bakanlığı genel arşiv sorumlusu” gibi her şairi, her ressamı, her romancıyı, hatta her siyasetçiyi ulusal ve uluslararası planda değerlendiren ve onlara hak ettikleri kadar, ama yalnız o kadar kredi vererek taçlandıran; bazen en ağır biçimde “giydiren” büyük bir başhakemdir! Bir insan, nasıl oturduğu yerden zamanı bu kadar ekonomik ve akıl almaz şekilde kullanarak tüm bu kıyaslamaları yapar, tüm bu kitapları okur, tüm bu inanılmaz alıntılar seçkisini ve cesur yargıları bizlere servis eder, bunu bildiğimiz üç boyutlu “Euclid Uzayı” ve kullandığımız 24 saatlik zaman dilimlerine sığdırarak gerçekleştirir, bunu pek anlamaya çalışmayın derim.

Selçuk Altun’un “Kitap İçin 4” aforizmalar derlemesindeki yorum ve alıntılardan 3284. madde: “Filozofları hükümdar ya da hükümdarları filozof olsaydı, devletler ne bahtlı olurlardı.” Eflatun (MÖ 427-347)

Yazı Tarihi: 23.09.2021
Paylaş
Benzer Yazılar