CHP Genel Başkan adayı Muharrem İnce konuşmasıyla Kurultay’ı ve bir ölçüde Türkiye’yi sarstı. Kurultay salonunda dinlendiği odada, kendisini ziyaret edip tebrik ettim. Ayrıca oğlumun da kendisini destekleyen gençlerden biri olduğunu sosyal medyada gösterdim, çünkü konuşmasında “Benim kadrom, sosyal medyada bu açık desteği veren, ilan eden gençlerdir” demişti. “Ben aday olsam ancak bu kadar destek verirdi” dedim, gülüştük. Kendisine getirilebilecek eleştirileri bir yana kaldırırsak, İnce’nin halkı ve gençleri etkileme kapasitesi gerçekten yüksek.
İnce konuşmasında çeşitli önemli vaatler vermişti. Bunlardan biri, seçildiğinde “bu imza rezaletine son vereceği” kararlılığıydı. Bunu duyduğuma sevindim. Aklıma şu soru takıldı: 2003 yılında Kurultay’da, geçen yazımda detaylı anlattığım tüzük darbesi yapılırken, Divan, açık sorguyla ve hatta tacizle her delegeye gözünün içine bakarak “kabul mü, red mi?” diye sorarken, Muharrem İnce o gün Divan Başkanı Abdullah Emre İleri’ye ne yanıt verdi? Nurettin Sözen, Abdülkadir Ateş, Hasan Fehmi Güneş, Ahmet Güryüz Ketenci, Mustafa Gazalcı, Berhan Şimşek gibi yüksek sesle “hayır” dedi mi? Yoksa Baykal ekibinin akıl almaz baskısına boyun eğdi mi? Siz olsanız merak etmez miydiniz? Ben merak ettim! Çünkü İnce “Önce kendinize bakacaksınız! Türkiye için istediğiniz demokrasiyi, Partiniz için de istemeye mecbursunuz” diyor, “İnsanlar ilkeleriyle tutarlı olmalı” diyor. Haklı. Çok haklı. O nedenle merak ettim. O gün benim emeklerim, adaylığım, 924-265 baskılı zoraki oylamayla çöpe giderken çok yalnız kaldım da ondan soruyorum... O gün İnce’nin tüm hakları gasp edilen adaylara verdiği bir desteği hatırlamıyorum. Ne 2003’teki Olağan Genel Kurultay’da, ne de 2012 Tüzük Kurultayı’nda ne de herhangi bir aşamada İnce’nin desteğini de anımsayamıyorum.

KURULTAY’IN ÖZETİ!
Ama bugünlere dönersek, CHP Kurultayı’nın özeti şu: Sokaktaki adam ciddi bir “değişim” bekliyordu, olmadı. Sokaktaki adam hayal kırıklığına uğradı. Örgütün kafası karışıktı. Kurultay’a gelmeden önce konuştuğu komşusu, benzincisi, teyzesi, lise arkadaşı, ortağı, neredeyse herkes “artık başka bir şey yapın, n’apacaksanız yapın ama böyle kalmayın” diyordu. Sonuçta duymak istediği bir heyecan vardı, artık seçim yenilgisine, yeni bir %25’e kimsenin tahammülü kalmamıştı. Herkes ayağa kalkıp, şahlanmak istiyordu, makus talihini değiştirecek “1” insan arıyordu. Evet Kemal Bey’in gerçekleştirdiği o muhteşem ADALET YÜRÜYÜŞÜ herkesi etkilemişti. Herkes saygı duymuş, kimse bu performansa inanamamıştı. Ama aynı kitleler, bırakın Ekmeleddin İhsanoğlu isimli tarihi gafı, ondan sonra gelen 16 Nisan Referandum gecesi, neden YSK önüne gidip oturma eylemi yapılamadığını kesinlikle anlamıyorlardı. Kılıçdaroğlu, saygı ve sevgi uyandırıyor, ama motoru beklenen seviyesinde ateşleyemiyordu...

DELEGEYİ ÖRGÜTTEN AYIRMAK
Her partinin kendi davranış biçimleri vardır. Her partinin bir yaşanmışlıklar birikimi, kendi örf ve adetleri vardır. Tabii ki delegelerin oturacağı yer örgütün oturacağı yerden ayrıdır. Tabii ki basının ayrı bir yeri vardır. Bazen milletvekilleri ve parti meclisi üyelerinin farklı oturacak yerleri vardır. CHP kurultaylarında tabii ki güvenlik kontrolleri vardır, ama sizi temin ederim ki delegeleri örgütten ve adaylardan koparmak için onların etrafına bir Çin Seddi örmek gibi bir şey bugüne kadar yaşanmamıştır. Cumartesi günü Kurultay başladığında bu izolasyona çok şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Bir de bu tavrı tamamlayan bir başka bilgiyi de Kurultay’ın en sonundan verecek olursak, düşünün ki delegeler oy verirken adaylar onlarla temas edip kendilerini hatırlatamasınlar diye yine ciddi bir barikat kurulmuştu ve yalıtımının tam olması isteniyordu. Bu da hiçbir zaman CHP kurultayların da görülmüş bir sahne değildi (Ankara’da kentin dışında yapılan 2004 Jandarmalı, tel örgülü kurultayı hatırladım, tek o benziyordu). Şimdi birisi kalkıp diyebilir ki “Efendim delegeler aday kartları ve broşürleri ellerinde tutmaya çalışmaktan, hareket edemez haldeydiler ve sürekli taciz altındaydılar,  o nedenle böyle uygun gördük”. İş bu kadarla kalsaydı, bu kararı uygulayanlar işin içinden bu bahaneyle sıyrılabilirdi belki. Ama öyle olmadı: Bu özel yalıtım ve koruma altında atılan oylar sayılacakken yine aynı şekilde, Parti Meclisi’ne seçilmeye çalışan adayların sandıkların açılışında bulunmamalarını ve sandıklara yaklaşmamalarını istediler! Hatta kendileri de aday olan milletvekillerinin kontrolünde sandıkların açılabilmesini teklif edebildiler! Bu da hiçbir zaman CHP tarihinde görülmüş bir olay değildi ve neden bu ucube karar alındı ve uygulanmaya çalışıldı, anlamak tabii ki mümkün olamadı! Sonuçta konunun başını ve sonunu toparlarsak, Olayın başında delegeler adaylarla karşılaşmasın diye, sonunda da adaylar geleceklerini belirleyecek sandıklarla karşılaşmasın diye ayrı ayrı bir izolasyona gidildi. Neydi bu büyük korku acaba...

ÜMİT KOCASAKAL VE ÖMER FARUK EMİNAĞAOĞLU
Kocasakal spor salonunun özellikle dışarısını pankart-afiş ve benzeri malzemelerle fazlasıyla donatmıştı. Aynen ulaşabildiği tüm medya organları ile röportaj yaptığı gibi... Ama bu yöntemlerin, ortaya koyduğu hedefle pek bir ilgisi yoktu. O fotoğraf ve broşürlerin hakkını verecek olan, delegelerdi. Halbuki onlar da, ilgi odağı olmaya alışmış insanlar olarak, Kocasakal ve Eminağaoğlu ile pek bir yakınlık kuracak ortamlarda bulunmamışlardı. Geçen yazımda da söylediğim gibi CHP Genel Başkanı olmak için, yüz bin milyon insanın değil, yalnız 635 delegenin oyu gerekli! Bunlar çok farklı ve derin hesaplar. Dernekler, barolar ve sendikalar üzerinden kitlelere yönelik sürdürülen siyaset ile, CHP içi siyaset, apayrı şeyler.
CHP’de ideal bir demokrasi yok. Ama tartışmasız Türkiye’de demokrasi tanımlamasına bir şekilde yaklaşan ya da yaklaşmaya çalışan tek parti. CHP’yi çıkarırsanız, Türkiye’de -ister sağ, ister sol- partiler arasında demokrasinin parodisi bile kalmaz. Ancak işte maalesef bu iki değerli hukuk insanı CHP için kafalarında çizdikleri farklı dünyayı Parti’yle ve delegelerle paylaşamadılar. Ben inanıyorum ki bu partinin kaybı oldu! Kurultay daha da şenlenir ve renklenirdi.

KURULTAY’DA GÜNDEM VE AKIŞ HATALARI
Kurultay’ın maddeleri yaşanırken, sıra görüşme ve müzakerelere geldi. O arada tualete gitmiştim -Kİ, inanılmaz şekilde yemin ediyorum 4 barikat ve iki kilitli kapı aşmak durumunda kaldım, yani “total yalıtım” o noktada bile sürüyordu! Dönünce bir baktım, olacak şey değil, konuşan Muharrem İnce! Nasıl olur ki? Onun başkan adayları arasında konuşması lazımdı! Ayrıca daha önceden kalkıp 5 dakika için havasını boşa harcaması, büyük bir taktik hata olurdu... Tam ne olduğunu anlamaya çalışırken, kimsenin de bir şey bilmediğini anladım. Sonradan anladığım şekliyle o anda olup biteni açıklayacaksak, iki alternatif vardı: Ya 49 mükerrer imza nedeniyle, İnce konuşmaya hak kazanıp kazanamayacağını tam bilemiyordu; bu nedenle müzakerelerde konuşmacılara tanınan beş dakikalık süreyi, elinin tersiyle ekarte ederek 70 dakika kadar süre kullanıp ana adaylık konuşmasını orada yapıverdi. Ya da dün Habertürk’te aktardığı gibi, Kılıçdaroğlu’na açılış dışında tekrar söz verilmesini yadırgamıştı ve o nedenle söz istedi... Bu noktada Sayın İnce tamamen hatalı, Kurultay akışını onca tecrübesine rağmen herhalde heyecandan hatırlayamamasına şaşırdım. Çünkü Genel Başkan önce gelir, hoş geldiniz konuşmasını yapar, ardından Divan Başkanı’nı seçtirip, yerine oturur. Ardından Parti Meclisi’nin faaliyet raporunu sunmak üzere tekrar kürsüye davet edilir. Tekrar açıldığından beri, CHP’nin istisnasız tüm kurultaylarına fiilen katılmış biri olarak bunu defalarca yaşadım. Buna rağmen tekrar Parti’nin duayeni Ali Topuz’a da danıştım. Tabii ki aynı görüşteydi. Yani İnce’nin şikayet ettiği bu durum, her kurultayda istisnasız defalarca yaşanmış bir durum!
Burada Parti’nin önemli isimleri Divan Başkanı Sn Yılmaz Büyükerşen’i eleştiriyorlar, müzakerelerde 5 dakika limiti olduğu için, orada adaylık konuşmasına girişen İnce’yi ikaz edip “bu konuşmanızı daha sonra yapacaksınız gündemimize göre” demesi lazımdı diyorlar. Ama Sayın Topuz ve benim gibi Partililer bu hamlenin bir adım sonrasını da görebildiğimiz için, aslında Büyükerşen’in salonun nabzına göre doğru kararı alıp, o ortamı bir kaosa dönüşmekten kurtardığını söyleyebiliyoruz. Çünkü yukarıda izah ettiğimiz gibi, yanlış sebeplerden Kılıçdaroğlu’nun tekrar salona çağrılmasına kızan İnce, ve onu çılgınca destekleyen genç Partililer, İnce’nin o mikrofonu 5 dakika sonra terk etmesi istendiğinde, kaçınılmaz şekilde o salonu kaoslu sloganlarla cehenneme çevirebilirlerdi. Sayın İnce yanlış anlamasın, o noktada gençler bunu anlayamazlardı diyorum, salon nabzı ve İnce’nin fiili olarak yarattığı durumla bunlar yaşanırdı. Büyükerşen, İktidar’ın eline büyük bir malzeme geçmesini engelledi. Cumartesi günü orada İnce’nin yaşadığı çelişkileri herhalde yalnız ben anlıyorum. Çünkü mesela ben o tüzük darbesiyle yaptırılmadığım konuşmayı ancak daha sonra “Korku İmparatorluğu” kitabımda yayınlayabilmiştim. İnsan o anda o kurultay salonunda o şansı kaybetmemek ve o hazırlığı gömmemek için her şeyi yapar. İnce’nin konuşmasını daha sonra ele alacağım. Ama işin ilginç tarafı İnce’den sonra müzakereler devam etti. Arada Hurşit Güneş, Dursun Çiçek ve benim gibi birçok isim konuştu. Daha sonra başkan adaylarının konuşması için, kura çekilmesi ve kimin ilk konuşacağının belirlenmesi lazımdı. Ancak mükerrer oy krizi, basından takip ettiğiniz şekilde, Kılıçdaroğlu’nun mükerrer imzalarda hak talep etmemesi ile çözüldü. Ancak İnce orada şu açıdan haklı: Hangi isimler 49 mükerrer imza atmışlardı? Bunun öğrenilememesi büyük şeffaflık eksikliğiydi ve İnce’nin “algı operasyonu” iddiası orada kuvvetlendi.  İlginç bir şekilde divan adaylardan “adaylık konuşması” için kürsüye gelmelerini istemedi veya  onlar da artık buna ihtiyaç görmediler çünkü ikisi de uzun uzun konuşmuştu. Dolayısıyla ilk defa bir CHP Kurultayı’nda, adaylar için sıra kura çekimi yapılmadı ve adaylar “aday konuşmaları” başlığı altında kürsüye gelmediler. Her ikisinin farklı başlıklar altındaki konuşmaları, adaylık konuşması sayıldı. Hayret! “Şu hayatta her şeyin bir ilki vardır” demekle yetindik...

GERÇEK ARAPSAÇI
Gerçekten Cuma günü CHP Genel Başkan seçimini 2003’ten beri meymenetsiz bir Arap saçına döndüğünü anlatan yazımı teyid etmek istercesine, Cumartesi günü skandalın eşiğinden dönüldü. Israrla hukuksuz ve çelişkili olduğunu anlattığımız “gizli oy açık tasnif” ilkesine uymayan imza adedi girişimi, resmen seçimin ayağına dolandı. 49 delegenin bu çift imza işine “imza atmış” olmaları, olayın absürtlüğünün, çağ dışılığının ve zavallığının göstergesi ve kanıtıydı. Kurultay’da yaptığım konuşmada “en kısa zamanda bu ucube Genel Başkan seçimleriyle ilgili tüzük maddelerinden kurtulmamız gerektiğini” anlattım. Seçimden sonra İnce’nin de vurguladığı gibi delegelere yapılan baskılar yüzünden Genel Başkan’ın aldığı imzalardan 293’ünün kendisine oy olarak rücu etmediğini gördük. Aynı şekilde neredeyse “126 imza desteğini bulamadı” propagandası ile karşı karşıya kalan İnce, nasıl 447 oy almayı başardı? Delegelerin yıllardır açıkça bu şekilde fişlendiği bir sosyal demokrat partinin toplumda güven duygusu yaratamaması maalesef sürpriz değil. Bu kadar ağır baskılar yapıldığının doğrudan kanıtı olan bu durum, gerçekten Parti’nin her platformunda tartışılmaya değer. Genel Merkez, kendi yetkilerinin gücü ile, Parti’nin seçim mekanizmalarına ve delegelerine “münasip” baskılar yaparak “sakıncalı” olacak imza ve destek maceralarına girişmemeleri konusunda “abi telkinleri” yapmaya başladığı zaman, bu maalesef Baykal döneminden beri zorla alıştırıldığımız bir yüz kızartıcı sistem olmaktan çıkamıyor.

MUHARREM İNCE’NİN KONUŞMASI
Muharrem İnce Kurultay başladığı andan itibaren, salona hakim olan sloganların ve izleyici desteğinin simgesi haline geldi. Kurultay açıldıktan sonra, İnce taraftarlarının salona hakim olan sesleri, çok ender görülen bir olaydır. Genelinde çok başarılı bir tempoyla seyreden bu önemli konuşmayı nasıl olsa dinlenmişsinizdir veya okumuşsunuzdur; ben size en çok alkış alan, en çok umut veren, en çarpıcı birkaç vaad başlığını hatırlatmakla yetineyim: Ekmeleddin İhsanoğlu iflasından sonra, yeni cumhurbaşkanı adayının 1.200.000 üyenin oylarıyla seçileceğini söyledi İnce; Bir diğer vaadi üst üste iki seçim kaybeden Genel Başkan’ın, mecburen tüzükte yer alan bir maddeyle istifa etmesi mecburiyeti idi. “Bana bile güvenmeyin, koltuğa oturan yapışıyor” dedi İnce. Bir de, benim “derhal terk edilmesi gereken özürlü absürd ucube sistem” diye dillendirdiğim Genel Başkan adaylığı için gerekli imza sistemini derhal kaldıracaklarını söyledi. Bu verilen sözlerin tutulması için en geç 45 gün içinde toplanacak bir Tüzük Kurultayı sözünü verdi. “Artık iktidara en sert şekilde haddinin bildirilmesi” gerektiğini hatırlatan İnce, “kim ne der” diye düşünmeden haklı olan herkesin yanında yer alacaklarını söyledi ve kadrosuzluk iddialarına karşı yeni parti kurmadığını kadroların burada partide zaten yer aldığını ve özellikle gençlerle çalışacağını vurguladı. Fakat bu konuda da şu sözlerini yadırgadım: “Şöhretli büyük insanlar istemiyorum büyük davaya inanmış adamlar istiyorum”. İyi de, bunun anlamı ne olabilir? Mesela yıllardır tüm yurdu arşınlayarak gezmiş, belki hapis yatmış, belki on kitap yazmış, saçını süpürge etmiş değerli ve kıdemli insanlar, sırf  şöhretli oldukları için artık tukaka mı ilan edilecekler? İnce “Benimle çalışmak için illa şöhretli olmaya gerek yok, her gence kapım açık” deseydi, bu çok daha doğru bir tavır olurdu. Bunun bir başka nedeni de şu: Konuşmasında, iktidara gelirse, her birini tasfiye edeceğini söylediği MYK üyelerinin yerine, anlattığı şekilde, her biri deneyimsiz isimsiz, “şöhretsiz” iyi niyetli gençler koyarsa, bu sefer bu senaryoya karşı delegeler de doğal olarak “İyi de, yarın parti kimin ellerinde nereye gidecek?” sorusunu aklına getirir. Parti kadrolarında gençliğin enerjisi ve daha ileri yaşların deneyiminin harmanlanmasının daima daha iyi sonuçlar vereceği ortadadır. Örnek mi istiyorsunuz? Mesela İnce “Kılıçdaroğlu’nun raporu sunmak için tekrar çağrılması hatalıydı” gibi bir gereksiz ısrarı yapmamış olurdu, birileri ikaz ederdi kendisini...
İnce Ayrıca “Seçim görevlilerimizi sandık başında ağlatmamak için ve il ve ilçe başkanlarımızı Kaymakamların önünde düğme iliklemeye mecbur bırakmamak için aday olduğunu” söyledi. “Kemal Kılıçdaroğlu’nu çok seviyoruz ama Cumhuriyet’i daha çok seviyoruz” cümlesi de anlamlı bir özetti. Konuşmasının sonunda kendisi için de coşkulu müzik çalınmasını beklemesi iki ayrı sebepten bir hataydı: Birincisi CHP geleneğinde hiçbir zaman Genel Başkan adaylarının konuşmasına müzik veya efekt verilmez; ikincisi zaten kendisi o kürsüye gündemin o noktasında müzakereler üzerine konuşulurken çıktı. Dolayısıyla orada bir sahne müzik koreografisi beklemesi gereksizdi. Sonuçta müzik verme-vermeme gibi bir konu üzerinden bir kötü niyet yoktu, olamazdı. Ayrıca salona girerken Genel Başkan’a ayrılan yükseltili alandaki kırmızı halıdan yürümesinin de CHP’nin yerleşmiş teamüllerine göre yapılması mümkün değildi. Kurultay’ın başında, zaten belirsiz olan adayların açılış koreografisine dahil edilmeleri de söz konusu hiçbir gün olmadı.

İNCE’NİN NAZAR BONCUĞU
1972’de Mayıs Kurultayı’nda İnönü-Ecevit çekişmesini aktarırken aslında Ecevit’in İnönü’ye karşı Genel Başkanlık yarışı içinde olmadığını söylemedi. İşin özünde ise Ecevit’in Parti Meclisi listesi, İnönü’nünkine karşı  8 Mayıs’ta kazanan listeydi. Yoksa İnönü, Ecevit’le yarışıp başkanlık koltuğunu kaybetmedi;  ve Parti Meclisi listesi kaybedince, o koltuktan istifa etti ve yerine bir hafta sonra Ecevit getirildi.

“MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ”
Ben ise yaptığım konuşmada Genel Başkan seçme yöntemini eleştirmek dışında, CHP’li olmanın Atatürk ile bağlarını anlattım ve haddini aşarak konuyu “Mustafa Kemal’in yoldaşıyız” diyenlere getirerek şunları söyledim:
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganını militarist bulanları anlamak mümkün değildir. CHP Atatürk’ün partisidir, Cumhuriyeti kuran, demokrasiyi getiren partidir. CHP’nin bu duruşunu küçümsemeye hiç kimsenin hakkı yoktur. CHP’nin duruşuyla ilgili bir sorunu olan bir arkadaşımız olabilir, ama bu arkadaşımız CHP’de siyaset yapmaz. CHP’de, CHP’nin ilkelerine aykırı siyaset yürütemezler. CHP’de siyaset yapan herkes “Mustafa Kemal’in askeriyiz” söyleminde hiçbir militarizm olmadığını bilir. Askeriyiz demek, biz onun ilkelerinin, devrimlerini, altı okunun, özgür yurttaş idealinin arkasındayız demektir. Halka karşı siyaset yapılmaz. Bizim gönlümüz Atatürk’ün parsellediği yollarla kaplıdır” Konuşmamı Youtube’dan izleyebilirsiniz.

PEKİ ŞİMDİ NE OLACAK?
Sonuçta Muharrem İnce, 2014’de yarışı kaybettikten sonra centilmenlikle sonucu kabul edip el ele kol kola Kılıçdaroğlu ile mücadeleyi beraber devam ettikten sonra, bu sefer tamamen farklı davranıp parti içi mücadeleye sürekli olarak devam edeceğinin sinyallerini verdi.  Parti Meclisi listesini teorik olarak İnce listesinden delmiş olan Tuncay Özkan ve başka sert taş isimlerin de PM ye girmiş olması, eş-dost kontenjanları nedeniyle ciddi eleştiriler alan Parti Meclisi’nin, hareketli günlere sahne olacağının habercisi.
Ama İnci’nin vurguladığı gibi sonuçta hangi mücadeleler verilirse verilsin herkesin anlaması gereken şey şu: CHP’den istifa kimseye bir şey kazandırmaz. İstifa edenler daima pişman olur ve fiyakaları bozulmuş olarak geri gelirler. Bu nedenle hiçbir örgütün hiçbir delegenin hiçbir üyenin buna yeltenmeyi aklına bile getirmemesini öneririm. Tecrübeme güvenin. Mücadele parti içinde olur ve bu pişmanlığın dönüşü olmaz... Parti içi çekişme nasıl veya başkan kim olursa olsun, ülkeyi öyle sıcak günler bekliyor ki, en sade üyesi veya destekçisinden en zirveye kadar parti 2019’a yol alırken kenetlenmeye mecbur.
Bir başka tahminim, İnce’nin Parti içinde yürütmeyi aklına koyduğu mesafe ve soğukluk tutmaz. Türkiye gündemi, CHP içi böyle uzun kavgaları pek taşımaz bence... Ama yeni bir Kurultay istenir mi? Evet istenir! CHP, heyecanlı kurultaylar partisidir...

Etiketler: CHP
Yazı Tarihi: 06.02.2018
Paylaş
Benzer Yazılar
Videolar
Alt
Bedri Baykam Interview for Visual Adventures Exhibition - Gloria Delson Contemporary Art