Adamlar bırakmadılar, usanmadılar… Namus kavramı, örf-adet seçkileri veya cinsel yönelimlerine karşı artan tutuculuk, muhafazakarlık, özgürlük düşmanlığı, demokrasi yoksunluğu, bireyin tercihlerine saygısızlık, adına ne derseniz diyin, her şekilde bir saldırı içindeler. Hatta bu tavırlarıyla oylarının adım adım eridiğini de algılayamıyorlar. Onlara göre “cinsellik”, evli erkek ve kadının misyoner pozisyonda ve tercihen fazla zevk almadan yapacakları basit bir çocuk yapma birleşmesinden ibaret olmalı. Bu şablonun dışındaki her şeye saldırmak için tetikte bekliyorlar ve her biri “namus ve ırz bekçisi”.
CİNSEL ÖZGÜRLÜK DÜŞMANLARI
Bir de madalyonun diğer tarafı var. Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet, tecavüz, taciz, istismar... Her biri gündeme geldiğinde, suçluları korumak, onlarla dayanışmaya girmek, onların mahkumiyetini zorlaştırmak, onları bir şekilde “uydurma” hukuki ara yöntemlerle aklamak için bin dereden su getiriyorlar. Yani hem cinselliğe karşı inanılmaz bir özgürlük düşmanlığı, kompleks ve kıskançlıkla her türlü mücadele bayrağını açıyorlar hem de saldırıya, tacize, tecavüze, istismara uğrayan kadınlara veya çocuklara karşı yasal boşluklardan faydalanıp hukuki planda mağduriyetleri yoksaymak için sanki birbirleriyle yarışıyorlar.
Bu sözde ahlakçıların izansız, mantıksız, mesnetsiz tavırları bizleri resmen kusturuyor.
Farklı cinsel yönelimlere özgürlük talep eden insanlar, ki bunların arasında heteroseksüeller de var, her yıl haziran ayında “LGBTİ+ Onur Yürüyüşü” yapıyorlar. Biliyorsunuz, Türkiye’de 2015 yılına kadar, giderek artan bir katılımla bu yürüyüş gerçekleşiyordu ve polis, yürüyüşçüleri homofobik bir saldırıya karşı koruma altında tutmak için olay yerinde bulunuyordu. Sonra ne mi oldu? Herhalde şu tarikata veya şu şu ilim vakfına veya bu şeyhe yaranmak için bu uygulama kalktı ve dünyanın her medeni ülkesinde olduğu gibi bu yürüyüşü yapmak isteyenler, dayak, gözaltına alma, gaz bombası, cop, taciz, küfür ve şiddetin hedefi olmaya başladı. Zaten, 2013’te Gezi sonrası kitlesel görünürlük ve halk protestolarına karşı alerji geliştiren iktidar, eylemleri önce suni bahanelerle, sonra da kitabına uydurarak yasakladı. Hedef onları yıldırmaktı. Muhakkak belirli bir oranda başarılı olmuşlardır: Yürüyüşlerin kapsama alanı artacağına, yükseleceğine tersine daraldı. Polis hiç çekinmeden dayak ve laf atmaktan, taciz etmekten rahatsızlık duymuyor. Hatta kahvede oturan ve şiddeti kınayan konu dışı vatandaşlar da polisin hedefi haline geliyorlar!
SANA NE OLUYOR? KİME NE?
Geçtiğimiz yıllarda en önemli ülkelerden birinin başkonsolosu, açık eşcinsel hayatını bir vatandaşımızla birleştirdi. Buna o günlerde tepki vermeye iktidarın gücü yetti mi? Tabii ki hayır. Ama bugünkü yüz kızartıcı agresif tavırlarına bakarak anlıyoruz ki çok dedikodu yaparak aralarında “kınamışlardır” herhalde!
Bu ülkede, en ilkel/maganda tavırla küçük dünyaları ve onun çizdiği normlara göre kendini namus bekçisi sayan güruh, gay, lezbiyen veya biseksüel olmayı herhalde “ayıp-günah-utanılası” buluyorlar ki, bu şiddet kullanılan ve insan haklarını yerle bir eden uygulamaları savunarak, dozunu arttırma peşinde koşuyorlar. Türkiye bu konuda nasıl “LGBTİ+’ya yeşil ışık” konumundan “kırmızı ışık’a geçti biliyor musunuz? Ben size söyleyeyim: Kimler Erdoğan’ı İstanbul Sözleşmesi’ne karşı doldurup o imzayı baskıyla geri çektirdilerse, aynı Orta Çağ zihniyeti taşıyanlar bunu da becerdiler.
Cinselliğini istediği gibi yaşayan insanların kararlarından size ne? Nedir bu? Gizlemediğiniz bilinçaltı kıskançlıklar mı? Onların yatak odasına illa girmek gibi gizleyemediğiniz bir arzu mu? Size neee?!? Dünyada bu konuda yerleşmiş “consenting adults” (rıza gösteren yetişkinler) diye bir kavram var. Penis ve vajina aktivitelerinden başka uğraşacak bir konu bulamadınız mı?
Bu zavallı, azgın, müdahaleci güruhun tek alanı bunlarla da sınırlı değil: Mesela bekar erkeklere daire kiralanması, hele genç kız öğrencilerin veya mesela dul kadınların kiraladıkları dairelere erkeklerin girip çıkması, poligam insanların “bu aktivitelere girişiyor olabilecek olmalarının olasılığı” bile bu tipolojiyi çıldırtmaya yetiyor! Yahu size ne? Siz işinize bakın, ekmekleri satın alıp dairelere dağıtın, ikametgah evraklarını imzalayın, evde ortalığı süpürün, sokakta bisiklete binin… Ama “hangi daireye kim girip çıktı ve içerde ne yapmış olabilirler?” gibi sapık düşüncelerle yaşamaktan ya kendinizi kurtarın, kurtaramıyorsanız nefretiniz kendi içinizde patlasın bunu dış dünyaya yansıtmayın!
Galatasaray’lı genç futbolcu Taylan Antalyalı, LGBTİ+’ya destek veren bir tişörtü sosyal medyada giydi. Yobazların hakaretleri dışında, TV 100’de iki kişi, Emre Bol ve Turgay Demir, bu fotoğrafı acımasızca eleştirmenin ve demokratik tahammül seviyesizliklerini kanıtlamanın ötesinde “Antalyalı’nın bir daha milli takımda oynamamasını” savunmaya kadar gittiler! Madem beyin aktiviteleri o noktaya kadar gerileyebilmiş, o zaman bizim de “Emre Bol ve Turgay Demir bir daha gazeteci ve televizyoncu sıfatıyla medyayı kirletmesinler” talebini ortaya koyma hakkımız var değil mi? Galatasaray yönetimine de, “amasız-fakatsız” bir şekilde Antalyalı’nın arkasında durmasını alkışlıyor ve kendilerine çok teşekkür ediyorum!
ELMALI DAVASI SKANDALI-DANIŞTAY’IN “İSTANBUL SÖZLEŞMESİ” KARARI
LGBTİ+ dayak-şov skandalları, anlaşılan bu güruh için dünyaya rezil olma konusunda yeterli kalmıyor. Tam rezil rüsva olmak için, yalnız yetişkinlerin yaşam tarzına saldırmak yetmiyor. Bir de çocuklara yönelik istismarları koruma altına almaları lazım! Dikkat edin, çocukları koruma altına almaktan söz etmiyorum. İstismar ve tecavüzcüleri koruma altına alanlardan söz ediyorum. Elmalı Davası konusunda yapılan bir sürü yüz kızartıcı hukuk uygulaması, aynen suçlu kravat taktı diye iyi hal indirimi yapma peşinde koşan zevatla aynı seviyede. Lütfen gündemdeki bu olayı baştan anlatmamı beklemeyin. Ama hukukun bu gidişatı hiç umut verici değil. Evrensel hukukun savunduğu düşüncelerin gereklerini değil, iktidarın işaret ettiği konuların savunusunu yapıyorlar. Çocukların mahvolmuş psikolojilerini savunacaklarına, bunun üzerine kafa yoracaklarına, hala akıl almaz şekilde, istismarcıların suçlarının kesin kanıtlarını istiyorlar. Lütfen UCİM’i ve Saadet Öğretmeni takip edin, gösterdikleri mücadeleden ötürü hepimiz minnettarız. Kendisinin de açıkladığı gibi, 4. yargı paketi ile değiştirilen ve talep edilen somut delil uygulaması her şeyi daha da kötüye gitmesini sağlıyor ve bu istismarcıların kendini savunma argümanı haline dönüşüyor. Kötü insanların cirit attığı bir dünyada devlet çocukları korumalıdır, istismarcıları değil!