Haftalardır Türkiye’de “deprem”e neden olduğu söylenen “MHP Kasetleri” senaryolarına  bakıyorum da, yaşananlara bir anlam veremiyorum. Bence bir (sözde) kriz, bundan daha kötü yönetilemezdi! Yapabileceğim tek mukayese, benzer başka senaryolarla iliği boşaltılan farklı bir kurumun gösterdiği yanlış tepkiler dizisi. Acaba MHP, “Tezgahlara karşı nasıl davranılmaması gerektiği” konusundaki ters öğretisini, oradan  mı aldı diye bir düşünceden başkası gelmiyor aklıma…

Bir kere olay en başından itibaren rakibe, düşmana ve onun tezgahlarına prim vermekle başladı. MHP, kasetlerde yüzü görünen, adı geçen siyasilerin derhal istifasını istedi. Bunun verdiği ilk mesaj şu oldu:” Bakın bize scud füze attınız ve hedefi 12 den vurdunuz. İstediğiniz oldu ve Parti karıştı, istifalar başladı”. Böylece bu kirli maçın ilk dakikasından itibaren sanki ortada adı geçen insanları lekeleyecek bir büyük “suç” olduğunun kabulü kamuoyuna sunulmuş oldu. Buna karşın, tezgah suçunu siyasete bulaştıran ayıplı ve gerçek “kriminal” suçluların affedilemez durumları, 2. hatta 3. plana düştü ve kamuoyu, bu tehditlere boyun eğen, her tezgaha karşı “boynum kıldan ince” diyen bir MHP gördü. Kısa bir süre sonra gelen 2. dalga (!) kasetlerden sonra, bazı milletvekili adayları, en başından beri gösterilmesi gereken tavrı sergileyip, “bu işler yalnız eşimi ilgilendirir, istifa etmiyorum” dediler ama ilk dalgada zorla istifa ettirilen vekil adaylarına herhalde ayıp olur düşüncesinin getirdiği baskıyla onlar da çekilmek durumunda kaldılar! Böylece günden güne, istenilen oyuna gelen, tuzağa düşen, AKP’nin önünü açan bir otoban oluşturulmaya başlandı.

Halbuki çirkin tezgahın ilk dakikasında söylenecek tek şey vardı: “Sizler birer kirli röntgencisiniz. Bu tavır size yakışıyor. Milyonların hukuksuzca dinlenebildiği yerde, yüz binlerce insanın da evine, işyerine gizli kamera konduysa bunda şaşılacak bir şey yok. Sizin mesleğiniz bu: tezgah kurmak, pornografi üretmek, bel altı siyaset yaparak ülkeyi istediğiniz seviyelere kadar düşürmek: size hodri meydan diyoruz. Bu kasetleri ailece tekmili birden sabahtan akşama oynatmazsanız namertsiniz. Hadi şimdi buyurun gidin, o gecikmeli kapattığınız sitelerle insanları yormayın, sinema salonlarınızı doldurup kendi yansımalarınızı izleyin, gerçek mesleğinizi ilan edin, biz yarından tezi yok, bu alçak suçu kim işlediyse kaçtığı son deliğe kadar kovalayıp hukuk önünde hakkımızı arayacağız. Vekil adaylarımızın da arkasındayız”.

MHP şayet bu hamleyi yapsaydı, o tezgahlar, o sözde roketleri atanların ellerinde patlayacaktı. Ama olmadı. Karar mekanizması ilk dakikadan itibaren yanlış işledi. 3. dalga şantaj mafyası devreye girdiğinde, çok gecikmeli olarak Sn. Bahçeli, yukarıda sözünü ettiğimiz tavrın bir benzerini ortaya koymaya çalıştı, ama olmadı. İşler çarpık başlamıştı bir kere ve bu ses bir yere ulaşamadı ve yine istifalar birbirini kovaladı. Çünkü yol açılmıştı artık: “Biz niye istifa ettik o zaman? Onlar da istifa etmeli” düşüncesi önlenemezdi… MHP'nin kendisine soramadığı ve toplumla paylaşamadığı sorular şunlardı: “ adı geçen adaylarımız, bir tecavüze mi karışmışlar? Bir çocuk tacizi mi yapmışlar? Vatan sırlarını sınır ötelerine mi satmışlar? Yolsuzluk mu yapmışlar? İhaleye fesat karıştırıp, bunları eşe dosta peşkeş çekip, yüce divanlık mı olmuşlar? Ülkenin bölünmesi için pazarlıklara mı girişmişler? Hayır, bu insanlar hakkında buna benzer hiç bir suçlama yok. Bu iddialar ve çirkin tezgahlar, onların eşlerini ve ailelerini ilgilendirir, onların özel hayatıdır, bizimle olan ilişkilerinde bağlayıcı değildir”.

İşte böyle bir tuzağın içine balıklama atlayarak kendi intiharına koştu MHP. AKP’nin suyundan giderek, onun seçim konuşmalarına malzeme olarak, bir çıkışsız labirente hapsoldu. MHP oylarını kendine çekerek, bu partiyi baraj altı bırakıp dikta emellerine erişmek isteyen AKP ise, kendine göre demagojik izahatlar bulup, ekmeğine yağ sürüyor… MHP kamuoyunda istifalarıyla “suçunu” (!) kabul eden Parti konumuna düşerken, dış istihbarat birimleri ve malum tarikat uzantılarıyla üzerine kara ağlar çökertilmesini, hedef olduğu iğrenç tezgahları artık inandırıcı şekilde kamuoyuna sunamıyor. Geç gelen kararsız ve çelişkili açıklamaların da merhem olamadığı bu kötü pozisyondan bu saatten sonra nasıl çıkacaklar, orasını ben de bilemem! Ama en azından bu hatalarının kamuoyu ile paylaşılması ve dikkatlerin esas suç odaklarına çekilmesi, ilk gerekli hamle olabilir…

Yazı Tarihi: 24.05.2011
Paylaş
Benzer Yazılar
Videolar
Alt
Kent ve Yaşam- 26 Mayıs 2018- Osman Güdü- Bedri Baykam- Ulusal Kanal