Kendi döneminde Atatürk’ün Türkiye için öngördüğü modelin kökeninde her türlü totaliter modelden uzak özgür ve bağımsız bir ülke vardır. Atatürk, saltanat ve şeriata karşı çıkarken, en az onlar kadar, şekillendirmekte olduğu Türkiye modeliyle her türlü dikta rejimi arasına büyük mesafe koymuştur. Çünkü Mustafa Kemal gençliğinden beri Voltaire, Rousseau ve Diderot gibi yazarların düşüncelerinde somutlaşan 1789 Fransız Devrimi’nden esinlenmiş, özgürlüğü modelinin merkezine almıştır. Dolayısıyla ister sağ diktatörlerin oluşturduğu katı rejimlere, ister Marksizm-Leninizm’e sıcak bakmamıştır. Sosyalist ülkelerdeki yapı ve Kemalizm arasındaki net farklar şunlardır:
Kemalizm hızla çok partili rejime geçmek istedi ve bunu 1946’dan önce de denedi; farklı fikirlerin yasak olduğu bir dünya yerine, ülkenin kuruluş felsefesini kabul eden bir yapıda muhalif partilerin oluşması için çaba harcadı, demokrasinin itici gücüne inandı. Kemalizm, Sovyet blokta görülenin tersine, devletin ekonominin tamamını kontrol edeceği bir tekel istemedi, tersine İzmir İktisat Kongresi’nde somutlaştırdığı gibi, serbest piyasa ve özel sermayenin ekonomik girişimlerinin önünü açtı. Kemalizm dini yasaklamaya yeltenmedi, herkesin inancını rejimin kuralları içerisinde özgürce yaşamasına olanak verdi. Kemalizm “halkçılık” ilkesiyle, halkı arkasına aldı, bir rejimin içine kimseyi zorla hapsetmeden devrimleri gerçekleştirdi. Gelecek kuşaklar, bir gün sözde erişilecek ütopik bir refah adına kendi ülkelerinde hapis hayatı yaşamadılar. Kemalizm, Sovyet rejimi gibi ideolojisini dünyaya yaymaya çalışan agresif bir dış siyaset izlemedi, “Yurtta sulh, cihanda sulh” felsefesiyle dünyayla karşılıklı saygı ilişkileri içerisinde bir barış politikası takip etti. Atatürk’ü ve Kemalizm’i model alan liderler ise, bunu hayranlıkları doğrultusunda kendiliğinden yaptılar. Mustafa Kemal çok net olarak Sovyet modeline başından beri karşı çıkmış, bunu özgürlükler ve ekonomik yapı açısından kendi söylemlerinde netleştirmiştir.
Zaman Atatürk’ün öngörülerini haklı çıkardı. Bir yandan Batılı müttefiklerle savaşan büyük lider, diğer yandan da ödün vermeden, başka hiçbir güç odağına yanaşmadan kendi felsefesini yaşama geçirdi. Bugün de Atatürk modelinin dimdik ayakta olması, 21. Yüzyıl'ın ekonomik gerçekleri ve yaşam tarzıyla ters düşen hiçbir zerresinin bulunmaması yadsınamaz bir gerçektir. Karma ekonomi modeli, bugün gıpta ile bakılan ileri batılı ülkelerin de kullandığı modeldir.
Kimi arkadaşlar, makalemin başlığındaki “Kemalizm dimdik ayakta” sözlerine takılmışlar. Yaşadığımız sürece bakıp tam tersine, Kemalizm’in çok zor bir durumda olduğuna işaret ederek… Buna verilecek yanıt ortada: Kemalizm bugün iddia edilenin aksine, felsefe, ekonomik model ve pratik uygulama olarak dimdik ayakta olduğu için bu akıl almaz saldırıların odağı haline gelmiştir. Ortadoğu coğrafyasında yeni Mustafa Kemal modelleriyle beslenen ülke istemeyen emperyalist güçler, Türkiye’de ılımlı İslam modelini pervasızca destekleyerek laik Atatürk dönemini kapatmak isteyenlere kol kanat germişlerdir. Keza, hapislerde demokrasi nöbeti tutan aydınlarımız, Kemalizm’in güçsüzlüğünü değil, yaşayan gerçek gücünü göstermektedirler. Yoksa bir düşünceden ürken ve onu yok etmek isteyenler sahte suçlamalarla ya da top tüfekle bir ülkeye veya aydınlarına saldırabilirler. Hatta hepsini yok edebilirler. Bu bile o düşüncenin artık devrini doldurduğunu değil, tersini kanıtlar. İşin özünde Kemalist Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun nedeni, Cumhuriyeti kuran CHP ve TSK gibi kurumların ve “bürokrasi”nin kendilerine karşı yürütülen psikolojik savaşa teslim olmalarıyla ilişkilidir. Yoksa Kemalizm gülünç şekilde yaratılan ithamlara karşı, dimdik ayakta duran bir ideolojidir. İnsan doğasına ve onun 3. Binyıl'daki gelişim sürecine uygun, felsefesi, ekonomik modeli, hümanizması, demokrasiye, ırkçılık karşıtlığına, eğitime, bilime, sanata verdiği önemle, esnekliğiyle, tartışılmaz derecede geçerli ve çağımıza uygun bir modeldir. Aksi takdirde bu “cadı avına” dönüşen saldırılara zaten uğramazdı!
Marksizm’in yine tartışılmaz derecede hümanist hedefler içeren ama uygulanabilirliği olmadığı yaşanan süreçle somutlaşan bir siyasal akım olduğu ve öte yandan Kemalizm’in “çağ konvertibilitesi”ni rahatça sürdürmesinin başlıca temel gerekçeleri bunlardır.