İran’da yaşanan olaylarla ne kadar empati kurabiliyorsunuz? Mahsa Amini’nin yaşadığı korkunç ölümü protesto edenler arasından, ortada dolaşan resmi rakamlara göre 100’e yakın insan yok edildi. En az 5.000 kişi molla rejimi altında tutuklandı. Kadınlar korku duvarlarını aştılar ve pes etmiyorlar. Bu noktada bizlere düşen tek şey olabilir: Yalnız İranlı kadınların değil İran halkının tamamının özgürce ve demokratik bir ortamda yaşama haklarına katkı vermek, onların özgürleşmelerine elimizden gelen her güçle yardımcı olmak…
İran, 1979’a kadar Şah Rıza Pehlevi’nin ağır faşist baskısı altında kıvranıyordu. O günlerde de demokratik bir rejimden veya insan haklarına saygılı bir devletten bahsetmek mümkün değildi. Büyük bir gösteriş ve israf içinde yaşayan Şah ve ailesini, İran ordusunun yanı sıra CIA’in yardımıyla kurulan ve tüm muhalifleri sindirmeye programlı bir örgüt haline gelen SAVAK adlı istihbarat teşkilatı koruyordu.
Sonuçta İran halkı, Şah’ın faşizminden kurtulmak için yeni bir yol bulduğuna inandı, inandırıldı. Yobaz dinciler, kendilerini Şah’a karşı baş kaldıran demokrasi âşıkları gibi gösterdiler ve kendileri gibi Şah rejimini yerle bir etmek isteyen komünistlerle iş birliği yaparak İran “devrimini” gerçekleştirdiler. Ben ömür boyu İran’da yaşananlara devrim demedim. Çünkü bana göre onlar korkunç bir rejimden, daha da korkuncuna geçiş yaparak daha da geri gittiler. Bana göre gerçek bir devrim, toplumu demokratik olarak ileriye taşıyandır.
Belki genç arkadaşlar, 1979 İranı’nda yobazlarla ittifak kuran solcuların, komünistlerin, sosyalistlerin, demokratların başına ne geldiğini bilmiyordur. Hiç uzatmadan özetleyelim: Onlar mollalar tarafından 19 Temmuz 1988 sabahında yataklarından toplatılarak başlayan süreçte meydanlarda vinçlerle asıldılar ve Khavaran’da toplu mezarlara gömüldüler. Oysa hepsi de kendilerini, idealist, özgürlükçü, güçlü ve donanımlı görüyorlardı. Ama maalesef temel bir bilgiden yoksunlardı: Din sömürüsüne beynini kaptırmış bağnazların ne bir anlaşma, ne bir iş birliği, ne bir pazarlık yapılacak kadar güvenilir oldukları gerçeğinden... Sonuçta onların, bu ağır hakikatleri kendilerine anlatacak bir Atatürkleri olmamıştı. Kadınlar da kandırılmış ve 1986’dan sonra birden değişen İcbari Hicap yasalarıyla kapanmaya mecbur edilmişlerdi.
Solcuların ve komünistlerin yobazlara kanmalarını kolaylaştıran bir başka konu, Amerika’nın ortak bir düşman olduğuna inanmaları ve “düşmanımın düşmanı dostumdur” mantığıyla dincileri müttefikleri sanmalarıydı.
TÜRKİYE’DEKİ GÖSTERİLER
Başta, İran’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nun önünde ve Ankara’nın ünlü Sakarya Caddesi’nde olmak üzere ülkemizin onlarca yerinde, kadınlar ve demokrat insanlar nihayet ayağa kalktılar ve 43 yıldır ezilen, özgürlükleri elinden alınan, katledilen, zindanlarda çürüyen İran halkının güzel insanları için sokağa döküldüler. Herhalde sonucun ne olduğunu haberlerden takip etmişsinizdir: Maalesef bu direnişi gösteren onurlu kadınlarımız yerlerde sürükleyerek gözaltına alındılar! Yani LGBTİ+’ların başlarına gelenin belki daha da beterini yaşadılar!
Konuya dair tepkisini ortaya koyan Cumhuriyet yazarı Zülâl Kalkandelen’in yobaz basın tarafından çirkefçe doğrudan hedef haline getirilmesi, toplumun bunu pasif gözlerle izlemesi, yine acıklı ötesi bir siyasi duruş noksanlığına işaret ediyor. Kalkandelen’e sevgilerimi ve dayanışma duygularımı yolluyorum! Onu ve bu protestolara katılan demokrat insanlarımızı ayrı ayrı kutluyorum.
Kadınların muhteşem tepkisi şu sözlerinde somutlaşıyor: “Biz kadınlar bize dayatılan ahlakı, bizi hapsetmeye çalıştıkları aileleri, bizi mecbur etmeye çalıştıkları güvencesizliği, bizi maruz bıraktıkları erkek şiddetini tepetaklak edecek güce sahibiz. Bugün İran’da yarın her yerde; dünyayı yerinden oynatacağız.” Onlar artık “erkek devlet” mantığıyla örgütlenmiş her resmi teröre meydan okuyorlar… Her yerde!
Maalesef son zamanlarda Türkiye, eğer Amerika’dan gelmiyorsa, tüm kötülüklere karşı tepkisizliğin genel kural haline dönüştüğü ve bu sessiz kabulün giderek yayıldığı bir ülke haline geldi. Mesela kimi gençlerimizin, aydınlarımızın Rusya’nın Ukrayna’daki katliamlarına karşı sergiledikleri pasif tavrın utancını iliklerimde yaşıyorum. Bunun onda birini bugün Amerika yapsaydı yeri görü inletirlerdi! Ki yirmi yıl önce benzerini Irak’ta yaptıkları zaman yeri göğü zaten inletmiştik… Ve yine aynı kayıtsız yaklaşımı “Mollaların gitmesi Amerika’ya yarar; Amerika’ya sıcak bakan yeni bir rejim gelebilir, o yüzden biz sessiz kalalım, Orta Doğu’da Arap baharında yaşandığı gibi oyuna gelmeyelim” mantığıyla bu kez İran için sürdürüyorlar.
YETER! ARTIK MAĞDURLARLA EMPATİ KURUN!
Dün Ukrayna konusunda bizi Putin ile empati yapmaya çağıran aydınlar, şimdi de herhalde mollalarla empati kurma niyetinde! Yeter ki hiçbir hamlenin dolaylı olarak bile Amerika’ya fayda sağlama ihtimali olmasın! Varsa yoksa tek dertleri bu! İran’da kadınlar öldürülmüş, gençler zindana atılmış, internet/iletişim/özgürlükler tamamen askıya alınmış, onların umurunda değil! Yeter ki kafalarındaki kurdukları jeostratejik dengelere halel gelmesin!
Yeter artık arkadaş! Empati kuracaksan İrşad Devriyeleri adındaki ahlak polisi tarafından saçı görünüyor diye alçakça dövülerek öldürülen Mahsen Amini ile kur, onu savunurken ölen İranlı kadınlar ve onların aileleri ile kur, makalesini yazamayan gazetecilerle, özgürlük solumak isteyen İranlı gençle kur, her an rejimin yarattığı şiddet sarmalının tehdidi altında yaşayan milyonlarca insanla kur! Dünya sizin Monopoli oyununuz değil! Olaylara ezilenlerin gözünden bakın. Nasıl kendimizi Irak’ta, Suriye’de mağdurların yerine koyduysak, bugün Ukrayna ve İran’da da koyun!
Aslında İran ve Rusya yönetimlerinin tabii ki birbirinden pek farkı yok… Her zaman söylüyorum ve tekrar ediyorum: Tek adam, tek parti ve demokrasi düşmanlığı üzerine kurulu rejimlerin adı ister mollacılık ve dincilik, ister ağır faşizm, ister diktatör sosyalizmi olsun, aralarında hiçbir fark yok! Zaten bu nedenle İran ve Rusya arasında resmi yakınlaşmalar gittikçe artıyor! Şaşırıyor muyuz? Hayır. Buşehr Nükleer Santrali ve Hazar Denizi ülkeleri iş birlikleri yalnız ekonomik yakınlaşmalar. Konu sadece ekonomik ve stratejik ittifak da değil. Aslında onların ruhu yakın! Mesela aleyhlerine yapılan gösterilerde acımasızca polisi halkın üstüne sürmek, zindanları, gerekirse morgları doldurmak, onların ortak ilgi alanı… Zaten tercih ettikleri baskıcı faşist rejim tarzı dışında artık onları yakınlaştıran bir başka ana mevzu daha var: o da tabii ki ortak Amerika düşmanlığı. Bu da yeter de artar bile…
ATATÜRK TÜRKİYESİ-HUMEYNİ İRANI FARKI
Aslında şu dünyada cereyan eden her şey, bizi Mustafa Kemal’in büyük vizyonu ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyor olmamızın gururunu ve farkını bize her an hissettiriyor. İran rejimi, solcuları kandırıp onların yardımıyla iktidara geldikten ve onları ortalıktan temizledikten sonra kendilerine tehlikeli rakip olarak tabii ki Türkiye Cumhuriyeti’ni gördüler. Bu nedenle İran’ın Kum kentinde eğitilen dinci teröristler, doksanlı yıllarda Umut Davası’nda ayyuka çıktığı gibi, ülkemizde yok edilen değerli aydınlarımızın katilleri arasında yer aldılar. Nedeni gayet basit: İranlıların, komşu Türkiye’de halkın hem laik hem Müslüman olması hem de demokrasi içinde özgürce yaşaması gibi bir alternatif örneği görüp bundan etkilenmemesi… Türkiye’deki rejimin yobazlaşması adına doğrudan katkılarda bulunmaktan çekinmedi mollalar! Bu dönemlerle ilgili ülkemizin tarihini özetleyecek değiliz, ama halkımız en zor anlarında kendi siyasilerinin eğreti duruşlarına rağmen, Atatürk’e, Kemalizm’e, Cumhuriyet’e ve devrimlere sahip çıktıklarını kanıtladılar dosta düşmana… İran rejimi ise, Atatürk Cumhuriyeti örneği karşısında tir tir titremeye ve buz kesmeye devam ediyor…
Atatürk Türkiyesi’ni temsil edenler, İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılmasına tabii ki ağır tepki veriyor! Kadına şiddete karşı göğüslerini siper ediyorlar! Bu duruşa karşı çıkanların gizli ajandasını varın siz tahmin edin.
İran halkı en az Avrupalılar kadar, en az Türkiye kadar, en az demokrasinin tadına varmış dünyadaki her ülke kadar özgürlüğü hak ediyor. İranlı kadınların nasıl yaşayacakları ya da neye inanıp inanmayacakları konusunda kimseden bir fetva almaya ihtiyaçları yok. Zaten sevgili Örsan Öymen’in on gün önceki makalesinde hatırlattığı gibi Kuran’da kadınların saçlarını bugün dayatıldığı şekilde örtmesi konusunda bir emir bile yok! Yine Öymen’in “İran ve Başörtüsü” başlıklı yazısında dile getirdiği gibi, “İran İslam Cumhuriyeti” cümlesi zaten ağır bir çelişkidir, çünkü teokratik bir devlet bir cumhuriyet olamaz, cumhuriyetin karşılığı halktır, demokrasidir!
İranlılar dünyadaki her uygar toplum gibi kendi kararlarını alabilecek güce sahip, özgürlüğü, demokrasiyi hak eden; saygın, kadim ve büyük bir kültürün mirasını taşıyan, çok değerli insanlardır. Özgürlüklerine kavuşacakları günü iple çekiyorum… Kalbimiz onlarla atıyor!
Bu makalemi sevgili Zülâl Kalkandelen’in şu cümleleri ile bitirmek istiyorum: “Bir kadının saçı göründüğü için öldürülmesi karşısında susuyorsanız, asıl siz dindarlara hakaret ediyorsunuz!”