Bugünlerde, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na çok haksızlık yapıldığı, gereğinden fazla üzerine gidildiği şeklinde bir kanaat ortaya çıkmaya başladı. Açık konuşayım bu düşünceye hiç katılmadığım gibi mantığını da anlayamıyorum. Daha önce de yazdım, öncelikle benim konum Sayın Kılıçdaroğlu’nun seçim mağlubiyeti değil. Partinin hangi “rejimle” yönetildiği!
Kılıçdaroğlu 12 yıldır bu partiyi istediği gibi yönetiyor. İstediği il başkanlarını, ilçe başkanlarını, istediği milletvekillerini, istediği parti meclisi üyelerini, uygun gördüğü belediye başkanlarını neredeyse yüzde 90 oranında kendi istediği gibi veya en yakın çevresinin önerdiği isimleri onaylayarak seçiyor ve partiyi tüm sorumluluğunu alarak yürütüyor. Bir insan 12 yıldır dümenine bu kadar hakimolduğu bir gemiyi, artık yeni kıtalara mı ulaştırabilirdi,engin ufuklara mı, yoksa güvenli limanlara mı,bilmiyorum… Ama Kılıçdaroğlu’nun “Bu gemiyi güvenli bir limana yanaştırana kadar kaptanlığı bırakmayacağım” sözleri bana artık dehşet verici geliyor… Çünkü bu yaklaşım son derece “şahsi” ve önü çok açık. Acaba bir 12 yıl daha, Türkiye’nin çalkantılı demokrasi kavgalarının orta yerinde CHP gemisi, sisli ve karanlık ufuklarda umut adacıkları mı arayacak? Yani sonuç olarak Sayın Kılıçdaroğlu şu anda hiç mağdur filan değil yine “geminin başında” sorumluluğunu alarak 12. katta oturmaya devam ediyor; salı günleri grup konuşmasını yapmayı sürdürüyor ve çevresinden yükselen seslerin işine geldiği kadarınıduyuyor veya duymamayı tercih ediyor…
Haftalardır bu sütunda anlatıyorum: Gündemi değerlendirmek için iletişimde olduğumuz birçok WhatsApp grubu var, farklı görüş ve partilerden birçok eski siyasetçi, yönetici, yazar ve aydınlarımız ile uzun uzun konuşuyoruz. Sakın zannetmeyin ki anlatmaktan bıkacağız. Asla! Ne demiştik seçimlerden önce? “1 Haziran’dan itibaren CHP’de parti içi demokrasiden daha önemli hiçbir gündemimiz olmayacak.”
Evvelki gece Halk Tv’de Elazığ Milletvekili Gürsel Erol’udinliyorum. Mealen söylediği şu: “CHP gibi bu kadar kapasitesi/potansiyeli olan bir partiden neden yalnız bir veya iki genel başkan adayı çıksın? Bence on genel başkan adayı çıkmalı ve çıkabilir...” Değerli dostuma sormak istiyorum, -yaklaşımının çok iyi niyetli ve olumlu bir bakış açısından geldiğini biliyorum ama- şu andaki tüzükle böyle bir temenniyi nasıl hayal edebilirsiniz? Şu anda yürürlükte olantüzükle son kurultayda Kılıçdaroğlu dışındaki saygın ve vizyoner adaylardan herhangi biri, mesela Tolga Yarman,mesela İlhan Cihaner veya Aytuğ Atıcı, gerekli imza sayısına ulaşabildi mi?
BÜLENT KUŞOĞLU’NUN GÖRMEK İSTEMEDİĞİ NOKTALAR
Pazartesi günü Cumhuriyet’te haftanın konuğu CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu idi. Kuşoğlu, özetle partinin üst yapısında, Sayın Kılıçdaroğlu’nu görevini her şeye rağmen sürdürmesini isteyenlerin mantığını aktaran bir “sözcü” pozisyonundaydı. Mevcut gerçekliğin aksine, kendisi savunusunda kullandığı argümanlardan çok emin göründüğü için, savlarına dair kısa da olsa bazı yanıtlar kaçınılmaz hale geldi.
1- Kuşoğlu, “Cumhuriyet Halk Partisi, bir yol çizdi ve yüzde 25 olan bir parti oyunu yüzde 48’e kadar çıkardı.” diyor. Bu doğru değil, seçimi yüzeysel olarak bile takip etmiş herhangi bir insan, CHP’nin oyunu %48’e çıkarmadığını, bu rakamın en sağdan en sola kadar uzanan geniş yelpazede ve görülmemiş bir muhalefet koalisyonunun toplam gücünü yansıttığını hemen görebilir.
2- Kuşoğlu röportajın devamında “Erdoğan’ı istemeyenler hep vardı ama hiçbir zaman toplam oyları yüzde 30’u geçmedi” diyor. Maalesef bu rakam da doğru değil, çünkü Erdoğan 2014’te yüzde 51,79 oyla Cumhurbaşkanı seçildi,2018’de de yüzde 52,39’la seçildi. 2023 yılında Erdoğan’ı istemeyenlerin oluşturduğu blok, total muhalefet oyu içinde ekstra bir artış yaratamadı ve aynı düzeyde, %47,82 civarındakaldı, Erdoğan ise bu sefer 52,18 ile seçildi.
3- Bugün halkın bir slogan haline dönüşen değişim haykırışlarını adeta yok sayarak “Değişim öncelikle bu iktidardan kurtulmaktır” demek mümkün değildir ve halkın ısrarlı taleplerini duymazdan gelmektir. Halbuki CHP gibi bir parti halkın taleplerini saygı ile dinlemelidir. Çünkü halk artık anlamıştır ki, bu iktidardan kurtulmak için, önce kendi gemimizin durumuna bakıp gerekli değişiklikleri acilen yapmak, kaçınılmaz hale gelmiştir.
4- Seçimden önce ya da seçim sürecinde CHP’nin politikalarına bir eleştiri olmadığı yine yanlış bir tespittir.Benim de aralarında bulunduğum sayısız sosyal demokrat,Kılıçdaroğlu’nun projesine saygı göstererek partinin bazı yanlış politikalarını telaffuz etseler de, bunu ön plana çıkarmamayı ve seçimler sonuçlanana kadar Kılıçdaroğlu’na destek vermeyi seçmişlerdir. Yoksa CHP’nin koalisyon yapmayı seçtiği partilerden tutun da, kendi ideolojisini aşırı sağa doğru çekmesine kadar, eleştirisi yapılacak pek çok şey gündeme geldi ancak büyük bir çoğunluk dayanışmacı bir mantıkla konuları büyütmeden susmayı tercih etti. Örneğin ben de pek çok kez belirttiğim gibi 1 Haziran’a kadar parti içi demokrasi yörüngelerinden söz etmeyeceğimizi açıklayarak her an uzun seçim ayları boyunca Kılıçdaroğlu için çalıştım.
5- Parti içi demokrasinin yaşanamamasının nedeni “Türkiye’deki Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Kanunu’nunadaletsizliğine bağlanamaz, dolayısıyla ‘bu sorun CHP ile ilgili değil” diyerek Sayın Kuşoğlu ve CHP iktidarı işin içinden sıyrılamaz. Çünkü parti içi demokrasinin adetasonunu getiren 2003 Kurultayı’ndaki anti demokratik -ve ayrıca tüzüğe aykırı- değişikliklerin yapılmasını, herhaldeSiyasi Partiler Kanunu emretmedi!
6-Erdoğan’ın kendisinin başaramadığı her noktada suçu dış güçlere atmasına fazlasıyla alışmıştık. Ancak ne kadar ilginçtir ki bu sefer Sayın Kuşoğlu’nun söyleminde aynı dil önümüzde beliriverdi: “Olay böyle değil, karşımızda çok daha büyük, çok daha güçlü bir düşman var; küresel güçler var. Bunları görmek zorundayız.”
O zaman sormak lazım, küresel güçler mi sizi partinin köklerinden uzaklaştırıp sağa doğru çekiyor? Onlar mı “Aman Atatürkçülerden fersah fersah uzak durun” diye komut veriyor?
Bakın, bir de Kılıçdaroğlu savunucularının ve hatta değişimi yüzeysel vitrinde tutanların göremediği ana konumuz var…
KONU KILIÇDAROĞLU’NU DEĞİŞTİRMEK VE YENİ BİR “TEK ADAM” SEÇMEK DEĞİL!
Bilindiği gibi Genel Başkan adaylığı için isimler ortada dolaşıyor; en öne çıkanlar Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel. Buna başka isimler ekleniyor, eklenecek… Ama bu değerli arkadaşlarım dahil her adayın, her örgüt üyesinin ve her sosyal demokrat seçmenin anlaması gereken tek önemli şey var: Konumuz CHP’nin karar mekanizması koltuğuna oturacak kişisinin değişmesi, yerine aynı sistemi sürdürecek bir başka ismin gelmesi değil. Konumuz sistemin toptan değişmesi. Konumuz, CHP tabanını temsil eden halk kitlelerinin, kendilerini temsil edecek isimleri kendilerinin seçmesi! Mesela konumuz, önümüzdeki belediye seçimlerinde adayları tüm üyelerin ön seçimle belirlemesi. Oysa Sayın Kuşoğlu hala “en iyi adaylar tespit edilip onlara ağırlık verilecektir” mantığını öne sürerek yine CHP’de adayların 12. katta belirleneceğini ağzından kaçırmış oluyor. İşte bu tavır CHP’ye yakışmıyor. Halka karşı gösterilen bu güvensizlik, ister istemez tepki çekiyor ve potansiyel olarak partiye gelebilecek oyları ciddi oranda sabote ediyor. Bırakın her yörenin insanları, kendilerini temsil edecek adayları kendileri seçsinler!
Tekrar ve tekrar altını çizelim: Konumuz partinin zirvesindeki yeni ismin kim olacağı değil, partideki oyunun kurallarını saptayan tüzüğün kendisini halka açması ve parti içi tek seçicilik ve politbüro döneminin kapanması.
Bu savaşı ancak şahsi ihtirastan ve menfaat beklentilerinden uzak, koltuk/güç/titr kaybetme kaygısı taşımayan özgür ve bağımsız beyinli bireyler verebilir…Ve herkes şunu bilsin ki bu mücadele bu sefer kesinlikle kazanılacak!