Türkiye'de sürekli olarak uçurum kenarlarında düellolar yapıp her an yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalıyoruz. Yıllardır "artık daha kötü bir duruma düşemeyiz" dedikten sonra, gerek çeşitli siyasilerin kişisel çıkar peşinde koşan tavırları, gerek sermayenin ihaneti, gerek bunlara bağlı olarak süren halkın yılgınlığı arasında gittikçe kararan ortamla savaştık. Halkımızın direncinden vazgeçmemesi, her yerde Atatürkçü değerlere sonuna kadar sahip çıkmaları konusunda elimizden gelen her yöntemle mücadeleyi ölüm veya hapis pahasına sürdürüyoruz.
Bir de madalyonun diğer yüzü var. En az 25 yıldır, ruhunu emperyalizme satıp, her rüzgarla dönen "yetmez ama evetçi" dediğimiz tipoloji var. Onlar da bugünkü ortamda bile, o kanal senin, bu kanal benim gezip ihanete devam ediyorlar. Bazıları, Gezi direnişinin "sözcülüğüne" soyunmaya kalkacak kadar yüzsüzleşebilmişlerdi!
BOP projesi kapsamında Cumhuriyeti'nin temel değerlerinin yok edilmeye çalışıldığı ortamda, laik yargı-siyaset-yaşam tarzları ve eğitim her aşamada kurban ediliyor. Yakında kundaktan itibaren kızların başını örtmek istemeyi bile demokrasi kılıfına sokmaya çalışacaklar! Gerek Türkiye'nin jeopolitik konumuna, yeraltı kaynaklarına göz dikmiş, gerek ülke bütünlüğünü ırkçı ayrımlarla yok etmeye çalışan emperyalist güçler, her geçen gün Cumhuriyet okunu tersine çevirmek için çalışıyorlar.
Bu doğrultuda, "açılım politikası" Türk ve Kürt halklarını kaynaştıracağına, bölünmenin ön safhası olarak beliriyor. Dayatılmak istenen "benim malım benim, senin malın da benim"den farklı değil! Orta Anadolu'da özerklik ilan etmeyi düşünen bir "Türk" veya Güney’de bir "Arap" eyaleti var mı? Ama halk, tüm provokasyonlara rağmen bütünlüğünü barışçıl şekilde koruyor!
Orta-Doğu'nun bitmez çelişkiler yumağında, Kürt kartı yıllardır emperyalizmin insanların kanına girerek istediği gibi yönlendirdiği bir joker. Düne kadar kan kardeşleri Esad'ı öve öve bitiremeyenlerin, ABD'nin emriyle aynı lideri "Esed" diye çağırıp, halkımızı Suriye ile savaşa itecek kadar bilinclerini kaybettikten sonra, bugün artık yıllardır lojistik destek verdikleri ayyuka çıkan IŞİD çetelerinden şikayet hakları yok. "Dindarların demokratik hakları" adı altında yıllardır gücü ele geçirdikleri andan itibaren yalnız kendi totalitarizmlerini ortalara dökmüş bir iktidarımız var. Şimdi bugün kafa kesicilere karşı ağızlarını açmadan, ancak Amerika’nın baskısı altında kerhen konuya girmeleri, ibret vericidir. Dolayısıyla Parlamento’ya sunulacak tezkerenin ne amaca hizmet edeceği, gerçekten merak konusu. Bölgeye birliklerimiz salınırsa, PKK'ya karşı tavır ne olacak? IŞİD'le mi yoksa fırsattan istifade Esad'la mı boğuşacak? ABD bu sefer Kürt kartını AKP'ye nasıl dayatmaya çalışacak? Batı ülkeleri, Suriye konusunda içine düştükleri çelişkileri nasıl aşacak? IŞİD düşmanı İran hangi cephede yer alacak? Ülkemizde beyni yıkananların bir bölümü 24 bin huri ve cariyeye bir an önce ulaşmak için Türkiye'yi kana bulamaya çalışacaklar mı?
İşte tüm bu iç ve dış ağır konjonktür, ülke insanlarını bir yılgınlığa itti. Gelecek daha da karanlık görünüyor. Medyanın teslimiyetine, sokaktaki sıkıntılara, dinci faşizmin kasvetine rağmen, bu gidişata dur diyecek olanlar sonuçta bizleriz. İşte bu konjonktürün ortasında, Doğu Perinçek ve İP geçen Pazar, ülkenin aydınlarını Ankara'da bir araya toplayarak beklenen dayanışmanın bir tuğlasını yerleştirdi. Daha önce, 30 Ağustos ve 21 Eylül’de de, sosyalist solun çeşitli partileri ise (ÖDP, HTKP, KP, EHP) ODTÜ Vişnelik toplantılarını gerçekleştirerek "Türkiye'de faşist baskı ve dinci zorbalığa karşı" bir demokratik direnç hamlesi yaptılar. Belki İP'in Pazar günkü toplantısıyla bu diğer ittifak arasındaki fark, Kürt sorununun nasıl çözüleceği konusunda. İyi niyetlerden şüphem yok. Ama bu konu daima gerilimli tartışmalara açık. Türkiye'de AKP'den kurtulma senaryoları adına CHP'nin de kendini YCHP olarak tanımlamayacağı, ‘altıok'lu günlere döneceğini umuyorum.
Emperyalizmin bölünmeye doğru götürecek olan malum senaryoları, "açılım" değil, Cumhuriyetimizin kapanışını belirler! Hedefimiz Kürt kardeşlerimizle de, bu ulusun kuruluşundan beri içinde yer alan her etnik kökenle de barış içinde beraber yaşamaktır. Ayrı değil! Zaten ezelden beri her etnik kökenden vatandaşlarımızın birbirleriyle evlenerek karıştığını bilmiyor muyuz?
Türkiye'de kendini sosyalist sol ve ulusalcı sol olarak tanımlayan her aydının da gerçekçi bir diyalogdan çekinmeyerek geniş ortak paydalarını genişletmeye çalışmaları, AKP hükümranlığından kurtulmak için kaçınılmazdır.