Siyaset sürekli bir çıkar ve yükseliş arayışında, kimi zaman kısa vadede poker, bazen uzun vadede satranç hamleleriyle ilerleyen, nev-i şahsına münhasır bir güç savaşıdır. 

Başlıkta gündeme getirdiğim konuların ilki, dünyanın gördüğü ağır bir savaş dramı, diğeri ise çok daha sade bir alanda, Türkiye’de bir “sözde” muhalefet partisinin yerel seçimler öncesi yaşadığı rota değişimi…

Dünyada yapılan değerlendirmelerin yüzde yetmişinde, 7 Ekim günü uğradığı saldırıda İsrail mağdur taraftı ve ardından Hamas’a karşı yaptığı tepki saldırılarında “haklı” görülüyordu. Fakat günler geçtikçe işin rengi hızla değişmeye başladı. Netanyahu, ülkesindeki sıkışmışlığından bu vesileyle kurtulmak istercesine, Gazze’ye yönelttiği saldırıların dozunu arttırdıkça arttırdı. Önce bazı sivil hedeflere ve hastanelere yönelik saldırılar, yanlış iddia veya sehven vurulmuş hedefler olarak görüldü. Fakat demeçler verildikçe, günler geçtikçe, sivil hedefler her gün vurulmaya devam edince, dünya akıl almaz bir 21. yüzyıl vahşeti ile karşı karşıya kaldığını gözlerine inanamayarak görmeye başladı. Başlangıçta işin “mağduru” İsrail, sanki özellikle uğraşarak, kendi “devlet saygınlığını” ve imajını yok etmek istercesine, artık ısrarlı olarak sivillere saldıran ve kadın-çocuk demeden onları yok eden bir terminatör olarak anılmak için elinden geleni yapıyordu! 

Dünyanın her yerinde Musevi yakın arkadaşlarım var. İstanbul’da, Fransa’da, Avrupa’da, Amerika’da… Onların bir kısmı, dünya medyasında İsrail’in sivillere yönelik yaptığı saldırılara karşı gösterilen tepkileri nedense anlayamıyorlar. Bunu, İsrail’in varlığına yönelik ağır bir saldırı olarak görüyorlar. İnsanların artık savaştan ve katliamlardan bıkmış olduğunu ve hiçbir gerekçeyle bu hamleleri mazur göremeyeceklerini algılayamıyorlar. 20.000’i aşkın kadın ve çocuk öldürülmesine rağmen, Birleşmiş Milletler’in şu ya da bu metinle bir ateşkes sağlayamaması ve her gün yeni insanların ölmesi, bu kesimin pek üzerine kafa yordukları bir durum değil.  

Halbuki savaşa, sivil katliamlara, yaralı çocuklara ve cesetlere tamamen karşı olan insanların, illa Hamas’ı destekleyen veya İsrail’in yok olmasını isteyen insanlar olmadıkları her makul insanın açıkça görebileceği bir durum. 

Bence, İsrail uzun vadede kendi çıkarlarını sabote ediyor ve uluslararası diplomatik alanda yalnızlığa doğru koşuyor. Ama ne yazık ki dünyaya yalnız tepeden ve önyargıyla bakan ve kendi düşüncelerinden başka bir şey göremeyen kimi İsrailler ve Museviler bu gerçeği kabul edeceklerine, “Binlerce çocuğun ve kadının öldürüldüğünü kim gördü? Bütün bunlar gayet rahat abartılmış palavralar da olabilir” diyerek adeta barışı değil, savaşı destekliyorlar. Sadece kadın ve çocuk da değil, cinsiyet veya yaş fark etmeksizin insanlar, hayvanlar, doğa, kültür yok oluyor. Halbuki demokratik dünyada hiç kimse İsrail’in kendisine saldıran Orta Doğu’nun malum terör örgütleri ile savaşmasını yadırgamıyor, tersine destekliyor. Ama sivillere yönelik, “resmi bir devletin” bir organize saldırısını mazur görmek bambaşka bir “uçuş” seviyesi! Savaşlara bahaneler uydurarak desteklemenin kabul edilemeyeceğini ise, Atatürkçüler çok iyi biliyorlar. “Yurtta sulh cihanda sulh”, bu yüzden evrensel ve sonsuza dek değişmeyecek bir slogan. 

İsrail, Gazze’deki her canlıyı yok edene kadar bu savaşı sürdürecekmiş gibi operasyonlarına devam ederken neye güveniyor? Başta ABD’ye, ardından Birleşmiş Milletler’de onun veto hakkına, ardından Batı’ya yayılmış kendi güçlü diasporasına, gazetecilerine, televizyoncularına, iş insanlarına, bankacılarına ve yeryüzündeki tüm Musevilerin birbirini başka insanların anlayamayacağı şekilde tutuyor olmalarına güveniyor. 

Ben çok sade bir insanım. Diğer sade dünya yurttaşları gibi ben de çocukların, sivillerin ve hatta askerlerin boş yere ölmelerine, doğanın, canlıların, kültürün yok edilmesine anlam veremiyorum! Kahroluyorum, affedemiyorum ve yüreğim acıyor.

 

PEKİ AKŞENER NEYE GÜVENİYOR SİZCE?

Çok kısa bir şekilde ve tabii ki konunun derinliğine giremeden, Netanyahu’nun İsrail’in hangi odaklara güvenerek askeri saldırılarını sürdürdüğünü açıkladım.

Şimdi ülkemize dönelim, savaşı bir kenara bırakalım. Türkiye’de iktidar-muhalefet çekişmesinin demokratik cephesine göz atalım…

Meral Akşener, İYİ Parti’yi önümüzdeki mart ayındaki yerel seçimlerde Millet İttifakı’ndan ve özellikle CHP ile iş birliğinden tamamen çıkararak seçimlere her ilde kendi adaylarıyla gireceğini bütün Türkiye’yi şaşırtarak ısrarla söylemeye başladı.

Bu tavrın sonucunda neler yaşadık? Türk halkının içine düştüğü umutsuzluk sendromu birden gönüllerde katılaşmaya başladı. CHP’nin çiçeği burnunda Genel Başkanı Özgür Özel, bu red cevabını duymazdan gelerek nezaket içinde Meral Hanım’la diyaloğa devam etmeye gayret etti. İYİ Parti’nin içinde de birçok olgun düşünceli insan bu tavrın ne Türkiye’ye ne de İYİ Parti’ye bir şey kazandırabileceğini görerek Akşener’in düşüncelerini değiştirmeye gayret ettiler. Ancak hiçbir ilerleme kaydedilemedi. CHP ile diyaloğun ve iş birliğinin sürmesi gerektiğine inananlar ya partiden atıldılar ya istifaya zorlandılar ya da kendileri istifa ettiler. Üstelik İYİ Parti’nin milletvekilleri, kurucuları, il başkanları ve kamuoyu önünde en tanınan isimleri sırayla ayrılıyorlar. İşin ilginç tarafı, onlar ayrıldıkça Meral Hanım daha da kızgınlaşıyor, giderek anlaşılmaz bir “Yapay Demir Leydi Thatcher”a dönüşüyor. Bu arada siyasi analistler İYİ Parti-CHP ortaklığının bozulması sonucunda kaç ilin Cumhur İttifakı’nın eline geçeceğinin dökümünü yapıyorlar, bunu matematik olarak kanıtlıyorlar, hem de Akşener’in kendi GİK toplantısında! Ahmet Zeki Üçok, “İş birliği olmazsa, ülke Tayyibistan olur” diyor hiç çekinmeden! Sonucu herhalde biliyorsunuz: Akşener kendisini Genel Başkan Yardımcılığından alıyor, ancak zaten Üçok partideki görevinden istifa ediyor. Partinin bir başka önemli ismi Genel Başkan Yardımcısı Ece Güner, ayrılık gerekçesini net bir mektupla kamuoyuna açıklıyor. Her oyun önemi olduğunu vurgulayarak bunun bir memleket ve Cumhuriyet meselesi olduğunu öne çıkarıyor. Duayen gazeteci Emin Çölaşan ise Akşener’in bu sözde “hür ve müstakil” duruşunun, esasında siyasi arenada ikili oynamaktan başka bir şey olmadığını, muhalefet gibi görünüp aslında muhalefetin oylarını bölerek AKP’ye hizmet edeceğini deşifre ediyor.

Bu arada iktidar yanlısı gazeteciler, heyecanla Akşener’in bu yeni duruşunu ve CHP’den kopuşunu destekliyorlar, kendisini methetmeye devam ediyorlar. Acaba Akşener, bu ani övgü dolu tavırların gerekçesini yalnız kaldığında kendi kendine soruyor mu, merak ediyorum. 

DEM Partisi ise, mantık ve matematik konularını daha ciddiye aldığı için CHP ile diyalog ve iş birliği zeminini somut olarak test etmeye devam ediyor.

Meral Akşener’in kısa zaman içersinde partisinin içini tamamen boşaltacak intiharının gerekçesini herhalde merak etmeyen yok! Ya tüm mantığı tatile çıktı ya da başka odaklara farklı bir hizmeti bilinçli veya bilinçsiz taşıyor! 

Ben de soruyorum, Meral Hanım’a… İsrail affedilmez saldırılarını yaparken sonsuza dek destekçisi olduğuna inandığı ABD’ye güveniyor. Siz ise muhalefeti güçsüzleştirerek, adeta CHP’ye savaş açarak Cumhur İttifakı’na yem yapma yarışına girdiniz… Peki siz kime güveniyorsunuz? Bu hizmeti taşıdığınız iktidar partisi mi geleceğiniz? Seçmenlerin bunun farkına varmayacağını ve planınızın tutacağını mı zannediyorsunuz? Siz bu tavrınızla İYİ Parti’yi yok edebilirsiniz. Ama seçimlere daha üç ay var. Türkiye Cumhuriyeti’ni yok edemeyeceksiniz. Her neye güveniyorsanız, o güvendiğiniz dağlara kar yağacak. Yalnızlaşacaksınız ve şu anda da sadece kendinizi kullandırıyorsunuz. Hani “Seçimlere tek başımıza gireceğiz” diyorsunuz ya? Evet Sayın Akşener, öyle olacak, çünkü siz yakında Partinizde tek başınıza kalacaksınız! Yanınızda aklını ve vicdanını kullanan hiç kimse kalmayacak!

Ve bunu hangi Türkiye’de yapıyorsunuz size hatırlatayım, tarikatlarla protokol yapmaya devam eden Milli Eğitim Bakanlığı’nın Türkiye’nin tüm gençlik dokusunu dinselleştirmeye çalıştığı, ağaç süsleyenlerin polis tarafından saldırıya uğradığı, kadınların giderek ezilmeye çalışıldığı, sokaktaki canlarımızın kanunlara aykırı ve usulsüz bir şekilde toplatılıp ölüme gönderildiği, enflasyonun halkın ekonomik direnme gücünü yerle bir ettiği, her gün bir büyük uçuruma yaklaşan Türkiye’de…

Ne kadar kandırmaya çalışmışsınız bu ülkenin insanlarını, ne diyim size? Umarım iş işten geçmeden yaptığınız ihanetin farkına varırsınız.

Yazı Tarihi: 21.12.2023
Paylaş
Benzer Yazılar
28 Kasım 2024
Görüntülenme:

21 Kasım 2024
Görüntülenme:

Videolar
Alt
Bedri Baykam’ın SON ON YILDAN SEÇKİ sergisi