Pazar günü, 1964’te sergim için ilk 7 yaşımda geldiğim Viyana’daydım. Fazıl Say’ın konseri vardı. Ama kendisi de o kadar aramasına rağmen bana ve asistanıma bilet bulunamadı. Bu beni üzdü ama ülkem adına mutlu etti! Bize de Albertina Müzesi’nde Picasso ve  Michelangelo sergilerini gezme tesellisi kaldı!
          Ardından Fazıl’la buluşup sohbet edebildik. Türkiye’de içine düşürüldüğümüz duruma isyan ettik kahvelerimizi yudumlarken. Bravo Fazıl’a: utanmadan kendisine “Faşist” deme cüretini gösteren “zibidi”leri dava etmiş! Bize önerdiği Griechenbeissel isimli 470 yıllık restorana gittik. İnanılmaz bir yer! Dış giriş kapı duvarlarından birinin üstünde Türkler’in o büyük kuşatmasından kalma üç gerçek top var... Yemeğin ardından, içeride, bu minyatür şato tarzı yapının onur odasında Mozart, Beethoven, Strauss, Egon Schiele gibi tarihi imzaların yanına duvara imza atmamı istediler ve insanoğlunun geçiciliğine içim ürpererek karışık duygularla yaptım bunu…
         Viyana’dan önce Bratislava’da Başkanı olduğum UPSD adına Avrupa Sanatçılar Birliği Genel Kurul’una katıldım. Türkiye olarak üç önemli bildiri hazırlandı ve bunlar oylanıp kabul edildi. Özetle dünyada sanata, sanatçıya, gazetecilere getirilen sansür ve baskıların kabul edilemezliği ve yaşanan gerilimler karşısında görülen ikilemler gündeme taşındı. 3. bildiri,  dünyanın her yerinde haberlere taşan konuların çoğuna belki çözüm getiren bir anlayışı dile getiriyordu: “Değişik yaşam tarzları, dinler ve kültürler arasında polemikler baş gösterdiğinde, herkesin kabul etmesi gerekir ki yalnız dini olanlar değil, her yaşam tarzının  öğeleri de “kutsal”dır ve aynı dokunulmazlığa sahiptirler. Örneğin bir ateistin veya demokrat laik kişinin hakları, herhangi bir dinden olan şahsın hakları kadar ‘dokunulmazlığa’ sahiptir.” Bilmem bu cümlenin güncelliğini hatırlatmak gerekir mi?
         İşte ben bu kongrede günde abartısız 12 saat ter dökerken aldım kötü haberi, Deniz Som’un vefatını… Sevgili sayfa arkadaşım, ödünsüz Kemalist, kararlılığıyla en zor anlarda bile konuların üstüne doğrudan yürüyen bir cesuryürekti. Sevgili Som da solun iktidarını bu dünyada göremedi, hem de yıllarca uğraşmasına rağmen. Aydın kişiliği, yaratıcı nüktedanlığı ve her yerde ses getiren mantık oyunları ile karanlıkların korkulu rüyasıydı! Hiçbir tehdit ona birşey yazmadı. Işık içinde yatsın, hepimizin başı sağ olsun. Kendimi artık bu sayfada çok yalnız hissedeceğim diğer yazar arkadaşlarımız gibi…
         “İçim Parçalanıyor” isimli sergimin açılışından hemen sonra Som’un aramızdan ayrılışıyla içim daha da çok parçalandı. İlk ayağı geçen hafta Kadıköy’de CKM’de 2000 kadar sanatseverin katılımıyla açılan bu serginin 2. ayağı Avrupa yakasında 21 Ekim Perşembe akşamı saat 18-21 arası Piramid Sanat’ta yapılacak. Bu sergide ülkemizin içine sürüklenmesi istenilen değer parçalanmalarına karşı soyut yüzeylerde görülen sivri keskin aynalar, izleyicilerin kendileriyle ve bu ağır durumla yüzleşmelerini sağlıyor. Yani hiç kimse “ne yapayım, benim konum değil bunlar, ben mühendisim, ben ev hanımıyım” diyemez! Her birimiz aynı gemideyiz ve Silivri’de “nöbet tutanlar” bunu hepimiz adına yapıyorlar! Karanlıkla savaşırken  kaybettiğimiz aydınların yanısıra, artık ”yıllardır” (!) tutuklu olan Balbay, Özkan, Haberal, Perinçek gibi gerçek yurtseverler bu portrelerde yer alıyor, o tıkanan, kanayan ve yansıtan boya yüzeylerinin arasında…

                    Keşke bunlar sergi açarak değiştirilebilse! Öyle bir çıkış ufukta görünmediği için biz yine CHP’nin solda kararlılıkla toparlanmaya öncülük etmesini talep etme durumundayız. İyi de, CHP alternatifsizliğinin rahatlığıyla üst üste hatalar yaparsa n’aparız? Söyleyelim: Küsmeden desteklemeye mecburuz, biliyoruz. Ama CHP yöneticilerinin, tarihimizin en kritik seçimine aylar kala bu kadar açık hata yapma lüksleri var mı? Geçen hafta sonu, sözde “sanatçı ve aydınların” davetli olduğu “arama konferansı” modunda toplantının nasıl ıskalandığı, en önemli isimlerin davet bile edilmediği, hatta Parti politikasına ters düşen yazar-çizerlerle bir acaip harmanlama yapıldığı gerçeği ortada! Kendimden vazgeçtim Ercan Karakaş’ı bile böyle bir organizasyonda değerlendirmeyen bir anlayışın, “içi parçalanarak” acil çözüm bekleyen halk kitlelerine cevabı ne olacak, bilemiyorum! CHP’nin derhal, bu özensizliklere imza atanları dinlendirerek bu diyalog çıkışını gerçek yörüngesine oturtması lazım!    

Yazı Tarihi: 19.10.2010
Paylaş
Benzer Yazılar
Videolar
Alt
CHP için Demokratik Dijital Devrim Tüzük Taslağı Basın Toplantısı