Size anlatacağım dramatik kurgunun üç saç ayağı var: Sevgili Tuncay Özkan'ın geçen Perşembe günü Silivri'de dinlediğim, 2 saatlik mükemmel son savunması burada birinci durağımız. Onca yurtsever can dostumuzun uğradığı insani ve hukuki haksızlıkları temsilen aktarıyorum bunu.  İddianamede yer alan ve normal her insanı tımarhanelik edecek "delilsizliği" kanıtlanmış suçlamalar var (örneğin: Levent Ersöz ve Hasan Atilla Uğur'la olan sözde görüşmesinin önce var olduğu söylenmesine karşın bir türlü bulunamayan ses kaydı ve görselleri!). Özkan net şekilde Cumhuriyet Mitingleri'nin tüm sorumluluğunu aldı ve "Evet onları ben düzenledim; hepsi her yerden izinliydi. Buna rağmen suçsa kabul ediyorum. Ama kalkıp bana varolmayan hiçbir kötülüğü yapıştıramazsınız" diye haykırdı. Kafka, Silivri’yi izlese, “Dava”sını sil-baştan ele almak durumunda kalırdı!
             Özkan’ın savunması, elimizdeki en önemli örneklerden biri ve onca diğer yurtsever aydın ve subay kendilerini bu kabustan kurtaracak demokrasi ve hukukun, adaletli ve tılsımlı uzanışını bekliyorlar. Bunun da ancak Muhalefet'in seçim kazanmasından geçtiğini biliyorlar. Hangi Muhalefet mi? 20 yıldır geçmiş tüm bölünme ve parçalanma gaflarından büyük dersler çıkarmış olması gereken Sol, Sosyal-Demokrat, Ulusalcı muhalefet... Peki Türkiye'nin sonbahardan itibaren belki 1,5 yıla sığdıracağı üç koca seçim önümüzde dururken, CHP, Sivil Toplum Kuruşları ve "Milli Merkez" adı altında toplanan sosyalist ve merkez siyasal yapılar, bu kaçınılmaz dayanışmanın artık sağlıklı nefes almanın tek yolu olduğunu ne kadar anlamış durumdalar?
             Bu can alıcı, “ölümcül" sorunun yanıtı ne yazık ki koca bir sıfır! Tarihten ders almamaya yemin etmiş, acıklı ve cerahatli yapının bu haftasonu önümüze dikilen iki somut ayağı daha var. Biri: Artık "inadına" büyük çoşkuyla Ankara'da düzenlenen Sıhhıye Mitingi'nin beş gün kala CHP tarafından bölünerek Güven Park-Anıtkabir hattında klonlanmış “zayıf”  ikizini doğurması, ikincisi ise beş gün sonraki Türkiye Barolar Birliği Başkanlık seçiminin ulusal-sol cephesinde aynı kesimden iki adayın seçimi kaybetmek istercesine birbiriyle çarpışmayı bugün de göze alabiliyor olmaları!
            CHP bugün oy potansiyeli olarak solun "ağır abisi" konumunda. İP, TGB, ADD ve ÇYDD gibi gruplar ise, kitlelere erişme konularında çok daha etkinler. Bu kara günleri aşmak için CHP'nin onlarla aynı yörüngede bulunması herkes için elzem. Bu beraberlikler ıskalanırsa, "Parlamentoda tek bir CHPli bile kalsa, Anayasa'dan ‘Türk’ sözcüğünü çıkaramazlar, ilk üç maddeyi değiştiremezler" diye haklı olarak Aydın'dan gürleyen Kılıçdaroğlu, bu zor görevi kimlerle dayanışma içinde başaracağını iyi hesaplayamazsa, daha önce başına geldiği gibi, fiili politikada geri adım atmak durumunda kalır. Ana Muhalefet Partisi’nin, kimseyi küçümsemeden her oya sahip çıkması gereken bir kasvetli ortamda, eski ideolojik ayrım merakı hortlarsa, bunun kime yarayacağı ortada! Hal böyleyken, düşünün ki, büyük Sıhhiye buluşmasına 5 gün kala CHP kendi gücünü Güven Park'a kaydırınca halkın gözünde 19 Mayıs dev bir yara almış. Birincisi, beklenen kalabalıklara erişemeyen CHPliler de dahil olmak üzere, herkes bu durumdan şikayetçi. Neredeyse her ilden yurtsever veya Partili, bu durumu bana açıkca katıldığım yürüyüş boyunca iki adımda bir şikayet etti. Merak ediyorum, derdimiz yetmiyor mu ki, yeni intihar yöntemleri arıyoruz? Taraflar, vicdan taşıyan kimseyi ikna edemez!
            Istanbul Barosu'ndan Kazım Kolcuoğlu ve Ankara Baro Başkanı Metin Feyzioğlu'nun aralarında yarattıkları rekabet (!) ise, kızmasınlar ama, ülkemizdeki siyasi yapıyı resmen mahveden, solun o meşhur inat, koltuk hırsı ve ödün vermeden suçu karşı tarafta arama gözü dönmüşlüğünün bir yeni örneği. Her ikisi de ayrı ayrı çok değerli bir geçmişe sahip olan bu Baro Başkanlarımız, kendilerine has nedenlerle aralarındaki diyaloğu koparıp, ayrı listelerle seçime hazırlanıyorlar. Bu akıl almaz gafın, bir an önce önüne geçilmezse, büyük ihtimalle her ikisi de kazanamayabilir! Öncelikle herkes şunu bilmeli ki, buna benzer meslek odaları seçimleri, herkes adına “solda liderlik” hesapları ve stratejilerine yem edilemez. Özellikle konu nevi-şahsına münhasır Türkiye solunun önderliğiyse!
            Bir yıla sığdırılabilecek üç sandık kapıdayken, bu hastalıklı bölücü tavırların içimizde hala yer bulabilmesi, herşeyden önce, gerek umut arayan sol kitlelere, gerek Silivri’de dayanışma haberleri bekleyen tüm tutuklu ve hükümlülere, ailelerine bir ihanet...

Yazı Tarihi: 21.05.2013
Paylaş
Benzer Yazılar
Videolar
Alt
TRT Arşiv'inden, Sanat Dünyamız 1. Bölüm