Yandaş basın geçen hafta YAŞ’ta Erdoğan ortada yalnız oturdu diye mest oldu, “işte ileri demokrasi!” diye tempo tutmaya başladı! “Mevzi terketme” olarak eleştirdiğim istifaların bu tanımlamama ne kadar denk düştüğü de kanıtlandı: Yandaş basın “artık yeni düzen hep böyle” diye bu oturma düzeninin kalıcı olduğunu dosta düşmana müjdeledi! Aslında tek konu ortada o anda resmi olarak bir Genelkurmay Başkanı olmamasından kaynaklanıyordu. Ordunun o toplantıya has bir nezaketle yaptığı bu alçakgönüllü jest, malum kadro tarafından sanki Anayasa değişmiş gibi zafer çığlıklarıyla değerlendirildi. TSK (ve utanmasalar Atatürk dönemi) hakkında devri-sabık yapma meraklıları, bu densizlik içinde değerlendirmeler yaparken, ordu içinden henüz biri çıkıp bu durumu izah etmeye kalkışmadı. Doğu Perinçek ise Silivri’den verdiği tarihi demokratik mücadelede, aynı istifaları, “hukuka aykırı tutuklamalar, terfilere yasadışı müdahaleler, TSK’nın bir suç örgütü olarak vatandaşlarına sunulması” üzerinden hükümete karşı ortaya konan bir “iddianame” olarak kabul ettiğini açıkladı. Her ne kadar Koşaner’in kızgın metninin içeriği böyle okunabilse de, aslında fiili olarak ortaya, protestodan daha ağır bir ”teslim bayrağı” bırakılmıştır.

Herkesin kendini herkesten daha demokrat olduğunu kanıtlama yarışında bulduğu şu günlerde, demokrasinin ne olduğunu  pek hatırlayan yok. “Kuvvetler ayrılığı” çerçevesinde, Yasama, Yürütme ve Yargının gerçek bağımsızlığı dışında, sivil toplum, ordu ve basının da yürütme erkinin baskısı altında toptan yok olmadıkları özgür düzenin adıdır demokrasi. Sözde seveni çok, uygulayanı yoktur. Henüz demokrasiyi kendi içinde uygulamayı göze alamayan partilerden CHP, AKP’nin bir çok uygulamasından şikayet ederken, ordu konusunda neredeyse iktidarla aynı noktaya taşınmıştır. Ana soru şudur: Akıl almaz uygulamalarını Ergenekon ve Balyoz’da gördüğümüz polis gibi, TSK da, hükümetin direkt bir yan kolu olursa mı demokrasi güçlenecektir?

Hükümetin soruşturma gizliliği ihlallerine gözünü yumduğundan yakınan CHP MYK üyesi Emine Ülker Tarhan, adalette  yaşanan tutarsızlıkları dile getiriyor: “Baskıcı yönetim, kendi iktidarlarını güçlendirmek için yapılandırılan bazı soruşturmalardaki hukuksuzlukların mimarı olan savcılara yönelik yüzlerce şikâyeti dikkate aldırmamayı başarırken, kendisini zora sokacak bir soruşturmada nasıl da aceleci davranarak olağanüstü yetkilerle donattığı HSYK ve müfettişleri eliyle yargı sürecine ağır bir müdahale hazırlığında bulunduğu kamuoyunca ibretle izlenmektedir.” İleri demokrat AKP döneminde yumurta atan gençler, eğitimde harçların indirilmesini isteyen üniversiteliler yıllarca hapislerde çürüme tehlikesiyle boğuşurken, Erzurum’da Ramazanda sigara içen bir hanıma saldıranlar, sanatçı bıçaklayanlar veya sanatseverlere meydan dayağı çekenlere yönelik, bu hükümetin hiçbir hatırlanacak demeci veya yaptırımı yoktur. Hatta bu sessizliğin, tam tersine “çağdaş yaşam” düşmanlarını yüreklendirdiği bile söylenebilir.

Son yirmi yılda son derece kötü bir sınav veren Türk basınında ise, tek mutlu “uyanma”lardan biri kısa süre önce gerçekleşmiş, Can Dündar bile NTV’de yaşanan kıyımlardan sonra “süngü gitti, cop geldi diye sevinmemiz bekleniyor” diyerek yanılgının boyutunu ortaya koymuştur. Bu saydığımız örneklerden görülebileceği gibi, Türkiye’de özetle demokrasi ve “sivillik” arasındaki ilişkiler tamamen yanlış algılanmıştır. Bir ülkede yönetimin tamamen sivilleşmesi, o ülkeye demokrasinin geldiği anlamını taşımaz. Bu somut  ve acı gerçeği taçlandıran son “sahte şahit” vakası, geçen hafta yaşandı. Cumhuriyet’e atılan bombalar konusunda sanık olan Bedirhan Şinal, “Bana atmam için bombayı polisler verdi, Emniyet beni kullandı, bu davanın sanıklarının burada olmasının nedeni, Türkiye Cumhuriyeti Emniyeti içinde örgütlenmiş çetenin üretimidir, bu örgüt yarattıkları Ergenekon’un 50 kat gücündedir, burada yargılanması gerekenler, bu komployu tezgahlayanlardır” diyerek yaşadığımız abartılı traji-komik tuzakların yadsınamaz bir belgesini tarihimize hediye etmiştir. Bu tarihi kimlerin harıl harıl gerçeklerin üstüne hikaye yazarak değiştirdiği ortadadır. Ama kimin nasıl bu açık tahrifatlara ve hukuksuzluklara dur diyeceği ise geleceğin en çok merak ettiği sorudur. Hiçbir rejim, arkasında bu kadar ödenmemiş faturayla varlığını sonsuza dek sürdürememiştir.

Yazı Tarihi: 09.08.2011
Paylaş
Benzer Yazılar