Her açıdan tarihi günler yaşamaya devam ediyoruz... İçinden geçtiğimiz zaman tünelinin 1930'ların Almanya'sı, 1950'lerin Türkiye'si ve Kuzey Afrika veya Ortadoğu'ya şekil veren 20. Yüzyılın büyük gerilim hatlarından bir farkı yok.
Dünyanın gözü başta Mısır olmak üzere, Tunus'ta, Ürdün'de, Suriye'de, Orta Doğu'da... Aslında her yerde yapılan yorumlar, konuşulan şeyler üç aşağı beş yukarı aynı konular etrafında dönüyor: Devrim mi oluyor? Darbe mi oluyor? Statüko mu(!) sallanıyor? Ordu kimden yana ağırlığını koyacak?
Orta Doğu ve Arabistan coğrafyasındaki ülkelerin ortak paydası nedir, biliyor musunuz? Bu ülkelerde halk mutlu değildir, fakirdir, büyük ölçüde eğitimsizdir, baskılar altında yaşar, korkar... Bu ülkelerde de demokrasi, adil seçimli bir rejim, basın ve ifade özgürlüğü yoktur... Uzun lafın kısası, ülkeleri yönetenler, altın dökmeli küvetlere havyar dolduruken, halk günde iki doların altına talim ederek, kaderine teslim olmuş...ken, beklenen doğal patlama yaşanmıştır. Bu olup bitenlere, geleneksel reflekslerle "İlla ki Amerika tetiklemiştir" diye tabii ki bakmıyorum. Bu, en başta o halkları aşağılamak olur. Orta Doğu'da yaşananları, Şili'de Allende'ye karşı tezgahlanan darbeyle kıyaslayabilir misiniz? Sonuçta kim nasıl egemen olursa olsun, ABD orada yeni bir çıkar ilişkisi yerleştirmeye kalkışacaktır.
Bu konuda ülkemizde ortaya dökülenler, bildiğiniz gibi şimdiden mizah tarihimize geçti. Kendi ülkesinde aynı günlerde haklı talepleriyle meydanlara koşan işçilerine tazyikli su, biber gazı ve cop reva gören hükümetin başı, Mısır'da Mübarek'e dönüp: "Halkın iradesine karşı çıkmak, ırmağı tersine çevirmek gibi bir şey. O ırmak neyi gerektiriyorsa er veya geç olacak. Halkın sesini duysun!"diyebilmektedir. Hangi lider mi? 2007'de 5 milyon vatandaşın barışçı protesto yürüyüşlerini "Ergenekon darbeciliği" olarak tanımlamış olan Başbakan'ın ta kendisi! Bunu zaten biraz yüreği olan her köşe yazarı hatırlattı... Mısır'daki başkaldırı, hangi döneme denk geldi? 11 CHP Milletvekilinin "halkın direnme hakkını" bir bildiriyle kamuoyuna en sert dille açıkladıkları günlere... Vural Savaş, geçen Cuma günü Sözcü'de "Direnme Hakkının" tarihçesinden Emcet Olcaytu'nun Aydınlık'ta 15 Kasım 2011'de yayınlanmış makalesini de hatırlatarak örnekler verdi; Padovalı Marsilyus'un 700 yıl önce "İktidarın kaynağının halkta olduğunu, iktidar sahiplerinin halkın çıkarlarına aykırı yasalar yapamayacaklarını, iktidar görevini yapmazsa, halkın o yöneticileri devirme hakkı olduğunu savunduğunu" hatırlattı. Daha sonra modern siyasal hukukun tarihsel temelinde yer alan Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi ve Fransız İhtilali'nin sonucunda oluşan ünlü 1793 beyannamesi de, direnme hakkının kutsallığını kabul eden ve bu hakkı halka teslim eden metinlerdi.
İşte bu noktada, ekleyeceğim bir örnek var: 1960 Devrimi'nden önce parlamentomuzda yaşanan o sıcak günlerden: DP'nin korkulu rüyası babam Dr. Suphi Baykam, DP faşizmine karşı en sert konuşmalarından birini yapıp şu sözleri sarf ediyor; "Bunlara halk dayanamaz, halk görev suistimallerine, ihmallere, bu ızdıraplara dayanamaz, bunlara derhal son verilmelidir" DP'li bir Milletvekili kalkıp "Sen milleti isyana mı teşvik ediyorsun?" diye sorunca, uzun bir kavga çıkıyor. Bunun ardından babam, Fransız İhtilali'nden, Robespierre'in tarihi bir cümlesini kürsüden hatırlatıyor: "Aynı soru, yani "halkı isyana mı teşvik ediyorsun?" sorusu, kendisine yöneltilince, Robespierre kürsüden şunları haykırıyor: "Halk zulüm görür ve güveneceği kendinden başka müessese kalmazsa, ona 'isyan et' demeyen alçaktır." Bu sözlerin ardından tabii daha da büyük bir kavga çıkıyor! Ertesi gün, gece Başbakan'ın uyarılarını alan Meclis Başkanı, Anayasayı ihlal ederek, "Suphi Baykam'ın o sözlerini zabıtlardan çıkarıyorum" diyor ve itirazlara rağmen bunu gerçekleştirip sözleri şöyle değiştiriyor: "Halk zulüm görür ve kendinden başka güveneceği müessese kalmazsa, sonu kötü olur"
Aradan yarım asırdan fazla zaman geçmiş... Ne hikmettir ki, şimdi bu tarihi anekdotun izdüşümünü en çelişkili şekillerde yaşıyoruz. Bir yandan bu cümlenin sonuçlarını benzer imalarla Erdoğan, Mısır Başkanı Mübarek'e yapıyor, diğer yandan CHP vekilleri, aynı uyarıyı, "direnme hakkı" kavramını hatırlatarak AKP'ye yapıyorlar...
Tüm bunları bir kenara kaldıralım. Biz bugün ne istiyoruz? Darbeler ve demokratik kesintiler olmasın, özgür bir ortamda, hukuk devleti ve demokrasi sürsün. İyi de bu olağan demokratik ortamı toptan yok etmeye çalışır gibi davranan rejimler, hükümetler, dünyanın neresinde olursa olsun, diplomasiden de, halktan da, hala yüreği olan medyadan da büyük tepki görürler! Buna şaşırmaya gerek var mı? İşte Sn. Başbakan'ımız da, Mübarek'e tarihi öğütler verip "halkın sesini duy" derken, bu isyancılara "darbeci" denemeyeceğini kendisi itiraf etmiş oluyor... Çünkü esas olan demokrasinin yani onun koşullarını korumada halkın gücünün sesidir.
Yani ender de olsa, bazen Sn. Başbakan'la bazı konularda aynı fikirde olabiliyoruz! Aynı fikirde olmadığımız diğer konulardaki mantık çelişkilerini de umarız yakında kendileri izah ederler...