Bana Whatsapp’tan gelen bir ileti özetle şunları söylüyordu: “EVET’ler beyaz pusulaya, HAYIR’lar kahverengi pusulaya basılacak. Bu hem psikolojik olarak beğenilmeyen dışkı rengi, hem de her mühürde ‘EVET’ yer alacak. O da üzerinde belli olmayan kahverengiye basılacak! CHP derhal bir şeyler yapmalı”. Bu ikazı hemen ciddiye aldım. CHP’deki tüm en üst düzey arkadaşlarıma bunu özel notumla ilettim.
ARTIK TERCİHİMİZİN RENGİ BELLİ!
Yanıt ve düzeltme, hemen parlamento mücadelesinin değerli isimlerinden Bülent Tezcan’dan geldi. Oy pusulasında “HAYIR”ların kahverengi olması yasada yer alıyormuş. Mühürde de, söylendiği gibi “EVET” değil, “TERCİH” yazacakmış. Kendisine teşekkür ettim ve düşünmeye başladım. Acaba yakın tarihimizde hangi sivri akıllı almak istediği sonuca göre bu renkleri seçmişti? Zaten ne bekliyorduk ki? Herhalde Türkiye’de yasa koyucuların, bu Zihni Sinir zekalarını eşitliğe, demokrasiye, tarafsızlığa akıtacak halleri yoktu! Demek ki artık işin rengi belli oldu: Kahverengi... Dolayısıyla, artık bunu kabul edelim ve kahverengiyi kendi aramızda bile kötülemeyelim. Bu yıl bu yasayı değiştiremeyeceğimize göre, şikayeti bırakalım.
HERKES BEYİN FIRTINASI İÇİNDE
“Canım, benim oyumla mı değişecek bunlar sanki” diyerek programını bozmayan veya birilerini protesto uğruna sandığa gitmeyen halkımız, bu sefer işin ciddiyetini anlamış gibi; en azından bana yansıyan bu! İlk defa herkes durmadan bir şeyler düşünüyor, bir fikir ileri sürüyor, en azından bir şeyler paylaşıyor. Herkeste bir endişe olduğu kadar, çoğu düşünen beyinlerde bir hareketlenme de var. Kendi içlerinde ve birbirleriyle konuşarak, beyin fırtınalarına girerek doğru taktikleri arıyor. Değişik demokratik kitle örgütleri, dernekler, barolar hummalı bir çalışma içinde. Herkes pabucun pahalı olduğunu fazlasıyla anlamış durumda; benim toplumdan aldığım nabız bu. Bence, katılım bu kez çok yükseklerde gezecek. Bu referandumun, iktidarın istediği gibi gitmesinin sonuçlarını herkes şaşırtıcı bir şekilde, galiba ilk defa net olarak görebiliyor. Örneğin 2010 referandumunu halka anlatmak o denli kolay olmamıştı. Maddeler daha teknikti. Halbuki bugün, halkın her katmanının geniş kapsamlı olarak, en iyi şekilde anlayabileceği bir durum var ortada. TEK bir insana devredilmek istenen TÜM yetkiler! Üstelik tüm bu sonsuz yetki, bugüne kadar sayısız defa “kandırılmış” ve bunu kendi ağzıyla itiraf etmiş bir insana devredilmek isteniyor. Ortadaki bu abartılı durumu vadideki çobana da, ev hanımı teyzeye de, esnafa da, çiftçiye de anlatmak gayet mümkün görünüyor. Bu değişim bizim eve, bizim köye uymaz!
KONU “ERDOĞAN” DEĞİL, OLAMAZ!
Öncelikle herkese anlatılması gereken şu: Konumuz Cumhurbaşkanı değil, oyunun kurallarını belirlemek. Konumuz, halkın diğer muhalif kesimlerinin ona karşı öne süreceği diğer başkan adayı hiç değil. Yani bu sefer ortada ana muhalefet partisinin yapabileceği bir “Ekmek için Ekmeleddin” gafı bile yok ve olmamalı. Konumuz sistem, yasa, ülkenin hangi rejimle idare edileceği. Parlamenter demokratik rejimle mi, yoksa Osmanlı döneminde bile görülmemiş “padişah-imparator-tek seçici-yasa koyucu” olarak toplumu tek başına ipotek altına alabilecek tek bir insanın keyfi yönetimiyle mi?
Halka en sade dille anlatılması gereken bu. Yani Erdoğan’ın, bu referandumun göbeğinde yer almasının önüne geçilmeli. Zaten artık şu kadarına eminim ki, en azından AKP, bu süreçte Erdoğan’ı isim olarak öne süremeyecek, sürmemeli, bunu denese de buna izin verilmemeli. Çünkü bu yeni Anayasa’nın Başkanlık yasası halen yürürlükte olmadığına göre, Erdoğan teknik olarak tarafsız ve burada EVET tercihine ağırlığını koyamaması gerekir. Tabii ben gerekir diyorum ama siz de diyeceksiniz ki, “ohooo, biz neler gördük!”. Sonuçta halka anlatılması gereken “oyun kuralları” öne çıkarılırken, olay bir anti-Erdoğan kampanyasına dönüşmemeli. Çünkü gerçekten de konumuz Erdoğan değil. Her canlı gibi, hepimiz gibi, Erdoğan bugün var, yarın yok. Her birimizin vadesi belirsiz, ve yasalar kişilere göre çıkarılamaz. Dolayısıyla, bu propaganda sürecine girilirken hedefte yanılgı olmamalı. Konumuz, HAYIRcıların birbirine gaz verip aralarında dolduruşa gelmeleri değil. Tersine kararsızların veya Erdoğan taraftarlarının oylarının nasıl alınacağını bulabilmek. Dolayısıyla söylemlerin hiçbirinin Erdoğan veya çevresine yoğunlaşmaması lazım. Hiçbir şekilde, yürütülen propaganda veya söylemlerin ortasına Erdoğan’ın oturmaması gerekiyor. Yürütülen kampanyaların da, onun doğal seçmenini hedef alarak tasarlanması önemli. Yoksa, muhalefetin zaten belli oyları değil konumuz. Örneğin bu konuda internette dönen metinler arasında Ateş İlyas Başsoy’un söylemi dikkat çekiyor. Görmemişseniz de hemen bulursunuz. Özetle şunu diyor: “Trollerle vakit kaybetmeyin, birbirinizi gaza getirmeyin, siyasetsiz seçmene konuşun ve evetçi olabilecek insanları aşağılamayın, aynı potada kamplaştırmayın. Sevgi, saygı ve anlayışla konuşun, medyaya rağmen, ahlaklı iyi niyetli, ülkenin refahını isteyen milyonlar olduğunu unutmayın, hedefiniz onlar olsun”. Bence çok haklı düşünceler. Metnin orijinalini de okuyun. Böylece, propagandasını “O”nun üzerinden yapmaya karar vermiş karşı tarafın dengesini bozup, topu kendi istediğimiz orta alana çekebiliriz. Yine kesinlikle vurgulanması gereken bir diğer konu, yarın Erdoğan’dan sonra bu yetkinin kimin eline geçebileceği... Ve ne kadar kötüye kullanılabileceği... Yasalar geneli ve yarınları düşünerek yapılır!
SABİH KANADOĞLU VE YÜKSEK YARGI GÖRÜŞLERİ
Konunun neden Erdoğan etrafında şekillenmemesi gerektiğini düşünürken, Sabih Kanadoğlu gibi hukuk alanımızın bir duayeni ile de konuştum. Kendisine sorduğum bir soruya aldığım yanıt, beni şaşırttı: Referandumdan şayet EVET çıkarsa, bunun sonuçlarının hemen uygulanabileceği ve Erdoğan’ın da artık “Partili Cumhurbaşkanı” statüsüne geçebileceğini, yasanın yürürlüğe girmesinin önüne geçilemeyeceğini söyledi. Halbuki benim mantığım şöyle diyor: Seçmen şimdiki Cumhurbaşkanını yasanın koyduğu o günkü yetkilerle seçti. Şimdi değişebilecek yasaların şartlarıyla değil. Yani halk, teknik olarak “taraflı” bir Cumhurbaşkanı seçmedi. Belki bazı seçmenler, tarafsız bir konumda, güçlü bir lider olacağı için Erdoğan’a oy verdi. AKP Başkanı olan Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı seçmedi. Futbol diliyle söylemek gerekirse, sosyal medyada, tüm yetkilerle donanmış Yıldırım örneği haklı şekilde verildi. Hem her kurumun başkanı, hem hakemlerin başkanı vs. gibi... Benim burada vurgulamak istediğim nokta şu: Aziz Yıldırım Fenerbahçe’den ayrılıp Futbol Federasyonu Başkanı seçilse, daha sonra yasayı değiştirip kendisine aynı zamanda Fenerbahçe başkanı olma imkanını tanısanız, o zaman tarafsız Aziz Yıldırım için, “bu adam iyi futbol federasyonu başkanı olur” diye oy veren başka kulüplerden sayısız kişiyi yanıltmış, hatta dolandırmış olursunuz. Lamı cimi yok, bu böyle! Bir insanı antrenör olarak iyi bulabilirsiniz. Ama bu onu hem teknik direktör, hem Federasyon Başkanı, hem hakemlerin başkanı, hem de spor yazarlarının başkanı olarak seçtiğiniz anlamına gelmez. Dolayısıyla, yasa ne derse desin, bu mantıklı değil. Erdoğan “tarafsız Cumhurbaşkanı” olarak belli yetkilerle seçildi. Belki oyuna bu yeni kurallarla bir sunum yapılsaydı, bir başkası seçilecekti. Unutmayın kişilere göre seçmiyoruz. Dolayısıyla “Erdoğan zaten seçilirdi” diyemezsiniz. Bence tartışılmaz şekilde, bu yeni Anayasa yürürlüğe girer girmez, derhal bir Cumhurbaşkanı ve yeni parlamento seçimine gidilmeli. Çünkü kurallar A’dan Z’ye değişmiş olacak. Tabii bizim parlamentomuzun tüm üyelerinin bu konuya temas etmemiş olmaları şaşırtıcı değil. İnsanlarımızın %99,9’u koltuğuna yapışık yaşar. Döner-yürür fırıldak koltukların da bu kadar tutulmasının nedeni herhalde budur.
Ben yüksek yargımızın tüm duayenlerinin görüşlerine önem veririm. Zaten ana muhalefet partisi olarak CHP’nin normalde parlamento oylaması öncesi de bu değerli isimlerle görüşmesini bekledim. Hatta bunu kendilerine önerdim. Ama yapılamadı. Bence her şeye rağmen, kampanyada kullanılacak tez ve görüşleri oluştururken faydası olur diye, Sabih Kanadoğlu, Yekta Güngör Özden, Vural Savaş, Sami Selçuk gibi birçok isimle görüşülmeli. İster toplu olarak, ister ayrı ayrı... Örneğin Kanadoğlu’nun bana aktardığı bir görüşü, bu sade cümlelerle CHP’den duymadım, bilmiyorum kullanıldı mı: “Ordu bu yeni Anayasa ile siyasetin tam ortasına çekiliyor. Hani TSK siyasete bulaşmayacaktı? Şimdi bir Parti Başkanı, bu yasa yürürlüğe girerse, Ordu’ya emirler verip, istediğini yaptırabilecek.” Doğru söze ne denir? Yalnız bu nokta bile, bu Anayasa teklifine HAYIR denmesi için yeter de artar bile...
HER TOPLUM KATMANI İLE YAKIN İLETİŞİM
Sonuçta CHP’nin ve tüm muhaliflerin, genel ve yerel seçimlerde bugüne kadar izledikleri taktiklerin dışında bir akıllı söylem geliştirmeleri ve AKP seçmeninin sepetine ellerini atmaları gerekecek. Hem de tüm provokasyonlara rağmen Erdoğan’ı bu referandumda muhatap almadan, ona bu konunun kendisiyle ilgili olmadığını söyleyerek, devre dışı bırakarak... Erdoğan’a yapılacak her saldırı, olayı yanlış kutuplaştırır ve ana konudan toplumu uzaklaştırır. Tam tersine tüm muhalif partilerin, bu Anayasa teklifinin dev zararlarını net olarak gören tüm odakların, derhal AKP seçmenleri ve belki az adette kararsız seçmene yönelerek onlara mesaj vermeleri, bu rejim değişikliğinin zararlarını anlatmaları lazımdır. Sonuncu ve en önemli konu, HAYIRcıların, başarılarına baştan inanmaları, maça çıkarken bilinçaltında olsa bile kendilerini mağlup görmemeleridir. Türkiyemizin güzel insanları, bu gerçekleri görebilecek şekilde bilinçlendirilebilir. Uzun vadede, bu değişikliğin, bu yasayı getirmeye çalışanlara da ne büyük zararlar verebileceği anlatılabilir, anlatılmalıdır. Anlayacağınız tatil bitti, SİZE çok iş düşüyor. Mahalle esnafından başlayın!