Deniz Gezmiş’in tüm ailesini çok iyi tanırım. Rahmetli babası Cemil Gezmiş’i, değerli annesi Mukaddes Hanım’ı, abisi Bora’yı, kardeşi Hamdi’yi… Her biri ayrı ayrı “güzel ve derin insanlar” olarak belleğimde yer etmiştir. Yıllardır tanıdığım, sofralarını, dostluklarını paylaştığım Gezmiş ailesinin hiçbir ferdi şu görüşe itiraz etmezler: Deniz’in bir de Ankara’da, ikinci ailesi vardı: Şekibe ve Halit Çelenk çifti. Bu insanlık abidesi mükemmel insanlar, tüm tanışıklıkları ve dava sürecinde, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’e ikinci bir aile kucağı açmanın ötesinde, 6 Mayıs 1972’de gerçekleşen ve tamamen faşist baskı hukuku ile mantık ve insanlık dışı gerçekleştirilen infazlardan sonra da “sonsuzluğa dek” onların ailesi kalmaya devam ettiler.
Deniz Gezmiş olayını çok derin şekilde ele aldığım “68 Kuşağı: Eylemciler” kitabımı okuyanlar, unutulmaz devrimci genç önderin yaşamı ve mücadelesi hakkında çok farklı bilgilere ulaştılar. Hatta, aynı dizinin 2. cildi “68 Kuşağı, Tanıklar” kitabının birçok kısmı da, tabii ki Denizler’in yarattığı efsanevi dinmez dalganın izleri ile kaplıydı. Halit Çelenk’le daha önce de karşılaşmalarımız olmuştu, ama ilk uzun görüşmemiz daha sonra aktardığım başlıklarla gerçekleşen “68’li Yıllar” sergimin tarih yüklü gazetesi için yaptığım1997 söyleşisiyle oldu.
Birbirinden duygusal anılar arasında Çelenk, mesela Deniz ile arkadaşları cezaevindeki baskı ve işkenceleri protesto etmek için ölüm orucuna başlayalı 13 gün olmuşken onları bu eylemi bırakmaya nasıl ikna etmeyi başardığını anlatıyor: “Bak sen 13 gündür yemek almıyorsun ve şimdi ayakta duramıyorsun, yüzün sarı-yeşil olmuş. Eğer ölüm orucunu bırakmazsanız yarın sizi zorla, bu durumda sürükleyerek sehpanın altına götürürler, sürüklenirken fotoğraflarınızı çeker ve bunu dağıtırlar. ”İşte bakın, sizin kahraman yürekli, cesur olarak gördüğünüz insan, işte bu kadar korkak, ölümden korkan biri” falan derler. Bu propagandayı yaparlar. Oysa siz kesinlikle onların bu düşüncelerine uygun insanlar değilsiniz. Ve böyle bir şeye, sizin imkan vermeniz son derece yanlıştır. Bu dava, sizin olmaktan çıkmıştır. Artık Türkiye’de devrimci harekete mal olmuş bir olaydır.” Halit Abi’sinin bu net tavrından sonra Deniz 10 dakika arkadaşlarıyla görüşme izni istiyor ve ardından geri dönüp “Haklısınız” diyor ve ölüm orucunu bırakıyorlar.
Türkiye solunun “Hukuk Abidesi” Çelenk, tüm tecrübesiyle yaşanabilecek anti-propagandalar konusunda o kadar haklıydı ki! O affedilmez 6 Mayıs sabahı infazından sonra ortalıkta dolaşan ilk dedikodularda, malum ağızlardan halka yayılmaya çalışılan palavralar arasında “korkarak, ağlayıp bağırıp çağırarak sehpaya gittiler” gibisinden adi sözler vardı. En başta Halit Çelenk’ten, yani o gece orada bulunan en sağlam şahitten gelen gerçeklerle, bu alçak kampanya yok oldu gitti. O gecenin en duygusal anını da Çelenk röportajımızda şöyle aktarıyor: “Şimdi sehpayla bizim aramızda 3-4 metre kadar mesafe var. Yani üç-beş dakika sonra her şey bitiyor. Durdu. “Ağabey” dedi. “Şekibe ablaya çok selam söyle. Bizlere çok emeği geçti, teşekkür ederiz kendisine…”. O anda Şekibe’yi düşünüyor!”
Bunun ardından da defalarca görüştük Ankara’daki mütevazı ve tarih kokan evlerinde, Halit Bey ve Şekibe Hanım’la. Özellikle 2008’de, bu kez küratörlüğünü yaptığım “68'in 40. yılı: Bir Rüzgarın Arkeolojik Kazısı” sergisini oluştururken… Bu süreçte hayatımın tartışmasız en büyük onurunu yaşadım. Deniz yakalandığında üstünde olan o meşhur parka, 1972’den beri Halit Bey’deydi. Ne değişik projeler için kimler istememişti ki o parkayı onlardan. Çekilen onca film, belgesel, TV programı ve daha neler neler… Halit Bey, kendisine kurguyu birkaç görüşmede en ince detaylarıyla aktarıp, parkayı sergide nasıl kullanacağımı anlatınca, Şekibe Hanım’la beraber hayatında ilk ve son defa bana emanet etmeye razı oldu. Gözüm ve namusum gibi baktığım Deniz’in parkasını, Ankara’da evlerinden alıp, İstanbul’a cam fanus altında sergileneceği Piramid’e getirdim. 3-4 ay süren bu sergiden sonra ellerimle ve arabamla geri götürdüğüm parkayı, son defa serginin Ankara tekrarı için geri aldım. Bittiğinde yine yuvasına götürüp teslim ettim. Bundan sonra da hayatta alacağım hiçbir diğer onurla Çelenk ailesinin bana duyduğu bu güvenin gururunu kıyaslayamam. Nur içinde yat, Halit Ağabey!