Amerika’da polislerin özellikle siyahileri akıl almaz bir umursamazlıkla infaz etme hastalıklarını yıllardır konu ediyorum. Bu konu radarıma George Floyd cinayeti ve takip eden dev protestolar sonucunda girmedi. Yıllardır süren bu alçaklıkta, polislerden bile daha çok Amerikan politikacıları, hukuk sistemi ve özellikle başkanları sorumluydu gözümde. En büyük hayal kırıklığım da Obama’ydı, tabii ki. Döneminde yaşanan sistematik öldürmeler dizisine elle tutulur şekilde ses çıkarmadı, “utanıyorum, siz insan değilsiniz” diyemedi; kendisinden önceki başkanların profilinde davrandı, arada üzüntü ifadeleri ve kısa tepkileri olsa bile kuzuların sessizliğine büründü. Amerikan polisleri de Obama’nın bu tavrını tabii ki yeşil ışık olarak gördüler. Sanki siyahilere “sizden biri başkan olsa da bizim cinayetler sürecek” demiş oluyorlardı. Tabii biz, Amerikan polislerinin içine yerleşmiş o ağır ırkçı faşist psikopat gruptan söz ediyoruz, hepsinden değil.
Minneapolis’te, George Floyd cinayetinin davasında nihayet jüri bir karara vardı. Katil, “ikinci derecede kasıtsız işlediği cinayet”ten, “üçüncü derece cinayet”ten ve nihayet “ikinci derece adamı öldürme”den suçlu sayıldı; yani her üç suçtan birden! Yaptığım ön okumalar da bunun 40 yıl +25 yıl +10 yıl, toplamda 75 yıllık bir hapis cezası anlamına geldiği, fakat her ülkeye göre değişebilen malum infaz yönetmelikleri 30 veya 40 yıl civarına düşürülebileceği şeklinde. Bu arada, kamuoyu tepkisinin dev boyutları dışında savcının yorumuyla ağırlaştırıcı bir başka neden öne çıkarılıyor: Dokuz yaşında bir çocuğun, bu cinayetin işleniş sürecini takip etmiş olması! Bu bilgi ne kadar dehşet verici gelse de birkaç hafta sonra alınacak nihai kararda öne çıkan bir veri olarak kabul edilmesi de o kadar alkışlanacak bir bakış açısı. Ülkemizde, Amerika’daki polis cinayetlerinden çok daha sık yaşanan kadın cinayetlerinde bu alçaklıkları çocukların önünde yapan şerefsizlerin cezalarında ne denli arttırma gidildi? Tersine kravat takıp mahkemede “efendi” durduğu için suçu ve ceza süresi kısaltılan canileri biliyoruz.
Sonuçta, 45 yaşında olan katil polis Derek Chauvin, büyük ihtimalle cezaevinde yaşlanarak ölecek veya oradan ancak 80-85 yaşlarında çıkabilecek. Bu mahkeme kararının en önemli noktası şu, Chauvin Minnesota’da bir sivili öldürmekten ceza alan ilk beyaz polis! Artık bu karar Amerika için emsal gösterilebilecek ve polisler bu cinayetlerden altı ay işten uzaklaştırılma veya kınama veya bir yıl pasif göreve çekilme gibi sözde yaptırımlarla kurtulamayacak… diye umuyoruz! Özellikle Başkan Biden’ın “Floyd’un son sözleri ‘nefes alamıyorum’du. Bunu hiçbir zaman aklımızdan çıkaramayız” demesi ve genel ağır demeçleri, umut verici olabilir.
Floyd’un avukatları, ailesi ve destek olan kitle örgütleri büyük sevinç gözyaşlarıyla bu kararı kutladılar ve anlamının derinliğini bize hissettirdiler. Floyd davasının baş avukatlarından Benjamin Crump’ın, Floyd’un kardeşlerinin ve diğer akrabalarının sözlerinden bazıları: “Başsavcıya teşekkür etmek istiyoruz. Artık babasının çok nazik bir insan olduğunu vurgulayan yedi yaşındaki kızı Gianna, onun dünyayı değiştirebildiğini görecek”, “Şükürler olsun ki birbirimizle dayanışma içinde beraber kalma gücünü bize verdin”, “Bu mahkemeye gelip katil polis aleyhine ifade veren diğer meslektaşlarının da isimleri tarihe geçecek!”, “Jüri sayesinde sevinç gözyaşları içinde ağladık. Muhteşem bir avukatlar grubumuz vardı, bize dünyanın ve Amerika’nın her yerinden sürekli destek veren, o sistematik ırkçılık ve şiddetli baskıyla savaşan aktivistlere de büyük bir alkış gönderelim”, “Bu olayın ve bu kararın artık polislerin davranışları konusunda her şeyin değişeceği bir an haline dönmesini istiyoruz”, “Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi bizleri iki kere aradı”, “Bu mücadeleyi hep canlı tutacağız ve vazgeçmeyeceğiz; bu olay sonuçlanana kadar biz de nefes alamıyorduk şu anda nihayet nefes alabiliyoruz, nihayet uyuyabileceğiz!”
Ben makalemin Floyd bölümünü tamamlarken önüme düşen bir başka haber vardı: “Ohio’nun Columbus kentinde polis siyahi bir genç kızı vurarak öldürdü.”
AMERİKAN BARONLARININ AVRUPA FUTBOLUNA DARBE DENEMESİ
Birkaç gün süren histerik bir medya patlamasında, aylardır saman altından yürütülen “Avrupa Süper Ligi geliyor” sesleri birden somutlaştı ve karşılığında dev bir tepki dalgası tokat gibi geldi. Fenerbahçe TV’deki programımda bu tepkiyi verenlerden biriydim. Şampiyonlar Ligi formatından çıkıp birbirleriyle oynamak isteyen 12-15 meşhur ve güçlü futbol kulübü, bu ayrılığı ilan etmeye kalkıştılar! Para doyumsuzluğuyla bilincini kaybetmiş ve sporun asaletini, olimpiyat ruhunu, eşitlik ilkesini ve yarışmaların ancak bu şekilde değer kazanması olgularını Amerikan JP Morgan Bankası’nın kasasından çıkacak 3-4 milyar dolara satmaya hazır büyük kulüp başkanlarının ve doların kokusuyla bilincini kaybeden başka bazı yöneticilerin şımarıklığı ellerinde patladı. Paranın perspektiflerini yok ettiği bu insancıklar, iki büyük dağa tosladılar. İlki futbol fanatiklerinin alkışlanacak ağır tepkisiydi. Adı geçen büyük takımların taraftarları dahil herkes, “Aman ne güzel, bundan sonra durmadan dev maçlar izleyeceğiz, bize ne diğerlerinden” demeden şiddetli tepkiler yağdırdılar. Futbolun, öncelikle herkesin kendi lokal liginde başladığını, basamakların hak edilerek çıkıldığını ve tarihe yayılan bu köklerin değerini onlardan iyi kimse bilemezdi. Futbolu seven ve anlayan taraftarların ve futbol yazarlarının tepkisini tamamlayan tabii ki FIFA ve UEFA’nın gösterdikleri kararlı tavırdı. Bu durumun parçası olan takımların futbolcularının Avrupa Şampiyonası ve Dünya Şampiyonası’nda yer alamayacakları, bu takımların ihraç edilecekleri ve yok sayılacakları ilan edildi. Balon, daha fazla hava basamadan büyük suç ortaklığının ellerinde patladı. Futbolu sırf daha fazla para getirecek bir show-business gören Amerikan baronları artık kös kös odalarına dönüp başka vurgun fırsatları arayacaklar...
TÜRKİYE?
Aaa, siz bana Türkiye’yi mi soruyordunuz? Şark cephesinde değişen bir şey yok. Nutuk’un okutulmasını, dağıtılmasını yasaklayabileceğini sanacak küstahlıkta “Milli Eğitim müdürleri”, kendi bakanlıklarından kendi hesaplarına 9 milyonluk alışveriş ödemesi yollayacak rahatlıkta bakanlar, televizyonları arayıp “Neden benim laiklik kaldırılsın demem, o tartışmalarda veya sosyal medyada tepki konusu oluyor ki, beni arayın bana sorun” diyecek kadar Cumhuriyet, adalet ve demokrasi yörüngesini kaybetmiş milletvekilleri, ne ararsanız ortada yeni gündem olarak geziniyor… Bu hafta, onları da siz bana yazın!