Siyasi gündemimiz, basın özgürlüğü, hapislerde çürümeye terkedilen aydınlar, dinsel veya etnik terör faşizmiyle boğuşmalar ve yüreğimizi burkan şehitlerden oluşurken, etrafımıza bir göz atalım: Şu, içinde misafir olarak yuvarlandığımız Evren’in kaç milyar yıllık geçmişi olduğu bile polemik konusu... 14 milyar yıl geriye bakılabilirken, ışık yılı olarak 45 milyar yıl arkamızdaki bölgesel kalıntılara göz atabiliyor-muşuz! Big-Bang sonrası şekillendiği varsayılan ve milyarlarca galaksinin, trilyarlarca gezegeni barındırdığı bu Evren’in kurulum serüvenini CERN projesi araştıradursun, bu evrenin C.V.’sinin (!) en heyecanlı romanlardan daha gizemli olduğunu teslim etmemiz lazım. Tek Tanrılı dinlerin iki bincik yılı henüz devirmiş geçmişleri, bu C.V.’nin içinde henüz taze bir damla an kadar yeni.
Hatırlatmaları çok uzatmayalım. Homo-Sapiens’ten Neandertal’e, ondan Lucy’ye inen yolda, milyonlarca yıla sıkışan evrim süreçlerinde gelişen “insan”, kendi dünyasının gelişim çizgisinde önce avlanmayı, ardından 1,5 milyon yıl önce ateşi, milattan dört asır önce de tekeri buldu. İçinde yaşadığı şartlar çerçevesinde farklı yerlerde farklı uygarlıklar kurdu. İsa sonrası saydığımız yıllarda, buharlı makinanın icadı ile 19. yüzyılda gelen ulaşım ve endüstriyel imkanlar, fotoğraf makinesi, 1947’de hala tepe tepe kullandığımız “transistor” devrimleri geldi. Son 140 yıla sığan bilimsel ve teknolojik buluş furyasını bir yere bırakın, yalnız son 15 yıla göz atarsak, insan beyninin Evren’in içinde çok ayrıcalıklı bir noktaya doğru katlamalı ses hızıyla yükselmeye devam ettiğini görüyoruz. Bugün “teknoloji” deyince aklımıza gelen atılımlar listesine “gerçekötesi” hayal gücümüzü de ekleyerek beklentilerimizi oluşturabiliriz: Görünmez adam olmak, duvarlardan geçmek, ışınlanma ile seyahat etmek, “Kemik” romanımda “dreamcorder” adını verdiğim rüya kaydetme makinaları, farklı türlerin çiftleştirilmesinden doğacak hibrid canlılar, Güneş Sistemi’nden başlayarak Evren’de yapılacak geziler, zamanı geri (ileri?) alabilme devrimi ve tıpta ölümsüzlüğe ulaşma çabaları, ilk akla gelenler. (Kusura bakmasınlar, Yıldız Teknik’in geçen gün lanse ettiği “İslami bisiklet”, listemize dahil değil)
Peki bu kadarcık mı? Bu söz ettiğimiz çılgınlıklar, en fazla 150 yıl içinde tamamlanır. Peki ya bin yıl sonrası? Ya da giderek artan bu hız, 100.000 yıl sonra insanlığı nerelere vardırır dersiniz? İşte o bölgelerin gündem, tartışma alanı ve bulgularını bugün hayal bile etmemize imkan yok. Roma’nın zeki filozofları, Evren’in en farklı noktalarında saatte 200 kilometre ile giden insanların birbirleriyle konuşabileceklerini düşünebilirler miydi? Neandertal insanını bugün bir bilgisayar ekranının önüne koysanız ne düşünebilir ki? Peki “geleceğin insanı”, kütüphanelerimize nasıl acıyarak bakacak biliyor musunuz? “80 yıllık ömürcüklerinde, bazen bir kitabı okumaya bir ay ayırıyorlardı.” cümlesi, acı bir sempati ve gülümseme eşliğinde saygıyla ifade edilecek. Dünyanın tüm kitaplarını karşılaştırmalı olarak beyne indirenler için, bu “ilkel çabalarımız” iyi niyet gösterisi olarak kayda geçecek. Peki 1 milyon yıl sonra mı? İşte o günlere bakışımız; ancak bir karıncanın başka bir galaksiye yollanacak yaşam ünitesinin son kontrollerinin yapıldığı anda bu dev gezer-kentin önünden geçerken “düşündükleri”yle kıyaslanabilir!
Uzun lafın kısası, insanlık büyük ihtimalle -kendi pimini çekmezse- Evren’in sırlarını da çözecek, Ortaçağ kavgalarını tarihin acımasız kavgalarının parçası haline de getirecek. Bunun ne anlamlara gelebileceğini bugün hiçbirimiz algılayamayız. Bugüne dönersek, yaşadıklarımız, ilkel kalıntıların son debelenmeleri, insanlığın koca serüveninin içinde, anlık bir yörünge kaybı... Hapislere terkedilen, öldürülen aydınlar ise Güneş’in her gün ileri atılan ritminin nefes açıcısı kahramanlar... Onların tersine, Evren’in her noktasında, karanlıklara imza atanlar ise, kendi ayıplı Wikipedia yazarlıklarını üstlenmiş oluyorlar hepsi bu... Ülkesine ve dünyaya kan, gözyaşı, seviyesizlik ve kin tohumu bırakan, anaları ağlatmaktan, kul hakkı yemekten zevk alan “insanlar”! Bu serüvenin karaçıbanları onlar.
Bir de, Evren’in güldüğü, kucakladığı, aydın, devrimci yarınları hazırlayan ebedi devrimci liderler vardır. Gandhi gibi, Martin Luther King gibi, Atatürk gibi... Onların izlerini tarihten ne yapsanız silemezsiniz. Ne tarih tahrifatıyla, ne heykel yıkımıyla, ne de uyduruk yalanlarla... Onlar bu Evren’de insanlığın aydın, devrimci, barışçı, eşitlikçi, dürüst önderleri olarak sonsuza dek hatırlanacaklar...