Sağlıklı bir insanda organlar ve vücut fonksiyonları ile ahenk içinde çalışırken, önce bir, derken iki organ pes edince hızla “çoklu organ yetmezliği” belirir.

Üst üste yaşadıklarımız, her açıdan birbirinden çok farklı görevleri olan Cumhuriyet kurumlarının ağır şekilde hastalandığını bize gösteriyor! Hatta buna paralel olarak, “şizofreni”den de söz edebiliriz.

 

ŞİZOFRENİ NEDİR?

“Kişinin gerçeklikle bağlantısının belirli bir seviyede kesilmesiyle, gerçekte var olmayan ses, görüntü veya duyuları algılaması; gerçek olmayan olgulara inanması ve bu doğrultuda anormal ve bazen tehlikeli davranışlar sergilemesiyle tanınan, kronik bir hastalıktır.”

 

ÜLKEMİZDE YAŞANANLARA GELİNCE

Süper Kupa Finali, dünyada yankılanan bir skandal sonucunda iptal edildi. Bir ay önce, yine bu sütundan TFF Başkanı Büyükekşi’ye açık mektup yazmıştım. Büyükekşi, ne kulüp başkanlarının sözlerini ne Yüksek Divan Kurullarının çağrılarını, ne benim ne de İsmail Küçükkaya’nın feryatlarını ciddiye almadı. Sonuç malum. 

 

AYM KARARLARINA ÖNCE CUMHURBAŞKANI SAHİP ÇIKMALI, ÇÜNKÜ:

Bir alt mahkeme, AYM’nin kararlarını uygulamamaya başladığında sistem alarm zilleri çalar! Bundan en büyük rahatsızlığı duyacak kişi Erdoğan olmalıdır. Çünkü Anayasa artık uygulanmıyorsa, o Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanı olan Erdoğan’ın durumunu tartışmaya açmak isteyecek olanlara ne yanıt verilecektir? Ülkeyi buna benzer münasebetsiz krizlere sokmamak için Erdoğan bu aymazlığa el atmalıdır.

 

GAZZE GÖSTERİLERİ ŞERİAT ÇAĞRILARINA DÖNÜŞÜNCE…

HAMAS’ın 7 Ekim’de başlattığı korkunç terör olaylarını fırsat bilen Netanyahu, iç siyasette kaybolan gücünü korumak için on binlerce insanı öldürtmüştür. Ateşkes çağrılarına ısrarla hayır diyen de Netanyahu’dur. Vicdanı olan herkes bu katliamlara dur diyecektir, demektedir. Fakat, Galata Köprüsü’nde yapılan mitingde, kimilerine göre PKK ve İsrail terörü lanetlenmiş, izleyenlerin çoğu açısından ise açık açık şeriat ve hilafet çağrısı yapılmış, Tevhid bayrağı açılmış, olay laik Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bir kalkışma çağrısına dönüşmüştür. Yasalarımızda açık suç olan fiiller, Gazze’de öldürülen masum çocukların kanı öne sürülerek, Cumhuriyet’e karşı darbe çağrıları için araç olarak kullanılır hale gelmektedir! TCK’nın 309.Maddesi’ne göre ağırlaştırılmış müebbetlik suç olan bu rejim değiştirme çağrıları hiçbir kılıfla örtülemez! O günün bir diğer olayında ise, Ege Akersoy isimli üniversite öğrencisi, bu bayrağı açıp halifelik çığırtkanlığı yapan bir göstericiye yumruk atmış, bunun sonucunda sadece kendisi tutuklanmıştır. Daha da ötesinde, onu savunan gazeteci Fatih Altaylı hakkında da soruşturma açılmıştır.

 

BAŞA DÖNERSEK…

Bu ülkede kim hangi yasalara göre yargıçlık, hangi yasalara göre polislik, gazetecilik, öğrencilik yapacak? Neyin suç, neyin mubah olduğu belirsiz hale geldiğinden şizofrenik algılar yaşanabilmektedir!

 

Türkiye bugün hangi hukuk sistemi ile, kim tarafından, nasıl yönetilmektedir? Anayasa geçerliliğini hala korumakta mıdır?

 

Polis, sokak gösterilerinde Atatürk Türkiyesi’nin yasalarını mı uygulayacaktır, yoksa söylemi ve gücü kendinden menkul şeriatçıların tarif ettiği Türkiye’nin yasalarını mı? 

 

Polis sokakta Hilafet bayrağı ile gösteri yapana mı yönelecektir, yoksa ona tepki veren Atatürkçü’ye mi?

 

Hizb ut-Tahrir, Antalya polisinin yaptığı gibi üzerine gidilecek bir terör örgütü müdür, yoksa Ankara’da yapıldığı gibi görmezden gelinecek bir yabancı misyon mu?

 

Parlamento, milletvekili yemini etmiş şerefli siyasilerin buluştuğu dokunulmaz bir mekan mıdır, yoksa korkmadan bölücülük yapılabilen, “özerklik rahatça tartışılsın” denilebilen ne olduğu belirsiz bir saha mıdır? 

 

Türkiye, 6-7 yaşında kızların Kuran kursuna gönderildiği ve oradan şu ya da bu tarikatçıya “eş” olarak sunulduğu yobaz bir ülke midir, yoksa Cumhuriyet’in tartışılmaz Medeni Hukuk ve Eğitim yasalarının geçerli olduğu bir çağdaş ülke mi?

 

Şizofreniyi bu arada kimin yaşadığı veya yaşattığı da belirsizdir. Ancak, bu ülkeyi “çoklu organ yetmezliği”ne kurban vermek istemiyorsak, acilen bu ülkenin her sorumlusu, her kurumu, her ferdi mevcut ortama müdahale ederek, bu gidişata dur demeye mecburdur.

 

Burada ilk hamle Erdoğan’dan gelmelidir. Anayasa’yı koruyarak kendi güç ve yetkilerinin sahibi olduğunu kanıtlamalı, AYM kararlarının tartışmasız şekilde uygulanmasına bekçilik etmelidir. Sadece FETÖ darbesine karşı çıkmış olmak yetmez! Cumhurbaşkanı, her darbeye karşı olduğunu göstermelidir.

Yazı Tarihi: 04.01.2024
Paylaş
Benzer Yazılar
Videolar
Alt
Bedri Baykam’ın SON ON YILDAN SEÇKİ sergisi