Gerçekten söyleyecek laf bulamıyorum! Olsa olsa “Nasıl oluyor da oluyor?” tarzında komedi filmlerinden düşmüş bir cümle kullanabilirim. Siz kalkacaksınız, o kadar büyük bir rekabet ve yarışın yaşandığı bir ortamda, o elektrikli 24 Haziran seçimlerinde milletvekili olup ardından henüz 3 ay geçmişken bu sefer “Ben belediye başkan adayı olmak istiyorum” diye örgütünüzü vesveseye vermeye çalışacaksınız. El insaf! Ya kardeşim, sen belediye başkanı seçilirsen, milletvekili koltuğun doğrudan çöpe gidecek! Bunu nasıl aklına getirebilirsin? Bu örgütte, on binlerce üye, milletvekilliği rüyası görürken, sen onların da oylarıyla, bayrak sallamalarıyla, mitinglerdeki sloganlarıyla, gidip seçilmişsin... Ve şimdi diyorsun ki, “Ben bu sıfatı boşa çıkaracağım, şimdi beni bir de belediye başkanı yapın”. Bazı insanlar için CHP milletvekilliği nasıl bu kadar değersiz olabilir? Örgütteki arkadaşları ile bu kadar hoyratça nasıl alay edebilirler? Yani size göre her gün elini sıkıp gülümsediğiniz, sarıldığınız Ali, Ayşe, Selçuk, Fatma, Feryal, Metin ve diğerleri, her yerde ve her şartta sizin gözü kapalı destekçiniz olacak, onlar hiçbir yere layık olmayacak, siz her sıfata yükselip, bir de diğerlerine yelken  açacaksınız... Oh! Ne güzel dünya! Kusura bakmayın, Türkçe’de bunun tek adı vardır: “maymun iştahı”. Milletvekili olurken bilmiyor muydunuz 5-9 ay arasında yerel seçim olduğunu? Hiç mi çevrenize, örgüte, seçmenlere saygınız yok? Nasıl rahat uyuyabiliyorsunuz! Pes! Hiçbir milletvekili, belediye başkanlıklarına aday olamaz! Lütfen Parti’ye, tarihine ve örgüte bir nebze saygınız olsun ve bu yüz kızartıcı karardan yol yakınken dönün, halkın size olan saygı ve sevgisini bu şekilde test etmeye kalkmayın! Ve CHP milletvekilliği, sizin için bu kadar değersizse lütfen bundan sonra ne milletvekili adayı olun ne de belediye başkanı! Umarım Sayın Kılıçdaroğlu bu konuda taviz vermez!
Aday saptamada en doğru yol, demokrasiye güvenerek ön seçim sandığını üyelerin önüne koymaktır. Bunun dışında her formül, pişmanlıklara gebedir.

ÜÇÜNCÜ HAVALİMANI KAOSU VE... İSMİ!  
Pazartesi gecesi Habertürk’de, 3. havalimanı ile ilgili sorunları, bu iktidarın israf merakı -yani Saray, yeni havalimanı ve Kanal İstanbul projesi çerçevesinde dile getirdim. Biliyorsunuz şu anda işçilerin yaşam güvenlikleri hiçe sayılarak “İlla ki 29 Ekim’e yetiştireceğiz” inadıyla son sürat bir faaliyet var. İşçilerin yaşadığı dramı zaten tüm sansür çabalarına rağmen Türkiye öğrendi. Bir işi hızlı yapmaya çalışırsanız, donunuzu Süpermen misali pantalonunuzun üstüne giyebilirsiniz. Şu anda o havalimanında çok üzücü karışıklıklar ve yaşandığına dair söylentiler ortada geziniyor. Bir vatandaş olarak bunların doğru olmamasını dilerim, ama... çok daha yoğun tehlikeli eleştiriler de var. Birçok yazar arkadaşımızın vurguladığı gibi, milyonlarca ağaca, hayvanlara, derelere, kuşların göç yönüne vereceği “eko-sistem” zararları, yer seçiminde bölgenin çok sisli ve aşırı rüzgar alan bir coğrafyada bulunması, zeminin sorunlu, gevşek, dayanıklılıktan uzak bir yapıda olması ile ilgili büyük endişe yaratan bilgiler, projenin ekonomik mantığının israf, zarar ve iddialara rağmen kardan uzak bir profilde olması, birbirinin üstüne eklenen çok farklı dertler. Güvenlik risklerinin yükseklerde gezdiği ifade ediliyor. Öncelikle zaten Atatürk Havalimanı’nı hemen “Park yıkmak” gibi bahtsız maceraları rafa kaldırmaya mecbur olduğumuzu görelim. 
Peki, neden alelacele bu kadar hata barındıran bir alanda bu projeye girişildi? Gündeme getirdiğim konu “Hedef ‘Atatürk Havalimanı’ isminden kurtulma operasyonu mu?” sorusuydu. Nagehan Alçı buna şaşırmış göründü ve adın Atatürk kalmasından mutluluk duyacağını bile belirtti! Böyle bir ters hedefin mümkün olamayacağını ve Atatürk’ün zaten “tüm Türkiye’ye ait bir değer” olduğunu vurguladı. Ben de “isimsiz” kalmasını çok manidar bulduğumu ve bu konuda bir güvenim olmadığını anlattım. Zaten kimin haklı olduğunu görmek için şurada üç haftacık kaldı! Ama kritik nokta şu! CHP, bu konuda pasif bir profil çiziyor. Ben CHP’den resmi olarak, özellikle şimdilik “İstanbul’un yeni havalimanı” olarak lanse edilen ve bitmek üzere olan projenin olası adı hakkında, hatırı sayılır bir çıkış duymadım. O zaman soruyorum: Neyi bekliyorsunuz? Mesela “Abdülhamit” adı verilecek de, o zaman iş işten geçtikten sonra mı ayağa kalkacaksınız?
  
 “BABAMIN CEKETİ”
Geçen hafta, “Babamın Ceketi”  filminin galasına katıldım. Öncelikle şunu bilin ki Müfit Can Saçıntı konusunda ben tarafım! Ben onu salt bir yönetmen olarak değil, değerli bir insan, iyi bir arkadaş ve yaratıcı bir beyin olarak görüyorum. Onun ve Birol Güven’in katkılarıyla yapılmış “Mandıra Filozofu” -filmi görenler neden bahsettiğimi bilecek- son yıllarda her izleyeni en çok etkileme kapasitesine sahip filmdi! O filmi 4-5 kere izledim. Yarın rastlasam yine izlerim. Sinema, izleyicileri sanatsal yöntemlerle sıkıp boğmak için yapılan bir sanat dalı değildir. Saçıntı, bunu çözmüş bir yönetmen. Benim için hangi ödülü alıp almadığı çok önemli değil. Bir gün bu konuyu da açarım. “Babamın Ceketi”, iş arayan ve evlenmek isteyen bir oğul ve babası arasında yaşanan bir kuşak gerilimi etrafında şekilleniyor. Filmin sonunda Saçıntı biz izleyicilere “kıyamadığı” için, farklı bir hamle yapıyor. Lütfen izleyin. Saçıntı, Ayşen Gruda, Mert Turak, Erkan Can, Elif Nur Kerkük ve diğer oyuncuların başarısını yaşayın. Bir filmin yine komedi ve felsefeyi, sosyal-siyasal eleştiri ve akıcılık dozunu nasıl dengelediğini görün! Bu hafta sonu “Babamın Ceketi”ni sırtınıza geçirmeyi sakın ihmal etmeyin! Emeği geçen herkese bravo!

Yazı Tarihi: 09.10.2018
Paylaş
Benzer Yazılar
Videolar
Alt
Bedri Baykam TELE1 kanalında Nilüfer Bıyıklık'nın Başka Sohbetler programına konuk oluyor.