Normal bir ülkede, benim size bugün yalnız 15 Nisan, Dünya Sanat Günü’nü yazmam lazım. Ama maalesef, ne gezer! Leonardo da Vinci’nin doğum gününün, UPSD’den çıkan bir fikirle uluslararası kabul görmesi ve önce Uluslararası Sanat Dernekleri, ardından UNESCO tarafından Dünya Sanat Günü kabul edilmesi kadar keyifli bir konu yerine, bildiğiniz üzücü kısır gündemimizle boğuşuyoruz. Her şeye rağmen Dünya Sanat Günümüz kutlu olsun!

Gündemimize geri dönersek, amiraller krizinin hiç değilse şimdilik rafa kaldırılması, sürekli beterin beteri ile karşılaştığımız ülkemizde her şeye rağmen yüreklerimize su serpti. Paşalar ifade verdikten, gözaltında tutulduktan ve adli kontrolle serbest bırakıldıktan sonra insanlar oldukça karışık hisler yaşadılar. Bir taraftan yine bir “Silivri zindanları” deneyiminin ortasına gitmektense ailelerine kavuşmaları sevinç gözyaşları yarattı, diğer taraftan ise hak etmediklerine inandığımız bu zorluklarla yine boğuşuyor olmaları da sayısız vatandaşın tepkisine neden oldu.

Türkiye inanılmaz bir ülke. Biz çarşamba günü bunları konuşurken, her saniye gerilim hattı yükselebilen, patlamaya hazır, hiçbir gazetecinin 48 saat sonraki manşetleri tahmin edemeyeceği çılgın bir diyar!

EMEKLİ BİR ASKER NE İSTER Kİ?

Bu topraklarda emekli bir asker ülkesinin esenliği, güvenliği, huzuru ve saygınlığının korumasından başka ne ister ki? Hiçbir şey! Para-pul veya sıfat arayışı yoktur. Para arayışında olsalardı, asker olmazlardı; Atatürk’ün ordusunda eriştikleri rütbelerin ötesinde onları tatmin edecek hiçbir sıfat olmadığı için, kendi apoletlerinin ötesinde hiçbir hırslı hedef barındırmazlar. Dolayısıyla değerli amirallerimizin “aksi halde” diye başlayan cümlelerindeki tek amaç, ülkenin huzurunu kaybetmemesine ve 15 Temmuz gibi günler yaşamamasına herkesten daha yoğun olarak çekmek istedikleri dikkattir.

“Mavi Vatan” gibi kanı en kırmızı akanların gözünü yaşartacak bir kavramı kararlılıkla adeta yaratan Cem Gürdeniz gibi bir büyük vatanseverin “kaçmak bana yakışmaz” cümlesini sarf etmeye mecbur bırakmış olmak, benim açımdan ülkemin en acı hüzün sebeplerinden biridir. Yaşanan tam kendisinin dediği gibi “bir iletişim kazası”; keşke öngörülebilseydi. Amiral Bülent Olcay’ın “Balyoz davasında 997 gün özgürlüğümden mahrum kaldım. O zaman kaçmadım. Bu dava sürecinde de böyle bir düşüncem olamaz” cümlesi kulağımıza küpe olsun. Amirallerimizden Mustafa Özbey’in Merkez Orduevi’nde “Eşinizi ve eşyalarınızı alıp hemen burayı terk edin” gibi bir cümle ile karşılaşabilmiş olması hepimizi yaraladı! Komutan Turgay Erdağ, “kumpastan daha kırıcı” cümlesini kullandığına göre yaşadığı iç kanamayı anlamaya çalışabiliriz. Diğer bir amiralimiz, Türker Ertürk, Atatürk hakkında panellere beraber katıldığım, yurtseverliği taşkın, çelik iradeli, gözü pek bir Atatürk askeridir. Ata’nın geçmişini, kendi geçmişini ve bu değerler için nasıl canını vermeye hazır olduğunu bilmek bu duygusallıkla en beklenmedik anda gözünü yaşartabilir. Beyni her gün Türkiye’nin daha güzel bir geleceğe yol alması için çalışır durur.

Kimse, Atatürk’ün paşalarını, orduya sızan veya yerleştirilen FETÖcülerin sahte paşalarıyla karıştırmaya kalkmasın! Zekeriya Öz’ün, haklarında “iddialı” savcı rolüne soyunduğu Atatürk paşaları, hiçbir surette kaçmaz ama yobaz niyetlerle asker üniformasını harmanlamaya çalışan soytarılar, 15 Temmuz’da olduğu gibi foyaları meydana çıkınca kaçmışlardır. Hala bilmiyoruz, onlara ülkeyi ve geleceğini teslim edenler, yaşananlardan ne kadar utandı? Bilemiyorum, belki de aynen bir dönem “İkinci Cumhuriyetçi” mantık yoksunu koltuk değneklerinin göstermeye tenezzül ettikleri tavır kadardır…

BU SORUNUN DERT OLMASI KİME YARIYOR?

Bu arada sakın amirallerin göreceli de olsa özgürlüklerine kavuşmuş olmalarının keyfini doya doya çıkarabildikleri bir ortam olacağını sanmayın! Bildiğiniz gibi, yalnız bizim ülkemizde yaşanabilecek bir başka gerilim, şimdiden onunla rekabete girdi bile: “128 milyar dolar nereye gitti?” cümlesi anlaşılan pek yakında bir ulusal güvenlik sorunu haline dönüşecek! Öte yandan bu soruyu hemen “cumhurbaşkanına hakaret” ile ilişkilendirilen bazı savcıların varlığı aklımı gerçekten karıştırdı. Şu açıdan anlam veremedim: Tersine, böyle bir soruyu hemen “cumhurbaşkanına hakaret” olarak nitelemenin, cumhurbaşkanını töhmet altında bırakabileceğini düşünüyorum ve başka bir anlam veremiyorum! Soru afişinde yer alan bir saray silueti, olsa olsa ülkenin başına bu sorunun sorulduğu anlamına gelir. Ben mi anlayamıyorum? Hele polislerin CHP örgütünde “128 milyar nereye gitti?” sorusunu binalardan indirmek için vinçlerle olaya dalmaya kalkışmalarını şaşkınlıkla izledim.

Türkiye’de neyin suç olarak ele alınıp alınamayacağını normal bir zekaya sahip bir insanın anlaması kesinlikle mümkün değil. Çünkü bu çok değişken bir olgudur; kim olduğunuz, siyasi düşünceniz, hangi gruba ait olup olmadığınız, kurduğunuz bir cümlenin kimin tarafından nasıl anlaşılacağı veya nasıl anlaşılmak isteneceği, başkasının bir fikrini yaymış olsanız bile fikri öne sürenden daha sorumlu bir hale nasıl gelebileceğiniz, dünyanın diğer ülke vatandaşlarının kolay anlayacağı durumlar değil. Bunlar bizim kendi mutfağımızın çok özel ve öznel konuları!

128 milyar dolar, kolaylıkla hayal edebileceğimiz bir para değil. Aslında muhteşem ötesi bir para! Afrika’da açlığı yok edebilecek, insanlığa yeni kapılar açabilecek bir miktar. Ama öğreniyoruz ki, bu para ile dünyanın en büyük gökdeleninden 107 adet yapılabiliyormuş; unu duyduğumda ise o paranın değeri çok azalıyor. Diğer bir değerlendirmede, kaç adet savaş uçağı satın alabileceği veya kaç adet Scud füzesi haline dönüşebileceği… Bunlar bizim aklımıza bile gelmeyecek para “değerlendirme” alanları! Açlık nasıl yok edilir, kaç adet çağdaş sanat müzesi açılır, hayvanlar nasıl sorunsuz yaşayabilir, bizim beynimizin refleksleri bu konular…

Düşünüyorum da, halkımız “böyle bir para kayboldu, soruşturulması da engelleniyor” dendiği zaman “Allah Allah niye acaba istemiyorlar?” diye düz bir mantıkla konuyu daha fazla düşünüyor. Bilmem bu sade verileri daha incelediği oluyor mu iktidarın!

Sonuçta, onlar da bir yerlerde siyasi beklenti hataları yapıyor ki, artık bugünkü şart ve yasalarla seçime yaklaştıkça hiddetlenip bir yandan baskı ve “Atatürkçülüğü karartma operasyonları”nı hızlandırmaktan başka çare göremiyor, bir yandan da muhalefetin ve yazarların sıkça hatırlattığı İnönü’den şu cümle gündemde yankılanıyor: “Tarih kürsüsünden halinizi seyrediyorum, suçluların telaşı içindesiniz.

Yazı Tarihi: 15.04.2021
Paylaş
Benzer Yazılar