Hareket şık ve spontaneydi. Trabzonsporlu Salih Dursun, Galatasaray-Trabzonspor maçını çığırından çıkaran orta hakem Deniz Ateş Binel’in elinde tuttuğu kırmızı kartı kaptı ve dışarıyı işaret ederek, kendisinden maçı terk etmesini istedi. O kırmızı kart aynı anda ülkeyi mest etti. Milyonlarca insan beyninde, rüyasında zaten yıllardır o kartı müdürüne, trafik polisine, iktidara, bakana, bakmayana göstermekle meşguldü. Salih’in elinde 2-3 saniye kadar tuttuğu kırmızı kart, hem futbol, hem de ülke tarihimize geçerken yurdum insanı, içinde bir şelalenin tepeden tırnağına boşalmakta olduğunu hissetti! Herkes bir anda Salih’i sahiplendi, çünkü o kart aynı zamanda milyonların elindeydi! Herkes rahatladı, kiminin gözü yaşardı, kimi gülmekten makaraları koyuverdi, kimi ayağa kalkıp çığlıklarla bu görüntüyü desteklemeye başladı. Gece tüm dünya aynı anda Salih’i konuşmaya başladı ve bu görüntü yeryüzünün dört bir yanına yayıldı... Tabii onların çoğu için, bu görüntü futbol belleklerine yapışacak unutulmaz bir anekdottan ibaretti.

KEHANETLERİME KART DA EKLENDİ!

Bundan bir hafta kadar önce, gece ilginç bir rüya gördüm. Maçta hakeme sinir olan oyuncu, kendi cebinden bir sarı kart çıkararak hakeme tutuyordu. Şaşkınlıkla uyandım, rüyanın etkisinde kalıp hemen eşime, asistanlarımdan Umut’a ve fotoğrafçı Koray Erkaya’ya anlattım bu matrak sahneyi. Beraber güldük. Sonra aynı sahne, hakemin elinden kapılan kırmızı kartla pazar gecesi tekrarlanıverdi! Ama bu sefer bir romanın içine yazıp koymamıştım!
Herhalde yaşadığım en meşhur ve kanıtlı öngörüm, 11 Eylül’de yaşanan her şeyin, 10 ay öncesinden basılan ‘Kemik’ isimli romanımda yer bulmasıydı. Romanımda, bir ihtimal bildiğiniz gibi, New York’ta sabah saat 09:00 civarında bir Boeing 797 (kitapta teknoloji 25 yıl daha ileride!), Manhattan’da METLİFE (Eski PANAM) binasına göbekten bir intihar uçuş yapıyordu. Daha birkaçgün önce kitabı okuyan insanlar olayı televizyonlarda canlı yaşarken, rüya gördüklerini sanıyorlardı! Kemik’le ilgili yaşadığım bir kehanet daha vardı. Kemik bu olaylar yaşanmadan önce best-seller oldu. Bunun kehaneti zor değildi. Ama şu olay çok olağandışıydı: Bir gece rüyamda, anlatacağım olaydan 4 yıl önce kaybettiğim rahmetli babamı olağanüstü gerçekçi bir rüyada gördüm, birileri “şurayı imzalamanız lazım” diye ellerindeki kağıtlarla beni sıkıştırıyorlardı. Ben babama dönüp “ya işte senin yüzünden oldu bu, gördün mü?” şeklinde bir serzenişte bulunuyordum. Sonra uyandım ve kahvaltıda sevgili anneciğime bu olanları anlattım. Kahvaltıdan sonra tam evden çıkarken kapı çaldı. İki sivil polis memuruydu gelenler: “İyi günler Bedri Bey, girebilir miyiz, elimizde Kemik için toplatma kararı var”. Şaşkınlıkla girin dedim ve koltuğa çöktüm. Aynen rüyamı size aktardığım şekilde, iki kişi zarftan çıkarıp toplatma kararını elime tutuşturdu. Onlar kapıdan çıkıp giderken annem ve ben şaşkınlıktan küçük dilimizi yutmak üzereydik. Kemik romanımın kehanetleri bununla kalmıyordu. O günlerde esamesi okunmayan “erkek kışkırtıcı” hapların adı romanımda “rocket stone pills”di. Yani Viagra’nın ta kendisi... Bu günlerde teknolojik haber köşelerinde karşımıza çıkan “bilgisayar çipi ve beyin hücresi arasındaki flört” -ki önümüzdeki yüzyıllarda ana dalga görevi üstleneceğine inanıyorum- yine Kemik’te en çarpıcı bölümler arasındaydı. Kemik kehanetleri ve rüya ilişkileri bununla kalmadı, ama üstünü de anlatırsam beni ciddiye almazsınız! Bu kadarla yetinelim şimdilik. Söz, bir başka yazıda o görünmez gizemli dünyanın sinyallerini yine sizinle paylaşacağım, ama izninizle şimdilik o müthiş kırmızı karta dönmek istiyorum!

ARTVİN HALKI KIRMIZI KARTI “DOYMAZLARA” ÇIKARDI!

Bu dünya, haksızlıklar ve dengesizlikler dünyası. İnsanların iyi kalpli çoğunluğu, kötü kalpli azınlığı tarafından yönetiliyor! İnanılmaz gelebilir size, ama dikkatle bakın etrafınıza, tam karşılığı bu! İşte bu nedenle haksız kartlar, haksız penaltılar, haksız tehditler ve şiddet dolu tavırlar o kitlelerin yaşamını alt üst ediyor. Dayatmalar, uydurma cezalar, her biri o haklı ve baskı altındaki insanların kamçısı...
Artvin’de durum farklı mı sandınız? Ülkemizin en çok okuma yazma yüzdesine sahip, kadın-erkek eşitliğini fiili olarak yaşama geçirmiş olan ilinde halk geleceğine, oksijenine, çocuklarına, umuduna sahip çıkıyor. Karşılarında ise kafasında, aklında, beyninde geleceğinde yalnız para ve altın külçeler görebilen, maddiyatın ve rakamların ötesine geçemeyen çarpık bir anlayış var. Artvin’de insanlar, bugünkü iktidarın dayatmacı, baskıcı, şiddetle sindirmeye meraklı, uzlaşmadan ve diyalogdan nasibini almamış tavrına kırmızı kart çıkarıyorlar. Aynen Salih Dursun gibi, onlara kapıyı işaret ediyorlar. “Yeter artık herkese her şeyi zor kullanarak, silah ve gaz tehdidiyle yaptırabileceğiniz düşünceleri, yetti gari!” diyorlar. İnsanlar direniyor. Kendi çıkarları için değil, ülkelerinin geleceği için. Doğa için. Unutmamızı istedikleri değerler için...
Çünkü Artvin’in yiğit, aydın ve kültürlü halkı, geçmiş çevre felaketlerinden ders almışlar, toprağın bu şekilde zehirleneceğini biliyorlar. Bazen kendi kendime diyorum ki, iktidar, üzerine yine ölü toprağı serpilmiş görünen bu halkı uyandırmak için gerçekten çok ama çok uğraşıyor. Sanki Gezi’nin heyecanlı günlerinin özlemi içindeler! Neden diye düşünüyorum, bulabildiğim tek açıklama şu: Kavga ve kaosla beslendikleri için. Yurtta barış, cihanda barış cümlesinin doğrudan karşıtı oldukları için, herhalde aynı anda tüm dünyayla kavgalı olmanın Kasımpaşalılığın vazgeçilmez şartı olduğunu sandıkları için, bunu tek yol sanıyorlar. Hazine avcılığına doymayan holding sahipleri yüzünden ülke ayaklansa belki o anda çok mutlu olacaklar! Herkesle aynı anda savaşmak, işte cengaverlik diye buna derim! Onlara yakışan bu! Düşünsenize içeride de bir yandan IŞİD ve beş çeşit bölücü örgütle sıcak savaş halindeler, bir yandan da Atatürkçü aydınların ve halkın damarına basıyorlar! Yemin ediyorum, böyle bir iktidar anlayışın sırrını, beş kıtadan üç kuşaktan psikiyatrlar ve psikologlar analiz etse çözemez! Yok böyle bir örnek tarihte! Belki bu kadar herkese aynı anda kılıç çekmekten haz almış bir Avusturya kökenli adam daha var. Malum zat. Başkasını hatırlamıyorum.

Kavgaya doymazlık, paraya servete doymazlık, şiddete doymazlık, tahakküme doymazlık... Nereye kadar? Bu nasıl bir açlıktır? Bu nasıl bir mantıktır? Halkın % 65’ini karşısına alarak siyaset yapanlar, halkın %95’ini karşısına alarak ihtiyacı olmayan paraları kazanmak için ticaret ve hazine peşinde koşan bir çeşit işadamı ırkı yaratabilmiştir. Toma’lar eşliğinde, köylü bacılara su ve gaz sıkarak, adam gibi adamlara dayak atmaya çalışarak paracıklar kazanmak... Ve ardından gece rahat uyuyabilmek! Hoş geldin yeni Türkiye!

Yazı Tarihi: 23.02.2016
Paylaş
Benzer Yazılar
Videolar
Alt
CHP için Demokratik Dijital Devrim Tüzük Taslağı Basın Toplantısı