14 emekli generalimiz, 28 Şubat davasından geçtiğimiz hafta içeri alındılar. Şova dönüşen bir kin, yandaş basının sayfalarında yankılandı. Rütbelerinin sökülmesinin talep edildiğinden bahsedildi. Haklarında “yakalama emri” olduğu ve bazılarının bu şekilde “yakalandığı” anlatıldı. Gözlerime inanamadım. Türk ordusunun şerefli subayları hakkında aşağılayıcı üslupla cümleler kurmak kimsenin haddi olamaz. Herhalde onları FETÖ’nün malum alçak kaçakları ile karıştırdılar...

28 Şubat generallerinin avukatlarından Hüseyin Ersöz, Orgeneral Çetin Doğan hakkında şunu söyledi: “…Birileri gibi kaçmadı, göçmedi. Bu karardan ileride biz değil, sizler utanacaksınız.”

Ben bu karardan utanıyorum ve Cumhuriyetimiz adına generallerimizden özür diliyorum. Bu kadar şerefli bir ömrün, sonunda böyle karanlık konulara alet edilebilmiş olmasından dolayı…

Avukat Celal Ülgen, 28 Şubat’ı abartılmış bir öç, ölçüsü kaçmış bir intikam davası olarak tanımlıyor.

Bu ülkenin tarih bilmezliğinin ortasında, üretilen ve oportünist şekilde adeta zorla inanılan/inandırılan yalanların orta yerinde yaşamaktan bıktım. 27 Mayıs, 12 Mart, 28 Şubat ve hatta 12 Eylül hakkında uydurulan ve ezberletilmeye çalışılan senaryoları dinlemekten usandım; kimse doğru söylemiyor! Hatta aydınlarımızın ve siyasilerimizin bir kısmı bile riyakarlar! Yakın tarihi bilmeyenlerin önünde “politically correct” görünmek uğruna, gerçekleri tahrif ediyorlar veya tahrif edenlere sessiz kalıyorlar. Bu nasıl bir seçici bellek kaybıdır ki, insanlar bizzat yaşamış oldukları anların gerçeklerini unutuyorlar veya unutmuş görünüyorlar!

28 ŞUBAT ÖNCESİ NELER YAŞANMIŞTI

Şimdi bu yalan sendromunun 28 Şubat eksenine dönelim. Bugün 45 yaşın altında olanlar, bu konulara duyarlı ortamlarda yetişmemişlerse, 28 Şubat MGK toplantısında ve ondan hemen önceki yıllarda neler yaşandığını ya hiç bilmiyorlar veya o dönemde çocuk oldukları için hatırlamıyorlar. Yüzlerce makale veya onlarca kitaptan alacağınız sayısız bilgiyi size birkaç satırda özetleyeyim: Atatürkçü yazarlar ve aydınlar sırayla 1990’dan itibaren öldürülüyordu. Şeriatçı terör örgütleri ve yayınlar azmıştı. Bütün Atatürkçü aydınları tehdit ediyorlardı. Yobaz basın açıkça bizleri yani Kemalist yazarları hedef gösteriyor, laiklik ve Cumhuriyet’e kan kusuyordu. Refah Partisi, lideri ve milletvekilleriyle akıl almaz provokasyonlarla halkı galeyana getiriyordu. “Adil düzene geçiş yumuşak mı olacak, sert mi olacak; tatlı mı olacak, kanlı mı olacak” cümlesi, Erbakan’ın ağzından Türkiye’yi dehşete düşüren bir tehdit olarak gündeme gelebilmişti! İkinci Cumhuriyetçiler hep yobazların yanı başında yer aldılar, Kemalizm’i ve Cumhuriyet’i yıkmak için onlara destek verdiler.

Ülke bu şekilde kanlı iç çatışmalara sürüklenirken, MGK, 28 Şubat 1997 günü yapılan toplantısında krizi masaya yatırdı ve saatlerce süren bu tarihi toplantıdan 28 Şubat kararları çıktı. Toplantının başkanı Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’di. Toplantı tamamen yasaldı.

27 Mayıs 1960 Devrimi yapıldıktan sonra Orgeneral Cemal Gürsel, mükemmel bir anayasa kurmaları için makamında topladığı Türkiye’nin en önemli anayasa profesörlerine “Ben hukukçu değilim anayasadan anlamam, bu sizin işiniz; lütfen bana öyle bir anayasa yapın ki, bir daha hiçbir parti demokrasiyi yok etmeye çalışamasın, TSK’nın da siyasete müdahale etmeye ihtiyacı olmasın” dedikten sonra, 1961 Anayasası’yla beraber MGK doğdu. Dahiyane bir fikirle iki ayda bir siyasetçileri ve askerleri bir araya getirdi. Hedef, sorunlar varsa büyümeden, demokrasiyi kesintiye uğratmadan, diyalogla ve barış içinde çözüme gitmekti.

28 ŞUBAT NEDEN DARBE OLARAK GÖRÜLEMEZ?

28 Şubat’ta da yaşanan buydu. Ordu darbe yapmadı, çünkü bunu istemiyordu. MGK’nın olağan yetkilerine ek olarak, İç Hizmet Kanunu’nda 35. Madde’de de zaten yer alan “Cumhuriyet’i koruma ve kollama görevine” uyarak yasal yollarla rejimi koruma uyarısı yapmışlardı. Dolayısıyla ellerinde o tarihte “yasal hakkı” bulunan askerlere, zaten yapmamış oldukları bir “müdahale” üzerinden darbe davası açmak, hukuki olamaz! Atatürk, laiklik ve Cumhuriyet düşmanlarının neredeyse açık şeriatçı kalkışmalarına yasal yöntemlerle dur dediler. İddia edildiği gibi hiçbir kesimi yok etmeye çalışmadılar. Yobaz veya İkinci Cumhuriyetçi provokatif yazarları içeri atmadılar. Ergenekon ve Balyoz’da gördüğümüz gibi kimseyi yıllarca hapiste çürütmediler. Hiçbir aile geri dönülmez şekilde mağdur edilmeden Cumhuriyet’in kimliği ve değerleri hatırlatılarak “ayar verildi”. Bahsedilen “balans ayarı” buydu. Sözcü’de 22 Ağustos’ta Saygı Öztürk’ün, Onursal Yargıtay 4. Ceza Dairesi Başkanı Oman Yaşar’a dayandırarak hatırlattığı gibi cebir yoktu; bugün yapılan suç tariflerinin hiçbiri mevzubahis değildi. 28 Şubat kararlarının tamamı, aslında var olan anayasaya ödünsüz şekilde uyulmasını istemek ve daha sonra 15 Temmuz 2016’da yaşanan rezil ve yıkıcı tehlikelerin yaklaşmasını engellemek içindi! Kim aksini iddia edebilir ki?

Hukukta çıkarılan yasalar geriye yönelik uygulanamayacağı gibi, hiç kimse geçmişte yaşanmış ve önceden haberdar olmadıkları bir suç tanımlaması veya daha sonra gelişen bir yorum üzerinden yine geriye yönelik şekilde bir suç tarifi içine alınamaz, bu şekilde yoruma dayalı hiçbir ciddi suçlama yapılamaz. 28 Şubat vakasında yobaz ve İkinci Cumhuriyetçi birleşik cephe önce buna “Post-modern darbe” adını taktılar, sonra da kendi yaptıkları yoruma inandılar. Ardından da bunun neredeyse fiili ve resmi bir dayanak olduğuna toplumu ikna etmeye çalışarak o dönemde geçerli olmayan yasa yorumları üzerinden zamanı 24 yıl geriye alıp, askerlerimizi suçlu sandalyesini oturttular. Dünya tarihinde eşi görülemeyecek bir hukuk skandalı olan bu davayı ancak bu şekilde izah edebiliriz.

FETÖ ÇETESİ ÇIKIŞLI BİR KUMPAS DAVASI

Ama bundan bile önemli ikinci bir iflas ayağı daha var. Dava, baştan sona FETÖ çetesinin Ergenekon ve Fenerbahçe davalarındaki zavallı ve sahte olduğunu kendi içinden kanıtlayan metotlarıyla gelişmişti. Yine belirsiz birinin savcılara teslim ettiği bir CD dayanak yapılıyor; üretilmiş belgeler ve imzasız malum kumpas delilleri ortada. Şu şekildeki, CD’nin güvenlik numarası sistemi, 2000’li yıllara ait, yani 90’larda yoktu. FETÖ’ye ait FEM Dershanesi’ne ait soru kitapçığı şablonu unutulmuş CD’nin içinde! Ayrıca (kemerlerinizi bağlayın), bu davanın anti kahramanı birçok hakim ve savcı bugün FETÖ’den firari veya hükümlü! Daha da ileri gidelim, 28 Şubat kararlarında MGK’nın yaptığı ikazlar şayet göz önüne alınmış olsaydı, tabii ki 15 Temmuz darbe girişimi yaşanmayacaktı. Kaderin cilvesine bakın ki, o dönem FETÖ aracılığıyla ordu içindeki yobaz sızmaları ihbar eden ve onları durdurmaya kararlı olan MGK’nın onur duyulması gereken askerleri, bir FETÖ çıkışlı dava ile içeri alınıyorlar!

Bu da bize, FETÖ çetesini canları pahasına durduran Atatürkçü komutanların nasıl son yıllarda emekli veya pasifize edildiğini hatırlatıyor. Ordu karşıtlığı, iktidarın ruhundan ve beyninden çıkmıyor, korkunç ölümcül hatalar tekrarlanıyor.

Balyoz felaketinin ardından, yine haksız ve uydurma gerekçelerle ağır bir bedel ödemeleri istenen emekli komutanların haklı mücadelelerine, mantığını ve hafızasını bir nebze kullanan her siyasi partinin ve aydının destek vermesi şart. Tabii ki ben de 14 emekli generalin affedilmesini kabul etmeyen ve onlardan özür dilenmesinin esas doğru yöntem olduğuna inananlardanım.

Yazı Tarihi: 26.08.2021
Paylaş
Benzer Yazılar