Unutulmaz kalem Bekir Coşkun’u kaybetmenin acısını yalnız ailesi veya arkadaşları değil, yalnız yıllardır her sabah onunla uyanan sadık okurları değil, aynı zamanda nezaketle ve hicivle, kimi zaman da keskin bir şekilde eleştirdiği siyasi kesim de yüreğinde hissetti. Çünkü onlar da çoğu zaman gizli gizli, sözde eleştirmek için dayanamadan her sabah okuyorlardı kendisini. Bazen kıskanarak, bazen imrenerek, bazen kızarak ama için için hep hayran kalarak! Bekir Coşkun, doğruları gizlemeden şeytanın bile aklına gelmeyecek noktaları birbirine bağlayan, bunu en zarif üslupla yapan büyük bir ustaydı. İşte, “dokuz köyden kovulma ve 10. köyü arama” böyle bir yaşamda şekillendi.

HAYATIMIZI KARIŞTIRAN BİTMEZ ÇELİŞKİLERİN ÜLKESİ

Geçtiğimiz iki hafta, Anayasa Mahkemesi’nin Enis Berberoğlu kararının, bir alt mahkeme tarafından reddedilmesini ve artçı şoklarını tartıştık. Anayasa Mahkemesi’nin otoritesi altında yer alan herhangi bir mahkemenin, kabul edilemez bir tavırla Anayasa Mahkemesi’nden kırmızı kart gören bir kararı yasadışı bir şekilde uygulamaya ısrar edebilmesi, doğal olarak demokratik çevrelerde büyük bir tepki gördü. 

Peki, şayet Anayasa Mahkemesi muhalefetin aleyhine bir karar verseydi ve yerel mahkeme bu kararı uygulamayı reddetseydi... O zaman Saray ne derdi, AKP ne derdi? “Kimin haddine bir mahkemenin Anayasa Mahkemesi’nin kararını reddetmek?” diye esip gürlemez miydi?

Ya da muhalefet partileri çok önem verdikleri bir konuda Anayasa Mahkemesi’ne müracaat etmiş olsalardı ve Anayasa Mahkemesi diğer alt mahkemenin aldığı kararı, beklentilerin aksine onaylasaydı, o zaman muhalefetin cümleleri Anayasa Mahkemesi hakkında hangi kelimelerle şekillenecekti?

Hukuk devletinin sorunlarını bir kenara koyalım, en basitinden futbola dönelim. Her hafta birçok pozisyonda hakemler VAR’a gidiyorlar, kimi takımlar alınan kararlara kızıyorlar kimileri seviniyorlar. Gerek yöneticiler gerek hocalar, karar aleyhlerine alındıysa veryansın ediyorlar, karar lehlerine alındıysa durumu sorun etmiyorlar. Aynen taraftarlar gibi maşallah! 

Mesela bu hafta Fenerbahçeli Serdar Aziz, rakibinin önünü ceza sahasında kayarak kesti. Bu hareketi yaparken rakibinden yarım metre uzaktaydı. Hiçbir mantık buna penaltı çalamazdı. Ama çalındı ve üstelik VAR’a gidip bir kontrol bile yapılmadı! Tüm standartlar alt-üst! Şimdi mühim olan şu: Aynı pozisyonda, bir başka defans oyuncusu, benim takımımın forvetine doğru aynı şekilde müdahale etse, ben kalkıp bu sefer “nerede bizim penaltı?” diye tersine yaygara koparacak mıyım?    

BU ÇELİŞKİLERE, AHMET TANER KIŞLALI NELER DERDİ?

Dün, ölüm yıldönümünde andığımız Ahmet Taner Kışlalı, her fırsatta Ankara’da görüştüğüm bir can dostumdu. Haftada birkaç kere, en azından telefonda dertleşir, Türkiye’nin çelişki yumaklarını çözmeye çalışırdık. Uzun lafın kısası, insanlarımız kolay kolay objektif olamıyorlar, aynı konularda sürekli farklı tepkiler veriyorlar. Çifte standart bizlerin “olmazsa olmazı” olmuş!

Aslında Anayasa Mahkemesi ve hakem kararları, VAR kararları ne kadar mukayese edilir tartışma götürür bir olgu. Çünkü bu ülkede yargı bağımsızlığı olmadığına dair bir ortak inanç var. Üstelik maalesef bu ağır endişeler yıllardır üst üste biriken somut veriler üzerinden çok net şekillenmiş.

Dolayısıyla başka bir kıyaslama daha deneyelim. “Anayasa Mahkemesi’nin üzerinde ağır siyasi baskı var” veya “Türkiye, tek adam rejimi tarafından yönetiliyor” veya “Türkiye’de ve parlamentoda demokratik bir yönetim yok, halkın iradesi yansımıyor” diyen bir ana muhalefet partisi, kendi parti içi hukukunu objektif, tarafsız ve adil yürütebiliyor mu? Bu partinin içerisinde bir başka tek adam yönetimi var mı? Bu partinin demokrasi ve ifade özgürlüğü ilişkisi nasıl? İktidardan şikayet ederken, kendisi de üyelerine saçma yasaklar getirmeye kalkışıyor mu? Disiplin çarkı, mantıklı, adil ve herkese eşit davranan kriterlere bağlı mı? Adaylar kişi veya bir politbüro mantığı ile işleyen bir grup tarafından belirleniyor mu? Dolayısıyla örgütün, seçmenlerin, halkın iradesi adaylara, siyasetin sol kanadına yansımıyor mu? 

Burada sorduğumuz soruların yanıtlarının aslında sorgulanamaz şekilde objektif kriterlere bağlı, çelişkisiz, mantığın, hukukun, kaidelerin yönlendirdiği ideal yanıtları olmasını isteriz. Ama ne siyasette, ne futbolda, ne de ana muhalefet partisinde işler böyle yürümüyor. Siz tutulmayan sözleri, uyulmayan kuralları, basında veya siyasette dillendirdiğiniz zaman, sizi “o köyde tutmak istemeyenler” çeşitli faaliyetlere girişiyorlar… İşte bunu içinden bilen insanların başında gelirdi Kışlalı ve Coşkun…

BEKİR COŞKUN TAVRINI ÖRNEK ALMAK

Emin olun doğruyu söylüyorum. Futbolda, gerektiği zaman Fenerbahçe taraftarlarını veya program arkadaşlarımı üzme pahasına Fenerbahçe’ye haksız bir penaltı verildiyse veya attığımız bir golün kusuru varsa da dile getiriyorum. Bunu yaptığım için de aleyhimize yapılan haksızlıkları dile getirirken de herhangi bir “çifte standart” endişem olmuyor. 

Aynı şekilde AKP’ye ve Erdoğan’ın yaptığı antidemokratik tavırlara verdiğim tepkileri, CHP içinde de veriyorum. Sağa, faşistlere veya siyasal İslam’a getirdiğim eleştirileri, kimi zaman sosyal demokratlara, kimi zaman sosyalistlere, kimi zaman CHP’ye ve tabi “yetmez ama evet”çilere de getiriyorum.

Bu yüzden yıllardır Bekir Coşkun’un da yürüdüğü yolda, kötü kişi olmayı da, dokuz köyden kovulmayı da göze almışlardan biriyim. Bu cümlem, bizi tekrar o silinmez izleri bırakan büyük insana, köşe şairine, kelime ustasına getiriyor. Bu gerekçelerle “Dokuzuncu Köy” ve “10. Köy” dediğimizde doğrudan aklımıza gelen ilk isim hep o kalacak… Yani susmayı reddetmek, çıkar ilişkilerine bakmadan!

HAYVANLARIN, DENİZLERİN, DALGALARIN YAKIN DOSTU

Bekir Coşkun, yalnız bizlerin, sizlerin, demokrasinin, özgürlüklerin, halkın, güçsüzlerin, ezilmişlerin, fakirlerin, kadere mağlup olmuşların değil, evreni paylaştığımız sevgili hayvanların da en samimi dostuydu. En sevdiği köpeğinin adını Türkiye’ye ezberletmeyi başardı. Pako, sanki bizlerin de dostu oldu. Yalnız hayvanları, hayvan haklarını savunmadı, doğayı, hakimi olduğu denizleri ve arkadaşlıklarını sonsuz sevdi. Seçmesi gerekse, belki çevresinden insanların değil, canlıların en güçsüzlerinin, en sessizlerinin, dilsizlerinin yoldaşı ve sözcüsü olmayı seçerdi. Allah’tan hem hayvanları hem insanları savundu. 

Dokuz köyden kovulmuş olabilir, ama şimdi ülkenin her köyünde, her yöresinde hatırlanacak, adına sokaklar, kütüphaneler açılacak… Bu dünyadan örnek bir insan, bir Bekir Coşkun geçti. O da artık Kışlalı gibi ölümsüzler arasında yerini aldı.

Yazı Tarihi: 22.10.2020
Paylaş
Benzer Yazılar
Videolar
Alt
Semra Ay Çırpan'ın "Eserler ve Hikayeleri" adlı YouTube kanalında Bedri Baykam'ın "Geç Kaliforniya" Dönemi eserlerinin ilham kaynaklarına ve neoekspresyonizm üzerine sohbeti...