AKP şaşırtıcı bir şekilde sansür yasalarını “şimdilik” gündemden düşürdü, parlamento görüşmelerini yeni döneme erteledi. Herhalde aralarındaki büyük tartışma, beyin fırtınası ve kavgalardan sonra nihayet bir zeka parıltısı gösteren bir AKP’li çıkıverdi ortaya ve “Arkadaşlar bırakın bu saçmalıkları, bu yüzden gençlerden tek bir oy alamayacağız; baskı, sansür nereye kadar…” deyiverdi. Toplantı masasındakiler birbirine baktı, “ya adam haklıysa?” diye düşündüler. Benim tahminim olay aynen böyle yaşandı; bu bir duyum değil, benim kafamda canlanan bir tahmin...
Aylardır yazıyoruz, iktidar partisi sertliğine sertlik katarak, sansürlerle ceza yazdırarak, müzikle, heykelle, resimle, medyanın özgür haberciliği ile, kadınların haklarını koruyan İstanbul Sözleşmesi ile her saniye uğraşarak, özellikle gençlerin gözünde tüm kredisini bitirdi. Buna bir de ana konumuz olan hiper-enflasyon, her gün ağırlaşan çarşı pazar fiyatları, zamlar ve ağır geçim sıkıntısı eklendiğinde oyların nasıl eridiğinin iki ana arteri ortaya çıkıyor.
2002’den beri, AKP’nin farklı fikirlere ve özgürlüklere tahammülsüzlüğü adım adım ilerledi. Halkımızın saf kesimi ve o dönemki isimleri “İkinci Cumhuriyetçi” olan düşünce yoksunları, 2002 öncesi sırf türbana hoşgörüyle bakıyorlar ve türban giyen kadınlara her yerde imkan veriyorlar diye AKP’ye “en özgürlükçü parti” yakıştırmasını yapıyorlardı. Benim ise bu cümlelere karşı tek bir iddialı yanıtım oluyordu: “AKP’nin özgürlük kavramı ve tüm özgürlüklerle ilişkisi, hepsine düşman olmasıdır”. AKP ülkeyi 20 yıldır yönetiyor. Keşke İkinci Cumhuriyetçiler haklı çıksaydı da biz bu ağır baskı ve “nefes alamama” sendromunu yaşamasaydık!
Bunun örnekleriyle o kadar gülünç şekilde kuşatılmışız ki! Mesela “CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ensar Vakfı ve TÜRGEV üzerinden Amerika’ya para gönderildiği açıklamasını yayınlayan KRT TV, Halk TV, Tele 1 ve Flash TV’ye para cezası kesen RTÜK’ün, ceza haberi içinde Kılıçdaroğlu’nun açıklamasını tekrar yayınlayan Halk TV’nin bir kez daha cezalandırılması talebinin gündeme geleceği” öğrenildi. (Oda Tv İnternet Sitesi “RTÜK sarmala girdi… Ceza haberine ceza”, 5 Temmuz Salı, 2022)
Bildiğiniz gibi, iktidar ve destekçilerinin LGBTİQ+ hakkındaki sert, tahammülsüz ve saldırgan tavırları geçen hafta en çelişkili şekilde ellerinde patladı. Normalde siyasette yeri olmaması gereken özel hayatı ifşa fütursuzluğu, bir anda acı bir bulvar tiyatrosuna geçiş yaptı. Bunun yanında, maalesef AKP’nin bu acınası LGBTİQ+ düşmanlığı, yakın durduğu tarikatların baskısıyla bizi dünya önünde kepaze eden polis saldırılarına dönüşüyor. “Ankara’da Kuğulu Park’tan başlaması planlanan Onur Yürüyüşü’ne polis izin vermedi. Polis ekipleri maharetince parka girişlere de izin verilmedi. Parkın hemen yanındaki Tunalı Hilmi Caddesi’nde LGBTİQ+ bireyler gözaltına alındı. Polisin en sert müdahalesi Kennedy Caddesi’nde oldu. Burada bir grup LGBTİQ+ birey slogan atarken polis müdahale etti. Bazı eylemciler polisin sert müdahalesi sırasında, trafikte ezilmekten son anda kurtuldu. Polis yer yer LGBTİQ+ bireylere biber gazı, tekme ve tokatlarla müdahale etti.” (Oda Tv İnternet Sitesi “Ankara’da sert müdahale… Bir gazeteci hastaneye kaldırıldı”, 5 Temmuz Salı, 2022)
İktidarın bu tavırları, tabii ki kendini hala aynı hatta görmek isteyen medya patronlarının sansür tercihlerine ve algı operasyonlarına da sürekli yol açıyor. Bu zaten çok iyi bildiğiniz bir konu. Ama bir de kraldan fazla kralcılar var…
“Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Kaya Avşar, mezuniyet konuşmasını yaparken Fakülte Dekanı Deniz Demiryürek tarafından engellenmeye çalışıldı. Salonda bulunan katılımcıların tepkisi üzerine öğrenci Avşar konuşmasına devam etti. O anlar cep telefonu ile anbean kaydedildi. Konuşma şöyle:
‘Mesleğimize ve meslektaşlarımıza sahip çıkmalıyız. Bilim, baskıların, siyasi kaygıların olmadığı demokrasinin ön planda olduğu özgür platformlarda ilerler. Aidiyet duygusu yüksek akademisyenlerimizin kendi kaderlerini kendileri belirlediğinde daha ileri gidebileceğimizi düşünüyorum. Üniversitemiz kadrolarının dahil olmak üzere öncelikle siyasilerin beklentilerini karşılamaktan çok, üniversitemizdeki bilim insanlarının isteklerinin değerlendirilmek olmalıdır. Türkiye’deki bütün akademisyenlerin desteklenmesi, ilmin aydınlattığı üniversitelerde demokrasinin hakim olması gerektiğine inanıyorum. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.’ (Oda Tv İnternet Sitesi, “Üniversitede skandal… Konuşmayı böyle kesmeye çalıştı” 5 Temmuz Salı, 2022)
ÜLKENİN PSİKOLOJİSİ TAMAMEN BOZULDU
İktidar böyle davrandıkça, sokakta hayvanlara vuran, onları kurşunlayan, hatta doğrudan hayvan besleyenlere saldıran bir güruh kendine haklılık payları çıkarmaya başladı. Sokaklarda hızını alamayanlar oturdukları apartmanın asansör kapısını hızlı çarptı diye yalnız bir kadını çocuğunun önünde darp edebiliyor (Adana) veya evinin önünde arabasını çalıştıran bir baba oğula da aynı “gürültü” sebebiyle kurşun sıkılabiliyor ve Gökhan Batu Kurt ile oğlu Batuhan Kurt’u öldürüyorlar (Ordu, Altınordu). Her Allah’ın günü kadınlara yönelik şiddet ve cinayet haberleri ve bizi çileden çıkaran tahrik veya iyi hal indirimleri bunların üzerine eklenip duruyor. “Bana yan baktın, o yüzden seni bıçakladım” saldırıları polisin karşılaştığı tipik adli vakaların hatırı sayılır bir bölümünü teşkil ediyor. Ben bu yazıyı kaleme alırken yeni düşen bir haber, Konya Şehir Hastanesi’nde bir hasta yakını, uzman doktor ve poliklinik sekreterini öldürerek intihar etti. Bir de bunların hepsine son dönemde ev sahibi-kiracı olayları eklendi. Sokak magandaları caddelerde, meydanlarda ister asker alayı ister başka sebeplerle yol kesip istediklerini yapmaya devam ediyorlar.
Hadi bu derin konular bir yana, en basitinden ülkenin eğlenme, oyalanma, heyecanlanma alanı olan futbolun da nasıl siyasete ve fanatizme giden yollara saptığını maalesef biliyoruz, yaşıyoruz. FETÖ’nün bu konularda tekrar hortlatılmaya çalışıldığını da maalesef izliyoruz.
Peki, bunları da geçelim, bazı sosyal medya futbol grupları bile, tahammülsüzlükten nasiplerini almışlar. En basit tartışmanın ortasında, “kadro nasıl olsun, şu mevkide oyuncuya ihtiyaç var mı yok mu?” tartışması yapılırken birden film kopuyor, ağır laflar birbirini izleyebiliyor. İnsanlar belki ülkenin 20 yıldır yaşadığı travmanın sonucu olarak tahammül eşiklerinin yitirmişler, belki bir gün pişman olacakları, akıl almaz klavye saldırganlıklarına kendilerini kaptırabiliyorlar.
Bu içine düştüğümüz dipsiz görünen kuyudan çıktığımızda taşlar yerine ne kadar oturacak, ülke olarak “normal” bir psikolojiye dönebilecek miyiz, yaşayarak göreceğiz…