Üç hafta kaldığım “ABD seferinden” yeni döndüm. Merkezden en çok bu kadar uzak kalabiliyorum. Benim 45 gün ya da iki ay bir yerlere gitme lüksüm yok. Yarattığım sorumlulukların her biri, beni ayrı bir kementle merkeze çekiyor! Gerek UPSD, gerek IAA başkanlıklarım, gerek bu sütun, gerek ailem, gerek Piramid Sanat, gerek maddi mücadeleler, gerek üniversite beni ağır bir mıknatıs gibi çekiyor. 

IAA/USA’i dünya başkanlığım sırasında, son 3 yılda yaptığımız çabalarla kurmak keyifli oldu. IAA, 2. Dünya Savaşı sonrası, Braque, Magritte, Miro, Delaunay, Matta, gibi dünyanın en önemli sanatçıları tarafından kurulduğunda, ABD bu çok önemli uluslararası örgütün içindeydi, ardından koca Kuzey Amerika kıtası, nedeni bilinmez koptu gitti. Taa ki 2011’de başlattığımız ve önce IAA Genel Kurulu’na kabul ettirdiğimiz Dünya Sanat Günü, 2015’den itibaren California’dan başlayarak tekrar onları içeri çekene kadar! Son güzel haber, geçen yıl UNESCO Genel Direktörü ve ardından Yürütme Kurulu’na Türkiye ve Meksika ortaklığıyla yönlendirdiğim başvurunun önce orada, sonra da 26 Kasım’da Genel Konferans’ta kabul edilmiş olması. 15 Nisan Dünya Sanat Günü, artık sonsuza dek Uluslararası UNESCO Günleri’nden biri oldu ve bu fikir Türkiye’den çıktı. Bu beni mutlu ediyor.

Sonuçta Los Angeles sergim vesilesiyle, IAA/USA’in yeni örgütüyle toplantı yapma ve onları daha sağlam bir geleceğe yönlendirme şansım oldu.

Her gün asistanım ve eşimle kovaladığımız “yapılacak işler listesi” dışında birkaç müze gezme, sevdiğimiz bazı kafelere gitme fırsatı bulduk. Benim kitaplarımı da sunan Venice Beach’in ünlü Small World Books kitapçısında dolanırken nefis bol fotoğraflı bir yayın dikkatimi çekti. New York’ta Abrams yayınlarından çıkan Orhan Pamuk’un “Şeylerin Masumiyeti” (The Innocence of Objects) kitabıydı bu. Elime alıp karıştırdığımda, ortak geçmişimize yayılan görüntüler önümde resmi geçide başladı. Üstü açık bir Chevrolet, bir taksinin büyük ihtimalle çalışmayan taksimetresi, oyuncak kalıntıları, kartpostallar, pipolar ve daha ne “şeyler”! Kitap beni vurdu, olağanüstü bir çekicilikteydi. Hemen aldım. 

Bu yazıda, Pamuk’la aramdaki kabuk tutmuş yaraları önünüzde deşip akıtacak değilim, 15 yıl öncenin yakın tarihi. Türkiye’de savcıların onu yabancı basın önünde sarf ettiği sözlerden dolayı dava etmesini, bu sütunda yazdığım yazılarla önlemeye çalışmış, başaramamıştım. Kendisi ile hiç aynı fikirde olmamama rağmen!

Bu olaylardan 20 yıl önce Orhan’la arkadaştık. Eskiden ressam olmak istemiş. Fransızlar’ın deyimiyle “Peintre Manqué” (ıskalanmış ressam) yaşıyordu onun içinde. Benim “halkla ilişkiler” sistemimi analiz ediyordu. Mesela başta sevgili dükkanı Alaaddin olmak üzere, oralarda afişimi görmesi onu pek şaşırtıyor, onlarca soru soruyordu! Yıllarca, aklında bir ressamla ilgili bir kitap yazma fikri gezindi ama el atmadı o işe. Halbuki bence onun yaşamının iki ucunu bağlayacak büyük çalışma bu olabilir. Beni en çok etkileyen romanı, Kara Kitap olmuştu. Hakkında Gösteri’de yazdığım yazı, bu başyapıt hakkında satılmaya devam eden bir eleştiri kitabında bulunuyor. 

Masumiyet Müzesi kitabını da sevdim. Sonuçta bugün de bu yeni renkli kitaba sahip olmaktan mutluyum. Türkiye’nin kendi bitmez dertlerinin bizi daha fazla kin dolu kamplara ayırmasından zevk almıyorum. Belki yaşım artık 62’ye geldiği için mi? Kaliteli sanat, edebiyat ve kitap dünyasına olan değişmez tutkum nedeniyle mi? Bu “Kovboy-Kızılderili” kapışmasından yorulduğum için mi? Bilemem. Zaten Pamuk, hoşuna gitse de gitmese de, doğrudan Kemalist bir burjuazinin ürünü. Benim de fikirlerimi hiçbir güç değiştiremez. Ama bu cennet cehennem sınır ayrımlarından gına geldi artık!

Fotoğraflı ve Müze’nin yansıması olan Şeylerin Masumiyeti, işte böyle bir kitap olarak elime yapıştı. Keyifle eve taşıdım, karıştırıyorum. Çevrem kamplara bölünmüş insanlarla dolu. Yalnız siyasi, dini, etnik konular değil, spor da aynen böyle. “Vay, onunla mı konuştun? Bununla mı yemek yedin? Vay! Avrupa maçında şu takımımı mı alkışladın? O zaman sen hainsin! Sen düşmanımızsın” Siyasi partiler, solun içi, sosyalist sol, her yer bu kızgınlıklar, bu keskinlikler ve uzlaşmaz sayılan yol ayrımlarının timsah dolu derelerle dolu. Bunlar yetmezse, özel hayat ayrımları, kıskançlıkları, fil hafızalı kinlerce oynanan Rus ruletleri, tarihi nedenlere dayalı nefret yayanlar, o da yetmezse ticari kavgaların yol ayrımları her yerde hepimizin karşısına çıkıyor. “Yetti gari!” Sen komünist misin? Ben Kemalist miyim? O da ateist veya kapitalist veya Kürt mü? Bu bizim birbirimizle pişti oynamamıza, bir sinemaya gitmemize, uygarca tartışmamıza mâni olmamalı…

2003 yılında, AKP, Irak’a ABD’nin yapacağı o affedilmez saldırıdan önce Parlamento’dan ABD’nin Türkiye’yi bir üs olarak kullanmasının onayını almak istiyordu. Biz sanatçılar, yazarlar,  Ankara’ya Sıhhiye Meydanı’na gidip mitinge katılmakla kalmadık, aynı zamanda, her birimiz belki 40’ar AKP vekilini telefonla arayarak ikna etmeye çalıştık. Sonuçta birkaç oy farkla tezkere geçmedi, hiç beklemediğimiz anda bu korkunç olayı durdurabildik. Ve ne oldu biliyor musunuz? O gün heyecandan ve sevinçten Bedri Baykam ve Abdurrahman Dillipak sokakta dans ettiler! Şahit mi? Orhan Aydın! Hedef savaşı durdurmaktı, başarmıştık.

O gün her aydın bize destek vermemiş olabilir. Sürekli zor günlerde, zor bir coğrafyada, sanki hep sırat köprüsünde yaşıyoruz…

Çevremizde bir Masumiyet Müzesi olduğu gibi, masumiyetini toptan kaybetmişler de var. Şili’de kadınların canlarına tak diyen ağır şiddeti protesto etmek için yarattıkları Las Tesis dansı, oradan dünyaya yayıldı. Bildiğiniz gibi, maalesef ülkemiz yine kara mizah konularına öncülük edercesine, şiddete karşı yürüyüş yapan kadınlara şiddetle yaklaşıp onları gözaltına almaya cüret edenlerin toprağa basabildikleri yer oldu! Veya bu ülkede birileri, hatta aynı birileri kalkıp “Adana’daki Rakı Festivali”nin “geleneklerimizle örtüşmediğini” öne sürebildi. 

Adana’lı bir hemşerim, Bakan Soylu’ya bir cevap vermiş, internette dolaşıyor. Bana sevgili Fikri Sağlar yolladı. Muhalif kadın milletvekillerimiz ise, Parlamento’da Las Tesis dansını korsan şekilde gerçekleştirerek durdukları yeri kanıtladı. 

Oyun artık masumiyetini ve bundan kaynaklanan doğal inancını koruyanlar ve toptan kaybedenler arasında... İnsanlık ise, bu görüş ayrımlarına bazıları gibi kin ve nefreti taşımayanların ruhunda başlıyor.

Yazı Tarihi: 18.12.2019
Paylaş
Benzer Yazılar
Videolar
Alt
Bedri Baykam TELE1 kanalında Nilüfer Bıyıklık'nın Başka Sohbetler programına konuk oluyor.