Siz bu satırları okurken, tek suçları, Milli Güvenlik Kurulu çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası gereklerinin korunması için görevlerini yapan 80 yaş civarındaki emekli generaller, cezaevlerinde hakketmedikleri bir “demokrasi nöbeti” tutmaya devam ediyorlar.
Sözde hala FETÖ’ye karşı mücadele ettiğini söyleyen bir iktidarın varolduğu bir dönemde, 28 Şubat generallerine reva görülen bu muamele, tarihin karanlık sayfalarına girecek!
28 Şubat’ı, 2012’den itibaren TBMM’de araştırmaya başlayan AKP iktidarında, bu soruşturma, ne acıdır ki, yıllar sonra FETÖ irtibatından tutuklanacak olan savcı Mustafa Bilgili’ye emanet edilmiştir.
İşin daha da ibret verici tarafı, 1997 yılındaki 28 Şubat MGK toplantısından önceki 8 gün içinde, MİT önce Cumhurbaşkanı Demirel’e “irticai tehdidin hali hazır durumu” konusunda kapsamlı bir rapor sundu; burada en güçlü tarikatın Fethullah Gülen grubu olduğu tüm içeriği ile anlatılıyordu. 28 Şubat’tan 3 gün önce ise yine MİT Cumhurbaşkanlığı’na “İrticai Faaliyetlerin Önlenmesine Dair Tespitler” başlıklı ikinci bir rapor daha gönderdi. Bu raporlar doğrultusunda 28 Şubat’ta toplanan MGK’da alınan 18 maddelik kararlar sadece ve sadece anayasanın zaten var olan maddelerinin korunması için alınmış öncelikli barışçıl tedbirlerden ibarettir. Hedef, büyümekte olan tehlikenin ülkeyi herhangi bir geri dönülmez kaosa taşımadan sükûnet içinde kontrol altına alınmasından ibarettir. İşin her noktası, o anda geçerli anayasa ve yasaların çerçevesinde ve MGK’nın kuralları ve yetkileri dahilinde gerçekleşmiştir. Yani rejimi yok edecek tehlikeye karşı rejimi korumak ve kollamak isteyenler bugün anlaşılması zor bir mantık ile suçlu ilan edilmişlerdir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, hükmü ve infazı kesinleşen 28 Şubat dava dosyasını, sanık avukatlarının itirazı üzerine, geçen hafta yerel mahkemeden istedi. Bu aşamadan sonra Savcılık itirazı yerinde görürse gereğinin yapılması için dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderecek; itiraz yerinde bulunmazsa sanık avukatlarının talebi reddedilecek. Dolayısıyla bu aşamada, 26 Ağustos makaleme ek olarak “28 Şubat Davası” hakkında yorum katmadan, dönemin yaşanmış somut olaylarından bazılarını ve sarf edilmiş sözleri hatırlatmayı yerinde gördüm; Ülkenin o dönemdeki ruhunu anlamaya çalışarak okumanızı rica ediyorum:
- “İslam’da demokrasiye gerek yok” (22/07/1993, Sabah. Almanya’da yeni seçilen Şeyhülislam demeci)
- “Sivas’a Madalya Verilsin” (29/10/1993, Akit. Sivas katliamı hakkında/“Sivas’ta olanların üzücü ve düşündürücü yanları bulunmakla birlikte daha geniş bir değerlendirme ile olaya baktığımızda utanç verici değil gurur verici olduğuna inanıyorum”)
- “Kaz Mezarcı, Derin Kaz” (07/03/1994, Vakit. Hasan Mezarcı hakkında köşe yazısı başlığı)
- “İslami dergiler demokrasiye saldırıyor. Nakşi lider Coşan, Müslümanları silahlanmaya ve gerilla savaşını öğrenmeye çağırdı.” (07/03/1994, Cumhuriyet)
- “Boğulacaksınız” başlıklı makaleden: “Bazılarının ‘çamuriyet’ dedikleri paçavra gerçekten de öyle. Ama sadece o değil, hepsi ‘çamuriyet’. … ‘evet boğulacaksınız ama laik veya demokrat olduğunuz için değil. Boğulacaksınız, ama Kemalist olduğunuz için değil. Boğulacaksınız çünkü siz alçaksınız… Boğulacaksınız bu kusmuk selinde bu çamur deryasında.” (24/04/1994, Akit)
- “Makyavelist Müslümanlar: Bir Müslüman saf bir İslami anlayış ve inanca sahip olursa nasıl olur da demokrasinin devam etmesi gerekir diyebilir?… Müslüman demokrasi bir Makyavel gibi nasıl mubah görebilir. İslam dışı bütün sistemlerin Allah’ın dinine savaş açan birer küfür olduklarını bilmiyor mu? Şayet bilmiyorsa öğrensin ve tövbe etsin” (10/07/1994, Vakit)
- Erbakan: “İslam Birliği’nin kuruluşu Konya’da başlayacak” (11/09/1994, Vakit)
- “Batsın Bu Laiklik” manşeti. (05/01/1996, Akit)
- “Halk şeriata sıcak” (15/09/1996, Akit)
- MGV Genel Başkanı: “Gürül gürül akan nehir durdurulamaz. Cihadın önünü kesmeyin” (11/12/1996, Akit)
- “Bu ne rezalet! İran’ın Ankara Büyükelçisi Sincan Belediyesi’nin düzenlediği Kudüs gecesinde şeriat çağrısı yaptı. Refahlı belediyenin düzenlediği Kudüs gecesine katılan İran Büyükelçisi Hamas ve Hizbullah Örgütü liderlerinin posteri altında Amerika’yı ve İsrail’i düşman ilan ettikten sonra şeriat çağrısı yaptı” (02/02/1997, Sabah)
- “Tahrikler bitmiyor. Refah Partisi türban, karayolu ile hac, kurban derileri Taksim’e cami krizlerini yeni krizler yaratarak daha da tırmandırıyor.” (04/02/1997, Hürriyet)
(Tüm bu alıntılarımda köşe yazarlarının isimlerini kullanmadım, onları hedef haline getirmemek için)
Dostum Suay Karaman da aynı dönem hakkında Azim ve Karar sitesinde yazdığı çok önemli makalede, o dönemin Refah Partili siyasetçilerinin duruşlarını hatırlatıyor: “28 Şubat 1997 sürecinin asıl nedeni, o dönemin iktidar ortağı Refah Partisi’nin laiklik ilkesini yok edecek söylem ve eylemleriydi. 11 Ocak 1997 tarihinde, Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakanlık Konutunda tarikat liderleri ve şeyhlere iftar yemeği vermişti. Refah Partisi Rize Milletvekili Şevki Yılmaz; ‘Allah'ın size soracağı soru şöyle: Küfür düzeninde İslam Devleti olsun diye niye çalışmadın?’, Ankara Milletvekili Hasan Hüseyin Ceylan; ‘Bu vatan bizimdir, rejim bizim değildir kardeşlerim. Rejim ve Kemalizm başkalarınındır. Türkiye yıkılacak beyler’ demişti. Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, ‘Laiklere şeriat enjekte edilecek’, Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe; ‘Bu törenlere içim kan ağlayarak katılıyorum. Bu düzen değişmeli. Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola harman ola. Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini eksik etmesin’, Şanlıurfa Belediye Başkanı Halil İbrahim Çelik; ‘Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak’ diyorlardı.”
Yine aynı yılların akışında, 1990-1994 arası öldürülen Atatürkçü yazarları daha önceki yazımda saymıştım. Buna sokakta üniversite önünde, kimi zaman cami çıkışlarında sıkça tekrarlanan açık şeriat çağrılarını, tekbir getiren çember sakallı, kara çarşaflı ve peçeli grupların “gerekirse hem öldür hem öldürürüz” tehditlerini ekleyebilirsiniz. Basında şeriat propagandası yapılıyordu, teröristler Atatürkçü yazarları katlediyordu, sokaklarda yobaz güruhlar tehdit dolu gösterilerde Cumhuriyet ve laikliğin üzerine gidiyorlardı ve Refah Partili siyasiler bu ortamı körükleyecek ve cesaretlendirecek her demeci birbiri peşi sıra veriyordu, siyasi eyleme sokuyorlardı. Ülkede huzur kalmadığı gibi her an büyük bir patlama ve yaşandığı söylenen silahlanmalar karşısında bir iç savaş tehlikesi MİT’in ve MGK’nın gündemine düşüyordu. Hizbullah, İbda-C, dönemin en çok adı geçen terör örgütlerinden bazılarıydı. Unutmayalım, o dönem henüz “FETÖ” yoktu, bu terör örgütü tanımlanmamış, bu şekilde isimlendirilmemişti. Merkez sağ veya şeriatçı siyasetçiler Fethullah Gülen’den akıl almaz bir saygı ve sevgi ile söz ederek onun etkisinin yayılmasına her gün katkıda bulunuyorlardı. Hem de muhalefetin, MİT ve MGK’nın tüm uyarılarına rağmen!
28 Şubat MGK toplantısına girerken bu saydıklarım Türkiye’nin nabzı ve röntgeninin izdüşümleriydi. Bugün tüm belleği yok olmuşlara duyurulur.
Umuyorum bu korkunç hatadan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bu hamlesi ile geri dönülecek ve emekli komutanlarımız hak ettiklerini inandığım özgürlüklerine kavuşacaklardır.