Kimse kusura bakmasın, Amerika Açık 2022 dendiğinde, aklıma şampiyon veya finalistlerden önce, Avustralyalı Nick Kyrgios gelecek. Zaten Wimbledon’da finale çıkarak gönülleri çalan bu ilginç marjinal kişilik, New Yorklu tenis severlerin büyük bir çoğunluğunun desteğini cebine koymayı başardı. Dördüncü turda bir numaralı, favori Rus Medvedev’e karşı oynadığı maç şimdiden yeni dönem tenis tarihinin unutulmazları arasına girdi. Maçtan önce herkesin beklentisi eksantrik ve yaratıcı Avustralyalı raketin Medvedev’den bir veya büyük bir sürprizle iki set alıp yine de yenileceği şeklindeydi. İlk set büyük bir çekişmeyle tie-break’e gitti. O meşhur sükunetiyle Djokovic’i bile pes ettiren Medvedev, dört set topu kullanamadı ve sonunda Kyrgios seti kaptı. İkincisi etti bu büyük gerginliğin geçmiş olmasıyla biraz fazla rahatlayan Kyrgios, bu seti hızla 6/3 kaybetti. Ancak tenis sporunu eğlence ve şov vasıflarını tekrar kazandıran bu büyük kalp, birbirinin kopyası gibi duran üçüncü ve dördüncü setleri mükemmel bir oyun ve yaratıcı saha içi stratejileri ile şaşırtıcı bir rahatlıkla adeta rakibinin içinden geçerek 6/3, 6/2 kazandı.

O maçtan sonra ne kadar mutlu olduysam da, bir sonraki turda, çeyrek finalde Khachanov Kyrgios’u beş sette yenince, bir o kadar üzüldüm. Hatta Kyrgios’un söylediği gibi ben de “yıkıldım”, maçta kendim veya Marsel İlhan yenilmiş gibi kahroldum! İşin ilginç tarafı, Avustralyalı tenisçinin ruhunda ve kişiliğinde var olan şeytan tüyünün milyonlarca New Yorkluyu da doğrudan etkilemiş olmasıydı. İlk set büyük bir çekişme içinde geçtikten sonra, 6/5 mağlupken Kyrgios beraberlikte önce bir çift hata ile rakibine set topu ikram etti, ardından da filede Khachanov’un nefis lobuna mani olamadı. İkinci setin üçüncü oyununda, Khachanov’un servisini kırma topunda, Kyrgios sert vuruşlarla sazı eline aldı ve rakibini hataya zorlayarak breaki yaptı. Bu setin sonuna kadar bu avantajını koruyan Kyrgios, harika bir çapraz sert backhandle bu seti 6/4 lehine tescil ettirdi! Üçüncü sette 4/4’e kadar taraflar genellikle sert servisler ve bunları takip eden bitirici vuruşlarla adeta şov yaptılar. O noktada Rus rakibinin servisinde Kyrgios 15-40 ile iki servis kırma şansı yakalasa da, kendi iki basit forehand hatası ve rakibinin iki ace’i ile bu şansı tepti. Bir sonraki oyunda, bu kritik 3. set mücadelesinde, Khachanov 15-40’ı yakaladı. Hatta o noktada Kyrgios çok kötü ve uzun kaçan bir kısa top attı. Adeta “boş kaleye penaltı” gibi olan bu pozisyonda Khachanov topu dağlara taşlara vurarak fırsat tepti. Kyrgios bu zor durumdan acelerle çıkmayı bildi. Fakat Khachanov 6/5 ileri geçtikten sonra, tie break şansını yakalayamadan kendi servisinde, rakibinin harika bir backhand spin lobu ve üst üste yaptığı kendi basit hatalarıyla bu hayati seti adeta hediye etti. Dördüncü sete yine Khachanov başladı. Yine diyorum çünkü maçın en başında para atışını kazanan Kyrgios, saçma bir kararla servis hakkını devrettikten sonra, her sette rakibinin servisinin peşinden koşmaya zorlanmış oldu. Dördüncü sette, 2/2 de Kyrgios rakibinin servisini kırmasına rağmen hemen sonraki oyunda, en kritik anda çift hata yaparak bu avantajını geri verdi. Setin geri kalan kısmında genellikle yine hızlı puanlar oynandı ve tie break’e kadar gelindi. Bu hayati oyunu forehand ve backhand winnerlar ve sert servislerle Kyrgios domine etti ve maça setlerde 2-2 dengeyi getirmiş oldu. Son setin ilk oyununda kendi servisini kaybederek başlamasa, maçın momentumu, Kyrgios’un lehine rüzgâr almaya başlamıştı. O noktada seyirciler bir Amerikan futbolu maçında gibi Kyrgios’un arkasındaydılar. Ancak maçın sonuna kadar Kyrgios bu ilk oyun breakini geri alamadı. Aslında 5. sette durum 2/1 iken o şansı eline geçirdi. Ama o noktada normalde en sevdiği drop shotlardan birini saçma şekilde fileye takınca, o şans da eridi gitti. Bir de en sık kaybettiği puanlar arasında, fileye çıktığında, Khachanov’un ayağının dibine bıraktığı alçak toplara çare üretememesi de vardı. Bu açığını çalışması şart…

Aslında tablonun o üst kısmının Medvedev ile beraber en büyük bir diğer favorisi vardı ama en başlarda, ikinci tur büyük bir sürprizle başladı. 4 numaralı seri başı Tsitsipas, Kolombiyalı Galan’a ilk iki seti çok kolay verdikten sonra dört sette hızla yenildi. İtalyanların diğer büyük umudu Berettini, üçüncü turda bu yıl önemli bir geri dönüşe imza atan İngiliz Murray’e karşı inanılmaz zorlanmasına rağmen beş sette kazanmayı bildi. Berrettini belki yarı final görebilir ve İtalyanları heyecanlandırabilirdi ama soğukkanlı Norveçli Ruud, daha önceki özellikle Hollandalı Van Rijthoven ve Amerikalı Tommy Paul gibi rakiplerine karşı çok zorlanmasına rağmen onu çeyrek finalde kolay üç sette saf dışı bırakmayı bildi. Ruud bunun ardından serüvenini yukarda özetlediğimiz Rus Khachanov’a karşı yarı finalde buldu kendisini.

İşte bu ilk yarı final biraz bahsedilmeye değer. Ruud’un hocası herhalde artık bildiğiniz gibi daha önce dünya 35 numara olan babası Christian Ruud. Beraber harika bir iş çıkardıkları da ortada. Ama ne var ki Ruud dünyanın en sıkıcı tenisçilerinden biri. Ruud, her şeyden önce “percentage tennis” oynuyor. Yanlış anlamayın tabi ki her vuruşu var ve çok başarılı bir sporcu ama öncelikle “ben topu içeri atayım, rakip nasıl olsa hata yapar” bu basit formülün peşinde. Bana 1970’lerden Harold Solomon veya Eddie Dibbs’i hatırlatıyor. (Schwartzmann gibi) Khachanov, ilk sette 2-0 geriye düştükten sonra maça geri döndü ve o sette tie break’e kadar yükseldi. Ruud o noktada 6-3 ileri geçti. Khachanov iki sert servisle ilk iki set topunu kurtardı. Üçüncü set topu da turnuvanın tarihine geçti diyebiliriz. O top rallide 57. kere gidip geldikten sonra Rus tenisçi sonunda hatayı yaptı ve ilk set ancak bitebildi. Sonuçta potansiyelinin ancak yarısını sahaya yansıtabilen Khachanov, 3. seti 7/5 kazanmasına rağmen 4. seti de 6/2 kaybederek maçı rakibine teslim etti. Eminim maç bittikten sonra Rus sporcu soyunma odasındaki aynaya uzun uzun bakıp, “ben bu sıkıcı adama karşı bu maçı nasıl bu kadar kolay kaybettim?” diye kendi kendine bir hesap vermeye çalışıyordu başarılı olamadan… Çünkü maç yeniden seyredildiğinde rakibin açık üstünlüğünü gösterecek hiçbir şatafatlı vuruşu olmamasına rağmen sürekli olarak rakibe daha fazla hata yaptırmayı başaran bir konsantrasyon fark ediyor insan. Benim tablonun üst tarafından finale ilerlemesini tahmin ve temenni ettiğim tenisçi anladığınız gibi Kyrgios’tu. Wimbledon ardından burada da son maçı oynaması bu kadar outsider bir oyuncu için şık olacaktı ama olamadı…

 

ALT TABLONUN OLAYLI KAHRAMANLARI

 

Tablonun alt tarafında da birçok önemli isim vardı. Bulgar Dimitrov, Amerikan Nakashima’ya karşı set alamadan kortu terk etti. İtalyanların en büyük umudu, müthiş servisli Sinner, Alman Altmaier’i zorlu bir mücadeleden sonra beş sette ancak mağlup edebildi. Rus Karatsev, bir başka İtalyana, Fognini’ye İlk iki seti almasına rağmen beş sette yenildi. Bu alt tabloda, en önemli üçüncü tur müsabakalarından biri, Rus Rublev ve Kanadalı Shapovalov arasındaydı. Rublev bu her an gidip gelen üst kalitedeki maçı son set 7/6 kazanarak rahat bir nefes aldı ve tenisin en kabiliyetli genç isimlerinden biri daha turnuadan ayrılıvermiş oldu. Rublev ardından Norrie’yi kolayca yenip çeyrek finale çıktı ve yarı final rüyaları görmeye başladı. Ancak onu o noktada durduracak kıdemi düşük, ama hırsı ve oyun yaratıcılığı büyük bir başka isim vardı: 22 numaralı seri başı Amerikalı Frances Tiafoe. Sürekli kendini geliştiren bu oyuncu, önce 3. turda bir arka oyun direnci ustasını, Arjantinli Schwartzmann’ı 3-0 yenerek birçok tenis eksperini (ben dahil) şaşırttı. Ama Tiafoe esas 4.turda Nadal için saklamıştı. Federer ve Djokovic’in (aşı kartı krizi) yokluğunda, İspanyol raket yeni bir slam şampiyonluğu için fazlasıyla hazırdı. Ama Tiafoe, onun adından da oyunundan da etkilenmeden o nefes kesen maçı olağandışı bir özgüveni adeta maçın içinde geliştirerek, 6/4, 4/6, 6/4, 6/3 kazandı ve yılın sürprizlerinden birine imza atmış oldu. Bu işe Nadal’da çok şaşırdı dersek abartmamış oluruz!

Onun yarı finaldeki rakibi, ana tablodaki yerini koruyarak oraya kadar çıkan, dünya tenisinin 3 senedir parlayan yıldızı Carlos Alcaraz oldu. Ama onun da oraya çıkışı, özellikle 4. tur ve çeyrek finalde inanılmaz zorlu maçlardan geçtikten sonra yaşanabildi. 4. turda, “Ben ölmedim, ayaktayım” türküsünü ısrarla okuyan Hırvat Cilic, müthiş servisleri ve tecrübeli vole/ geri oyunu kombinasyonları ile maçı 5 sete taşımayı bildi ancak o seti 6/3, maçı 3-2 kaybetti. Çeyrek finalde Alcaraz’ın rakibi, daha önce kendisini kritik noktalarda yenmiş Sinner’di. Bu muhteşem maçta ilk seti kaybeden Sinner üst üste iki tie break kazanarak 2-1 öne geçti. Dördüncü sette de 5/4 ileriye geçen Sinner, kendi servisinde 40/30’da maç topu yakaladı. O müthiş ilk servisi kendisine yardımcı olamadıktan sonra topu oyuna soktu ama hemen ardından saçma bir backhandi basit şekilde fileye takarak bu fırsatı gömmüş oldu. Son sette taraflar 2/2 ye kadar servislerini aldılar. O noktada Alcaraz, servisini kaybetti ve Sinner kendi servisine 3/2 avantajla girdi. Ancak bu oyunda yaptığı şaşırtıcı basit hatalarla kendi servisini kaybetti ve ardından maçın sonuna kadar başka oyun kazanamadı. Alcaraz böylece Nadal fatihi Tiafoe karşısında yarı finaldeki yerini almış oldu.

 

ALCARAZ- TİAFOE KAPIŞMASI

 

Bakın bu maç Amerika açığın unutulmazları arasında yerini nasıl aldı? Bir yanda Amerika’nın ve siyahilerin sevgilisi, sürprizlerin adamı, taze parlayan yıldız Tiafoe, diğer yanda bütün Hispaniklerin İspanyolların ve güney Amerika’nın büyük enerji akitarak desteklediği Carlos Alcaraz! Yani daha maçın başında ortada sanki bir Fenerbahçe- Galatasaray rekabeti varmış gibi büyük uğultular, Arthur Ashe tribünlerini kaplamıştı. İlk set 3/3’e kadar şaşırtıcı durumlar olmadı. O oyunda Alcaraz iki servis kırma puanından yararlanamadı. 6/5 Tiafoe öndeyken, Alcaraz kendi servisinde harika servislerle set topu kurtarmayı başardı ve böylece tie break’e ulaştık. Burada dramatik sahneler yaşandı. Bu kritik oyunların eksperi Tiafoe, 6-3’te üç set topu yakaladı. İlkini kendi forehand hatasıyla harcadıktan sonra Alcaraz bir ace ve müthiş bir backhand ile üçünü de savuşturmuş oldu. Ancak bu çabaları hemen boşa gitti çünkü ardından bir backhand kesmesi dışarı çıktı ve üstelik sonra da bir çift hata yaparak ilk seti rakibine hediye etmiş oldu. İkinci sette 1/1’de Alcaraz servisini kaybetmek üzereyken harika bir kısa top ve bir servis vole kombinasyonuyla durumu kurtardı. Alcaraz 3/2 ilerideyken Tiafoe’nun servisinde mucizeler yaratarak kırmayı başardı. Ardından kendi servisini de kazanarak o seti 6/3 kapamayı başardı İspanyol sporcu. 3. set, bahsedilmeye değmeyecek şekilde yine onun lehine 6/1 ile yazıldı. Bu hızla dördüncü sete Alcaraz 2-0’la başladı, servis de kendisindeydi. Tiafoe o noktada harika geri vuruşlarla servis kırdı. Ondan sonra her iki oyuncu üst üste birbirlerinin servisini aldılar. Alcaraz 5/4’de servis Tiafoe’da iken harika bir gülle forehandi çizgiyi oturtarak maç topu yakaladı. Ancak o rallide Tiafoe büyük risk alarak inanılmaz bir kısa topla bunu kurtardı ve rakibini ters ayakta yakalayan bir backhand ve mükemmel bir servisle oyunu kurtardı. İki oyun sonra sıra yine tie break’e geldi. Bu kritik oyunda Alcaraz 3-1 geriden gelip 5-4 öne geçti. Ancak Alcaraz’ın dışarı attığı iki forehand ve bir Tiafoe servisi, Amerikan tenisçiye bu yılın Amerikan Açık Turnuvası’ndaki üst üste sekizinci tie breakini kazandırdı. Tiafoe ve tribünler, zafer çığlıkları atarken setler 2-2’ye gelmişti. Alcaraz, 5. sete yine breakle 2-0 önde başladı. Tiafoe son bir çaba ile 2-2’yi yakalasa bile, Alcaraz müthiş bir lop ve rakibinin çift tasından faydalanarak bir defada servis kırmayı başardı. Bu da zaten maçdaki son kırılan servis oldu. Son oyunda 0/40 gerideyken iki maç topunu kurtarmayı başardı fakat rakibinin üçüncü maç topunda sahanın ortalarında “no man’s land”e yakın bir noktada backhand dömi-volede yakalandı ve fileye takarak kaybetti. Amerikan rüyası bir başka bahara kalmıştı… Ama bir noktayı eklemeden geçemeyeceğim: Ömrümde bu kadar akıl almaz “manyak” puanın oynandığı, topun bu kadar akıl almaz U dönüşleri ve gidip gelmeler yaşadığı bir maç hatırlamıyorum ömrümde… Ancak bu karşılaşmayı seyredenler neden bahsettigini anlarlar…

 

VE BÜYÜK FİNAL: YENİ ŞAMPİYON, YENİ 1 NUMARA KİM?

 

Alcaraz-Ruud finaline işte böyle uzun yollar geçilerek gelindi.

Amerika Açık finalinden önce heyecan verici tek bir gerçek vardı: İki finalistten kazanan, hem yeni bir slam şampiyonu olarak ortaya çıkacak, hem de teniste dünya bir numara koltuğuna oturacaktı. Ki, bunların ikisi de ayrı ayrı büyük olaylardı. İki genç adama aynı zamanda böyle bir çifte fırsat sunulması, dünyada ilk defa yaşanıyordu.

Toparlarsak, Federer aslında tenisi bırakmıştı ama geniş ahali kitlelerinin bundan haberi yoktu. Nadal birkaç yıl daha sahnede kalabilirdi ama artık adeleleri saz çalıyordu. Djokovic aşı krizlerini aştığı anlarda hala turnualara arada giriyordu ama kendi iç dünyası gittikçe karmaşık hale geliyordu. Murray ve Wavrinka bir var bir yoktular ve çoğu zamanda yoktular. Yani Zverev, Tsitsipas, henüz bir slam kazanamadan, Amerika Açık artık onlardan da genç kuşağın yeni bir şampiyon çıkaracağını dünyaya müjdeliyordu! Aynen 2020’de Thiem’in Zverev’i yine New York’ta yendiği maç gibi, bu final de yeni dünyadan taze bir şampiyon getirecekti.

Sonuçta, toplanacak parsa daha da büyüktü, çünkü bir de zirve koltuğu eklenmişti şampiyonluk kupasına…

 

MAÇIN AKIŞI

İlk iki oyunda her iki raket de ikişer servis kırma puanı kurtararak kendi servislerini korudular. Ama üçüncü oyunda hem şans Alcaraz’dan yanaydı, hem de Ruud gereksiz hatalar yaptı ve servisini kaybetti. Daha sonra setin içinde finalistler servislerini nispeten kolayca koruyarak ilerlediler.

Dikkat çeken bir nokta, Alcaraz’ın geride puanları güzel “inşa edip” fileye çıkarak puanları bitirebilmesiydi. Alcaraz 5/4’te set için servis attı. Güzel voleler ve servislere Ruud’un rötur hataları eklenince, İspanyol tenisçi servisini sıfıra karşı korumayı başardı ve ilk seti 6/4 ile cebe attı.

İkinci sette 3/2 ye kadar her iki tenisçi de servislerini yine alarak geldiler. Oyunun genel akışında maçı kontrol ettiği havasını daha çok veren Alcaraz‘dı. Gerek fileye çıkışları gerek maçın hızını belirleyen kendisiydi. Ama ne var ki 3/2 gerideyken gene aynı akış havasında kendi servisinde 30/0 ileri geçen Alcaraz, Ruud’un risk alıp fileye çıkışları ve kendi bazı beklenilmedik hatalarından servisini kaybetti ve skor Norveçli’nin lehine 4/2’ye geldi, Ruud servisini de kazanarak birden 5/2’yi buldu. Kendi servisinde Alcaraz, servisini kazanacak gibi görünürken oyunu bitiremeyince Ruud ikinci set topunda Alcaraz bu sette sıkça yaptığı hatalardan birini tekrarlayıp, sözde kısa topunu uzun kaçırınca, Norveçli fırsatı kaçırmadı ve güzel bir backhandin ardından basit bir smaçla seti bitirerek beklenilmedik bir hızda setlere denge getirmeyi başardı.

 

EN KRİTİK SETİN AKIŞI VE TİE BREAK

Üçüncü setin ilk oyununda Ruud üst üste backhand hataları yapınca, Alcaraz 0/40’ı buldu. İki servis kırma puanını kurtarmasına rağmen, üçüncüde Norveçli, rakibinin forhandle attığı kısa topuna yetişemeyince break erken geldi. Servisini de kazanan Alcaraz 2/0’ı buldu. Ruud rakibinin nefis bir spin lopu ve kendi basit hatalarıyla yine servisini kırdırma riski yaşadı ama ne de olsa servisine tutunmayı başardı. Alcaraz kendi servisinde 15/40 geriye düşünce alarm zilleri çaldı. İlkinde servis vole yaparak puanı kazandıysa da, ardından basit bir backhand hatasıyla servisini bu sefer kaybetti. Ruud bu seriye kendi servisini de zorlanmadan ekleyerek 3/2’yi buldu. Alcaraz zorlanmadan kendi servisini aldı ve eşitlik geldi. 6/5’e kadar, her iki oyuncu da servislerini aldı ve sıra tie break öncesi Alcaraz’ın atacağı son servis oyununa geldi. 30/30’da Ruud’un uzun paralel forehand’i set topu getirdi kendisine. Maçın bir kırılma anıydı. Ancak Alcazar servisten sonra fileye gelerek forehand voleyle bu topu kurtardı. Sayılar gidip geldikten sonra, Ruud harika bir forehand kruaze ile yeni bir ölüm fermanı çıkardı rakibine. Alcaraz cesaretle yine servisten sonra voleye gelerek bu set puanını da kurtardı. Ardından bu cesur çıkışları kağıt üzerinde pek anlatılamaz bir muhteşem loplu-smaçlı-kısa toplu sayıyı getirdi ve iş tie break’e uzadı. Normalde Ruud’un tie break kazanma yüzdeleri daha iyi görünüyordu. Zaten Norveçli oyuncu ilk puanı da kendi servisinde aldı ve 1-0 öne geçti. Ama o da ne? O andan sonra Alcaraz hiçbir hata yapmazken, Ruud birden Fransızların deyimiyle bahçeyi sular gibi her topu auta atmaya başladı. Alcaraz bu hayati tie break’i 7/1 kazanarak setlerde 2/1 öne geçti.

Dördüncü setin girişinde Alcaraz servisinde zorlandı ve kendini 0/30’da buldu ancak bu durumdan çıkmayı bildi. Bu maçın önemli bir dönemeciydi. 3/2’ye kadar herkes servisini kazanarak ilerledi maçta yine. O noktada Alcazar Ruud’un oyununu agresif oyunuyla bozarak servis kırmayı yine başardı. Fakat bir sonraki oyunda skor tabelası yine 0/30’u gösteriyordu. Alcazar iki müthiş forehand ve iki ace’le bu büyük yükü yine üstünden atmayı başardı. 5/3’de servis sırası yine kendisine geldiğinde bu sefer 30/0’ı bulan Alcaraz’dı ama bir sonraki puanda basit bir smaçı fileye takarak “acaba?” dedirtti! Arada kaybettiği bir puan daha oldu ama iki müthiş ace servis Alcaraz’a hem şampiyonluğu, hem de “Dünya 1 Numara” sıfatını getirdi, eline teslim etti! Hem de 2,6 milyon dolarlık bir çek ile birlikte!

 

ALCAZAR EN GENÇ SLAM ŞAMPİYONU DEĞİL

Bu arada, Televizyonlarda büyük bir bilgi kirliliği yaşandı ve Alcaraz’ın hangi en genç SLAM Şampiyonu olduğu konusu masaya yatırılırken her türlü saçma bilgi ortaya saçıldı. Halbuki en genç slam şampiyonu, tartışma götürmez şekilde Fransa Açık turnuasını 1989’da 17 yaş-3 ay ve 20 günken İsveçli Edberg’i yenerek kazanan Amerikalı Michael Chang’in rekoruydu. Amerika Açık turnuasını en genç kazanan ise Amerikalı Pete Sampras’tı: O da 19 yaş ve günlükken finalde Agassi’yi 1990’da yenerek kazanmıştı bu kupayı. Halbuki her kafadan her ses çıktı… Nadallar, Sampraslar, Agassiler uçuştu... Alcaraz ne en genç slam şampiyonu olmuştu, ne de en genç Amerika Açık şampiyonu. Birçok ilke imza atmıştı ama aralarında bu sıfatlar da yoktu, abartmaya gerek yok!

 

ARALARINDAKİ FARK NEYDİ?

Kaybedene yazık olacaktı ama ben bu maçı taraf olarak seyrettim. Alcaraz’ın bu sıfatları daha çok hak ettiğine inanmıştım. Yaratıcı vuruş alternatiflerini ve saha içi stratejileri her saniye gözden geçirip sahaya yansıtma peşinde olduğu aşikardı. Maçı da kazanmasını sağlayan, rakibinden daha çok sorumluluk alması, riske girmesi, daha sık file maceralarına yeltenmesi ve herhalde günün sonunda bu başarıyı yakalama hırsının bir veya birkaç tık daha üstte olmasıydı. Bu farklı vücut dillerinden de okunabiliyordu. Maçın en ilginç anlarından birinde, Alcaraz’ın bir kısa topuna Ruud son saniyede yetişip bir lop attı. Alcaraz fileden geriye koştu ama bir yandan da “top ikiledi, niye hala puan devam ediyor ki?” havasında mimikler yapıyordu. Zaten Ruud da aynı şeyi düşünüyor gibi filede durdu ve hakeme topun ikilediğini kendi söyledi. Halbuki puanı tekrar seyrettiğimizde topun ikilediğinin net anlaşılamadığını hatta birçok izleyiciye göre de ikilememiş olduğu fark ediliyordu. İki sporcunun o ana olan reaksiyonlarının farkı, aslında maça da yayılmıştı. İki sporcu da centilmendi ve kazanmak için oynuyordu ama İspanyol raket kesinlikle kupayı gönlünde ve kafasında daha büyük bir hırsla sahiplenmişti. Kim bilir bu belki İskandinav ve Akdeniz halet-i ruhiyelerinin farkıydı…

 

Bakalım bu sorumluluklar omuzuna bindikten sonra önümüzdeki aylarda nasıl oynamaya devam edecek, esas soru bu! Bir slam kazanmakla Nadal, Federer veya Djokovic olmak arasında çok fark var; bu üç tenisçinin yakında terk edecekleri alanı doldurmak isteyen en az 15 genç tenisçi var. Alcaraz onların en önemlilerinden biri ama yalnız biri. Allah herkese kolaylık versin, çok keyifli ama bir o kadar kalp hastaları için tehlikeli yoğun tenis günleri ve heyecanları bizi bekliyor önümüzdeki aylarda…       

Yazı Tarihi: 01.10.2022
Kategori: Spor Yazıları
Paylaş