Tenis gerçekten nankör bir spor. Hem dünyanın bence en komple sporu, hem de en nankörü... 5 saat sahada müdadele edersiniz, maçın son 5 dakikasında elinizde kalan son enerjiyi sahaya akıtırsınız, sonra son saniyelere kalır her şey... 300 dakika uğraşırsınız, son 10 saniyede top gidip gelirken alabileceğiniz tek bir yanlış karar, bir çuval değil, bir kamyon dolusu inciri berbat eder. Tenis dünyasının kralı, “Ekselansları Federer”, tarihin en büyük maçlarını sığdırdığı kendi kariyerini emekli olduktan sonra gözden geçirirken dün maçın son anında yaptığı bir hatayı hiçbir zaman unutmayacak, aklından çıkaramayacak. Şimdi filmi geri sarıp, Federer ölene kadar aklından çıkmayacak o ana dönelim...

Maç o anda belki 4 saat 15 dakikadır oynanıyor. Maçtan önce, kendisinden beş yaş daha genç rakibi karşısında daha az şans tanınan Federer ilk seti kaybettikten sonra, hatta daha sonra üçüncü seti kaybettikten, 2-1 setlerde geri düştükten sonra, yaşından beklenilmeyecek bir direnç ve kararlılıkla, puanların her biri için akıl almaz mücadeleler vererek alıyor, 8/7 öne geçiyor ve kendi servisindeki o “taç giyme” oyununda 15/15’de üst üste çaktığı iki servisten direkt puanla 40-15’e geliyor. Bunun anlamı, “maç topu” elde etmek... Çok farklı bir sırat köprüsüdür maç puanı... Bir tarafı uçurum, diğer tarafı cennet. O top gider gelir, gider gelir.. O anda aklınızdan hem herşey geçer, hem de güya o topa odaklanmışsınızdır. Ama bilinçaltınızdan film şeridi gibi akan olasılıklar sizi esir alabilir. Hem melek hem şeytan dürter sizi: “Hadi işte vur kazan, kahraman ol! Bu stresten kurtul, yere yat, çığlık at, kupayı kucakla!” Federer, ilk maç puanında, hem kendisi hem tüm stad o sevinç patlamasına hazırlanmışken, doğru bir kararla yine forehand’e kaçıp, rakibinin backhandine uzun ve sert bir top atmak istiyor. Karar doğru. Ama o top auta gidiyor. Olabilir. Sonra sıra 2. maç topuna geliyor. O ace veya rakibin ancak değebildiği puanlarla 50-60 kez sayı yazmış olan servis, orada da bir yardım etmiyor. O ana kadar, Federer, Wimbledon’daki maçlarında servislerinin %94 civarını kazanmış. Hele 40-15 öndeyken herhalde kaybettiği servis oyunu oranı %1’e bile yaklaşamaz. Ama “Murphy Kanunu” diye bir terslik düzeni vardır. İşte o %1, durur durur, Wimbledon finalinde taç giyme törenine bir saniye kala karşına çıkar! Tarih, bu acaip anların müzesini kurmuştur. İşte Federer, o 2. maç topunda inanılmaz derecede sabırsız, aceleci bir kararla, normal gidişatta yapılmayacak hatayı yapıyor ve kruaze ve kısa bir forehand vurarak fileye çıkıyor. O anda rakibi basit hata yapmazsa, Federer’in o puanı alması neredeyse imkansız. Olağan dışı sert ve açılı bir sürpriz fileye çıkış yapmıyorsanız, ya uzun bir paralel top atacaksınız ya da fazla açı bırakmadan ortaya uzun oynayacaksınız. Federer puanı hazırlamadan servisinden sonra hemen ilk vuruşta en çıkılmayacak şekilde markete gider gibi fileye geliyor ve Novak Djokovic cezayı kesiyor. Çünkü o anda kral artık raketini atıp çocuklarına dönüp kendisini alkışlamak için yanıp tutuşan tebasına öpücükler vermek, rakibini centilmence kutlamak, kariyerine yerleştirdiği bu yeni zaferin tadına varmak istiyor. Başka türlü bir izahı yok bu aceleciliğin...

İDDİAYI MC ENROE VE MATS MI KAZANDI? HAYIR BİZ KAZANDIK!

Biz, yani Ali Göreç ve ben! Yok canım, bu Halep maçında kazandığım gerçek yemeye benzemiyor. Big Mac ve Mats bizimle iddiaya girdiklerini filan bilmiyorlar! Ama onlar maçtan önce “Djokovic dört sette kazanır” dedikten sonra ruh ikizim ve sevgili ebedi partnerim Ali Göreç ile tersini söyledik. Ali ekrandan “Bence Federer alır, Nadal maçının moraliyle ve bu formuyla” dedi, ben de aynı şeyi ve bizim farklı bakışımızı Twitter’dan ilan ettim. Şimdi maçı son saniyede Djoko aldı diye onların dediği mi çıktı? Hayır, tam tersine bizim dediğimiz çıktı. Maç kesinlikle yalnız Djokovic’in kontrolünde, Federer’in ancak göstermelik bir sus payı seti kazanabildiği kolay bir maç olarak geçmedi. Balığın son anda kayıp ekselanslarının elinden kaçtığı tarihi bir “son kan damlasına kadar düello” seyrettik. Yani bizim dediğimiz çıktı. Bunu da zaten normal buldum sonuçta Ali ve benim tenis tecrübemiz, bu dünya şampiyonlarından üç-beş yıl daha kıdemli! Ama onu bunu bırakalım ve her iki tenisçiye sonsuz teşekkürlerimizi sunalım: Bu maç, yıllar, hatta onyıllar boyu konuşulur... Ne yazık ki tenisin kurallarında ve doğasında beraberlik yok! Yoksa, farklı değerleri ve kaliteleri yansıtan bu iki şampiyondan hangisi kaybetse, diğerine yazık olacaktı. Şimdi oyun akışına bir göz atalım:

BÜYÜK FİNALİN AKIŞI:

İLK SET: Federer maça kendi servisinde hızlı giriyor. İki ace, iki forehand. Djokovic hızlı bir yanıt veriyor buna.  Federer 2-1  ilerideyken, servis kırma puanı kazanıyor ama forehand’i auta atıyor, Djokovic çapraz bir bachkand’le durumu kurtarıyor. Ardından her tenisçi servislerini kazanarak 5-5’e kadar geliyorlar. Federer’in servis ve voleleri, Djokovic’in servisinin ardından vurduğu sert geri toplarla, puanlar dengeli gidiyor. O oyunda Federer bir kısa top kaçırarak 15-30 geri düştü ama sonra en kritik puanda, inanılmaz bir paralel backhand ve forehand ile oyunu kazandı. Sonra set tie-break’e kaldı. Federer 3-1 geriden gelip 5-3 ileri geçti. Ama bütün maç boyu sürecek olan sendrom burada ilk defa kendini gösterdi. O kritik puanları Djokovic üst üste aldı ve Federer’in fileye taktığı bir forehand seti bitirdi: 7/6

İKİNCİ SET: İlk setin kaybı Federer için bu maçta başına gelebilecek en kötü olaydı. Herhalde o anda bahisler açılsa, insanların %80’i maçı üç sette Djokovic’e verirdi. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı! Önce harika bir forehand ile rakibinin servisini kırdı. Bunu 4-0’a kadar en hızlı şekilde akan bir Federer seli izledi. Djokovic arada bir kere kendi servisini kazanarak “simidi yemekten kurtuldu” ve Federer 25 dakikada seti 6/1’e bağladı. Djokovic son oyunda servisini verirken Federer yine parmak sırıtan bir backhand kruaze ile eminim Djokovic’in locasını bile alkışlattı: 1/6. 

ÜÇÜNCÜ SET: 4/4’e kadar her iki oyuncu da servislerini kazanarak geldiler. O oyunda Federer bir backhand kaçırdıktan sonra 15-30 geri düştü ama üst üste güzel servislerle bu tehlikeye giren oyunu kazandı. Ardında Djokovic’in servisinde, 30-30’da aldığı inanılmaz bir risk Federer’e set topu kazandırdı. Ama Djokovic’in kritik puan hassasiyeti yine harika iki servisle işe yaradı. Her iki tenisçi de servislerini kazandıktan sonra, iş yine tie-break’e kaldı. Djokovic 5/1 öne geçtikten sonra Federer 5/4’e kadar geri geldi, ancak bu da yetmedi ve ölümcül puanları hanesine yazan Sırp şampiyon bu seti de 52 dakikada 7/6 kapamayı bildi.  

DÖRDÜNCÜ SET: Djokovic hızlı servis ve sert geri vuruşlarla 2/1 önüne geçtiğinde sanki Federer artık psikolojik olarak maçı bırakmış görünüyordu. Ama Federer bunun yalnız yanlış bir izlenim olduğunu kanıtlayarak üst üste 4 oyun kazandı. Özellikle 4/2’de Djokovic’i 2. kere kırarken vurduğu öldürücü backhand ve kısa volelerle adeta ışıldadı. Ardından Djokovic, Federer’in servisinde 35 vuruşluk bir rallinin sonucunda rakibinin servisini ilk defa kırdı ve  kendi servisleri de kolayca alarak birden skoru 5-4’e kadar düzeltti. Ama “Kral” kendi servisini bu defa kimseye acımadan sıfıra karşı kazandı ve maça 2-2’lik denge geldi: 4/6

BEŞİNCİ SET: Ardından sıra tenis tarihinin en acımasız en vahşi setlerinden birine geldi. Bu set başlamadan oyuncular emin olmak için on ikişerde gelip gelmediğini bir daha sordular. Maalesef de teyid aldılar. Çünkü bu Wimbledon’a yakışmayan kural değişimi bu finalde ilk defa uygulanacaktı.

Oyunlar 1/1’ken, Federer harika bir backhand paralel ile 40-40’ı yakalasa da Djoko servisini elden bırakmadı. Sonraki oyunda Federer’in fileye çarpıp dışarı çıkan bir topu, Djokovic’e  iki servis kırma puanı kazandırdı. Ama nefis bir servis ve dekruaze bir forehandin ardından gelen bir ace’in yardımıyla bu alarm durumu geçiştirildi. Djokovic 2/2’de kendi servisini zor aldı ama arkasından rakibinin servisini onun hatalı fileye çıkış topunu kullanarak kırmayı başardı. 

“5. sette 4/2 ileri geçen bir Djokovic’e karşı artık Kral ne yapabilir ki?” diye düşünüyordu herkes. Ama Kral yine çeşitli sürprizlerini hazırlıyordu. Önce rakibinin servisini hemen kırıp bu avantajını yok etti. Sonra sıra Federer’in üst üste kısa top yapma krizine geldi. Bunların ikisi kendi servisinde başarısız olunca yine 15/30 geri düştü ancak Djokovic’in fileye çarpıp çıkan bir topu ve harika servisler bir krize izin vermedi. Oyuncular 6/5’e kadar servislerini kırdırmadan geldiler. Auta çıkan bir backhand’iyle, Federer kendi servisinde 15-30 geri düştü. Orada sert servisler ve forehandlerle, oyun yine dengelendi. Hem de aceleci bir Federer’in olmadık drive volleylerle arada kendi kendini sabote etmesine rağmen... 7/7’de, İsviçreli şampiyon, kısa toplar ve forehand passing shotlarla rakibinin servisini bir kere daha kırdı. 

8/7’de Federer’in başına kaderin hangi ağları ördüğünü, Bu yazının başında anlatmıştık. Kaçan büyük fırsata rağmen Federer maça asılmaya devam etti. 11/11’e kadar herkes yine servisini kazanmaya devam etti. O oyunda güzel voleler vuran Federer, rakibinin haksız yere itiraz ettiği bir sert topun arkasından servis kırma puanı kazandı ama bundan faydalanamadı.

Bu set de böylece 12-12’de 3. defa Tie-break’e kaldı.  Djokovic önce 4/1, ardından 6/3 öne geçti. İlk maç topunda, Federer bir çeşit “ıskamsı” vuruşa denk gelerek maçın bittiğini ilan etmiş oldu.

TEKNİK NOTLAR: Federer, kaybettiği üç setten ilkinde ve beşincisinde abartılı adette basit forehand hataları yaptı. İlk sette bu rakam 17’ye tırmandı. Ayrıca rakibinden çok daha iyi servis atan Federer, 25 ace ve 27 winner servise rağmen (Djokovic’in vic’te bu rakamların toplamı 30) maçı bitirecek fırsatı eline geçirdiğinde, 40-15’te hiçbir servis başarısı yakalayamadı. Djokovic ise daha çok “yüzdelerin tenisi” dediğimiz (percentage tennis) oyunu yine en iyi şekilde oynayarak topu oyunda tutmaya ve kritik puanları ölümüne oynamaya yeminli oluşunun karşılığını aldı. Yalnız maç toplarını değil, 3. sette set topunu da kurtardığını unutmayalım. Federer filede 31 puan alırken, Djokovic’te bu rakam 6’yı geçmedi! Total kazanılan sayılarda da (218-204) önde olan Federer, sanki kritik anlarda Djokovic’in direncinin oluşturduğu kavramsal duvara çarptı. Hem de Federer adı ile tenis tarihinin zirvesinde yer almasına rağmen! Topları yüksekte olmadı, oyunun ritmini spinler, kesmeler  ve kısa toplarla sürekli değiştirmesi, sık fileye çıkması, kendi oyununu Djokovic’e alıştırmaması, onun artı hanesine yazıldı. Bu da son saniye kaybını devasa hale getirdi. Çünkü kazanmış olsaydı, tenis tarihi bu maçı, boksta Muhammed Ali’nin son dönemlerinde Foreman’ı Kinshasa’da yendiği o unutulmaz maç haline dönüştürürdü. Yanlış anlamayın bu maç yine tenis tarihindeki yerini aldı, ama biraz ekşili-acılı tatlarıyla. Çünkü dünyanın %85’i bir Federer galibiyeti alkışlamaya hazırlanmıştı. Wimbledon seyircilerinin de belki %90’ı... Maçtan sonra gazeteciler Federer’e “Unutulmaz bir maç oynadınız” dediklerinde, ekselansları, bunu hemen harika bir espri ile yanıtladı: “Tam tersine, ben hemen unutmaya çalışacağım bu maçı.” Bu cümle bana geçen gün bahsettiğimiz Romen tenisçi Nastase’nin bir kitabında okuduğum çarpıcı bir cümleyi anımsattı bana: “Bazen bir galibiyet, 10 mağlubiyeti unutturur; ama bazen de 10 galibiyet, bir mağlubiyeti unutturmaz”. İşte Federer’in durumu bu... Acısı ve uğradığı zarar bu düzeyde!

BİR DJOKOVİC MUHASEBESİ

Djokovic maçın sonunda seyircilere manidar bakışlar atıp, çömelip yerden kopardığı birkaç çim parçasını sessizce yedi ve ardından hırsla göğüs kafesine vurdu ve agresif şekilde seyircilere baktı. Maç esnasında da yine anlamsız şekilde kendi kendine söylenmeler hakem Kulesi’ndeki bantlara raketiyle vurmak, haksız çıktığı Şahingöz taleplerinden sonra bile söylenmeye devam etmek gibi, antipatik gelen hareketlere devam etti. Kimbilir, belki bu şekilde önümüzdeki yılda da bir nevi “bad boy” sıfatıyla kalıp, bundan yine kamçılanmış olarak çıkmak istiyor.

Ama Djokovic’e de haksızlık yapmayalım. Çelik sinirleriyle, inanılmaz fizik kondisyonu ve iş ciddiyetiyle, kendisinden önce kraliyet salonuna yerleşmiş olan Federer ve Nadal’ın 2003-2004’den beri yerleşik görünen devler rekabetinin arasına, 2008’de kazandığı ilk Avustralya Açık’la katılması ve şimdi artık onlarla eşit haklara sahip, “Big 3”nin parçası olması, hatta artık başabaş rekabette galibiyet sayısında her ikisine karşı da üstünlük sağlamış olması, gerçekten inanılır bir başarı değil! Federer ve Nadal zirvesinin orta yerine 16 Slam zaferi sığdıran bir adama ancak şapka çıkarılır! Telegraph gazetesinde Charlie Eccleshare onun performansını şu güzel cümleyle özetlemiş “Bitirme Sprint hızı mükemmel olan maratoncu”... Gel de kabul etme!

Sonuçta Wimbledon tarihinde, ilk defa bir final setinde tie-break oynan

bu kısa yola rağmen, bu maç aynı zamanda bu tarihin en uzun süren müsabakası oldu 4 saat 57 dakika ile... Ama bana sorarsanız bu son set 12-12’de Tie-break  kesinlikle gelmemeliydi! Bu geleneğe ihanete çok kızdım! 

Bu maçı seyretmeyenlerin günahları boynuna! Maçtan önce “bu kapışmayı sakın kaçırmayın” diye elimden gelindiği kadar duyurmuştum! Daha ne yapabilirdim ki! Siz yine de Youtube’dan bulup kaçırdıysanız, “katilin uşak olduğunu” bile bile izleyin derim! Amerika Açık’ta görüşürüz!

Etiketler: Wimbledon
Yazı Tarihi: 15.07.2019
Kategori: Spor Yazıları
Paylaş