“Bedri’nin bu son işleri, kelimenin her anlamıyla ‘yeni’dir…
Bu yapıtlar karşısında ‘şaşırma’ konusunda hiçbir sıkıntımız olmayacak!"
Çağdaş sanat tarihi, özellikle 1960’larda Pop sanatın yükselişinden beri süregelen, “iyi zevk”in, gerçek sanatseverlere nefret edilmesi gerektiğini öğrettiği kaynakların bir çeşit adaptasyonunun ve çalınmasının getirdiği bir başarı öyküsüdür. Bedri Baykam’ın bu katalogda yer alan “4 boyutlu” işleri de, bahsi geçen sürecin cesur bir örneğini sunuyor. 1940’lardan, beri 3 boyutlu görsellik sunan veya bakıldığı yere göre aniden değişebilen posta kartlarının yapımında kullanılan lens teknolojisi bu işlerde de mevcut.
Son zamanlarda büyük ebatlarda bu şekilde görsel üretim mümkün hale geldi ve Bedri Baykam bu teknolojik yeniliği pervasız bir hayal gücüyle kullanmaya başladı. Birbirlerinin önünde uçuşan imgeler belki 3 boyutlu veya bizler kendi açımızı değiştirdikçe başka bir şeye dönüşüyorlar. Bazı görseller “sahiplenilmiş”, bazıları sanatçının kendi çektiği fotoğraflardan gelmiş, bazıları da varlıklarını sanatçının kendi boya veya çizimlerine borçlular.
Sonuç; izleyiciyi, kaynağı pek çok farklı yerlerde köksalmış olan devamlı değişen ve akışkan bir görsel evrene yönlendirmiş oluyor. Bedri, mağara resimlerine, 19. Yüzyıl İstanbul’unda Sultanların hayatını resmeden Oryantalist baskılara takıntılı; bu olgu, aynı zamanda popüler sinema, özellikle de Marilyn Monroe, James Dean gibi kötü kaderlerine yenilerek yitirilmiş starlar için de geçerli. Ayrıca kendisi Picasso’nun hayatı ve sanatı başta olmak üzere, Modernizmin ilk “kahramanvari” yıllarından da hayli etkilenmiş bir sanatçı. Müstehcenliğin sınırlarını zorlayıcı erotizme aşıktır, ki bu İslam kökenli bir toplumda her zaman çok özel bir alt motif oluşturur. Türkiye’de erotik imgeleri savunmak demek, farklı bir açıdan bugünkü haliyle bildiğimiz, laik-demokratik devletin kurucusu Kemal Atatürk’ü de savunmak anlamına da gelebilir.
Modern Türkiye, Doğu ile Batı’nın sıra dışı bileşiminden oluşur ve Türkiye’deki çağdaş sanat kimi zaman bu bileşimin oluşturduğu tüm olasılıkları kucaklamak için mücadele vermiştir. Bedri bu işlerinde, boya ve kolaj gibi daha bilinen tekniklerle ürettiği daha önceki serilerindeki fikri, daha farklı seviyedeki bir yenilikçi bulguya taşıyor. Geçmişte, çok yoğun olarak okunan polemik dolu makalelerinde Türkiye veya benzeri, kısmen Batı’lı gibi olan, kısmen de çok farklı duran ülkelerden gelen sanatın, Batı’lı eleştirmen ve küratörlerce neredeyse otomatik olarak (haksızca), “Olsa olsa bakmaya tenezzül edilebilecek işler” olarak değerlendirilmesine karşı mücadele etmiştir. Ancak Batı’nın bugün hala böyle bir tavır takınması mümkün değildir. Bedri’nin bu son işleri, her anlamda tam bir yenilik. Bilindiği gibi, orijinallik ve yenilik tek başına, çağdaş sanatın atardamarlarıdır ve bu, sanatçıların erişilmesinin çok zor olduğunu düşündüğü bir olgudur.
Bu konu, bana Rus gösteri sanatları koordinatörü Serge Diaghilev’in “Rus Bale Topluluğu”nun 1. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde Paris’te fırtınalar estirdiği yıllardaki ünlü bir hikayesini hatırlatıyor. O günlerde henüz çok genç bir şair olan Jean Cocteau, Diaghilev’in prestijli ekibine girebilmek için can atmaktadır ve Diaghilev’e, “Serge, bunun için ne yapmam lazım? Ne yapmam lazım?” diye baskı yapmaktadır. Bu ısrarcı sorulardan artık yaka silkmiş olan Diaghilev konuyu, “Jean, şaşırt beni!” diyerek kapatır.
Sanırım sanatçının bu son yapıtları karşısında şaşırma konusunda hiç bir sıkıntımız olmayacak!
Edward Lucie-Smith
- 3 okunma