"Benim için en büyük meydan okuma sürüyor"
Gizem Çetimen
Atölyesini ‘kamusallaştırarak’ izleyicisini mahremine davet eden Baykam,”Sergideki resimlerimde benim kendi tarihçem de var. Özel hayat ve kendi sanat tarihim. Ama ben zaten bu paylaşımı ömür üstünden kendi izleyicimle yapmayı seven bir insanım” dedi...
Ressam Bedri Baykam’ın 143’üncü kişisel sergisi “Kayıp Eşyalar Atölyesi” geçen cuma günü Beyoğlu’ndaki Piramid Sanat’ta sanatseverlerle buluştu. Küratörlüğünü Sinan Eren Erk’in üstlendiği sergide Baykam, atölyesini ‘kamusallaştırarak’ izleyicisine hem özel hayatından hem de sanat hayatından ipuçları veriyor. Serginin açılışından önce Piramid Sanat’ta buluştuğumuz Baykam ile sergisi üzerine konuştuk.
Bir sergi kapsamında atölyenizi paylaşmak fikri nasıl ortaya çıktı?
Sergide göreceğiniz resimlerin genelinde bir yandan atölyemde yıllardır sağda solda atılmış, yaşayan artık kumaşlar, bir yandan da bit pazarlarından ya da özellikle eskicilerde arayıp seçtiğim fotoğraflar, kartlar, dekor parçaları yer alıyor. Bu nesneler yıllardır diğer resimlerimi yaparken bana ‘Peki, bize ne olacak?’,’Bak, ben de burada duruyorum, ben neden sonsuzluğa katılamıyorum?’ diye sanki benimle konuşuyorlardı. Ben de bu şekilde başladım. Ayrıca sergideki resimlerimde benim kendi tarihçem de var. Özel hayat ve kendi sanat tarihim... Bir yandan da dünya sanat tarihi haritası var. Sanat tarihi haritasını yapmamla beraber zaten sanat tarihiyle ne kadar içli dışlı, onlara referans yaparak işler yaptığımı da herkes biliyor. Aynı zamanda bu sergiyi gezen biri iki kilometreden bu resimlerin Bedri Baykam’a ait olduğunu bilir. Ancak öyle olmasına karşın bu resimler çok farklı.
Nasıl bir fark bu?
23-24 yaşlarındayken kendi sanat kariyerimin manifestosunu yazdığım zaman ‘Ben kendi tavrımla tanınmak istiyorum’ dedim. Hep aynı şeyi yaparak tanınmak istemiyorum. Pek çok sanatçı tek bir resim yapar ve durmadan da onu yapmaya devam eder. Bu, kolay satılır ama artık bu bir zanaatkarlığa dönüşür. Bir risk yoktur. Örneğin kayık ve deniz resmi yapan adam ya da insanları devamlı baş aşağı figürler olarak çizen adam... Ben böyle olsam çok sıkılır ve şimdiye 30 kez bu mesleği bırakırdım. Devamlı yeni bir yaramazlık, devamlı bir risk alanı ve yeni bir keşif. Bu keşifler bazen ağır riskler taşıyor. Ancak sanat risk alma sanatıdır. O manifestoyu yazdığımdan beri 40 yıl geçmiş ve ondan beri yine aralarından kendi dili olan bir seri ortaya çıkıyor. Hem tipik bir Bedri Baykam resmi hem de gördüklerinizden farklı bir genel bütünlük oluşturuyorlar. Bu benim için en büyük meydan okumanın hâlâ sürdüğünü gösteriyor. İtiraf edeyim ben de yapacağım retrospektifi büyük bir merak ve heyecanla bekliyorum. Bir sanatsever olarak bu sergi beni yine hem Bedri Baykam olarak hem farklı bir Bedri Baykam olarak hem de değişen, gelişen ve labirentin içinde keşif yolculuğuna devam eden Bedri Baykam’ın yeni bir etabı olarak etkiledi.
İzleyicinizi mahreme davet ederken çekinceleriniz oldu mu?
Belki size göstermediğim şeyler vardır. Evet doğru, sizi mahremime alıyorum. Bazen özel hayatımın ipuçları gördüğünüz gibi yüzeye çıkabiliyor. Sanat tarihindeki suç ortaklarım Pablo Picasso, Francis Picabia, Arthur Cravan’la ilişkim ortaya çıkabiliyor. Ama ben zaten bu paylaşımı ömür üstünden kendi izleyicimle yapmayı seven bir insanım. Türkiye’de resim genel olarak kimi koleksiyonerler arasında yalnız bir meta, yalnız bir değer ve yalnız bir renk olarak görülüyor. Halbuki resimlerin her birinde o kişinin hayatı, karekteri, geçmişi, düşünceleri ve sanat tarihiyle ilişkisi var. Ben hep otobiyografi yazıyorum ve orada yaşadıklarımı detaylı olarak anlatıyorum. İlk 30 yaşımı anlatan, dünyada görüşmemiş bir açıklıkta bir otobiyografi yazdım. Yaşamımın ikinci 30 yılını da vakit ayırabilirsem yazmak istiyorum. Fakat şu an yazmakta olduğum kitaplar var. Bunları doğurmam lazım ki sonra bir de oturup otobiyografi yazayım sizlere. Hayat zor.
‘Bir yaşam muhasebesi’
Serginizin isminin bir hikayesi var mı?
Esas isim öncelikle “Lost&Found” olarak geldi aklıma. Sonrasında ise “Studio’s Lost&Found” olarak daha çok özelleştirdim. Ancak Türkçe’ye tam tercümesini yapmadım. “Studio’s Lost&Found”, atölyenin kaybolup bulunan nesneleri anlamına geliyor. Ancak “Kaybolan Eşyalar Atölyesi” kulağa daha güzel geliyor ve benim ruhsah halimi daha iyi toparlıyor. O yüzden de Türkçesi biraz farklı oldu. Bir de bu isim, bütün sergiyi gezdikten sonra izleyiciler de görecektir ki sergiye çok uyuyor.
Serginiz, geçmişe yolculuk ve geçmişle hesaplaşma anlamı da taşıyor...
Belki göstermeye cüret ettiğimizden daha duygusal, daha insanı ağlatabilen veya zaman, kaybolan zaman, soru işaretiyle kalan zaman arasında insanın bu hesaplaşma sırasında bazen oturup düşünüp deliye dönebileceği bir yaşam muhasebesi ve değerlendirmesi de var.
‘Fikir veren canlı bir yer’
Atölyenizle nasıl bir bağınız var?
Atölyem; kimi zaman saatlerce bir kitap karıştırdığım, düşündüğüm, bazen bitmiş bir resmime 45 dakika bakıp gerçekten bitmiş mi diye anlamaya çalıştığım, içerisindeki eski atıklara bakıp fikir geliştirdiğim, benimle konuşan, bana fikirler veren çok canlı ve aktif bir yer. Benim için çok özel bir alan. Atölyem görüntüde dağınık, boyalı, kirli ve paslı bir yer... Ama vazgeçilmez ve muhteşem bir atölye olduğunu söyleyebilirim.
https://www.milliyet.com.tr/kultur-sanat/benim-icin-en-buyuk-meydan-okuma-suruyor-6484310