Bedri Baykam, en az resimleri kadar farklı ve ilginç biri. Sanat yaşamı boyunca sıra dışı işlere imza atan ve ilk sergisini altı yaşında açan sanatçının 31’inci kitabı ‘Genel ve Çok Özel İlişkilerin Sakıncalı El Kitabı’ okuyucuyla buluştu. Diyor ki: Bu kitabı yazmaktaki asıl amacım; insanların cinsellikle ilgili hiç konuşamadıkları konularda bile bir beyin fırtınası yaratmak.
-Yeni kitabınız ‘Genel ve Çok Özel Hayatların Sakıncalı El Kitabı’, “Üç yaşımdan itibaren beni etkilemiş olan ve hayatıma giren karşı cinsten tüm insanlara…” diye başlıyor. Neden özellikle karşı cinse ithaf ettiniz?
Çünkü ben heteroseksüelim. Ömrümde eşcinsel ilişkilerim olmadı. Bu kitap da insanların arkadaşlığı üzerine değil; kitabın konusu cinsellik etrafında şekillenen ilişkiler. Ama bence hem kadınlar hem erkekler eşit derecede bu kitaptan faydalanacaklar.
-Kitabı yazmaya başlarken ana motivasyonunuz neydi?
Bu kitabı dünya okurları için yazdım ve hedefim insanların cinsellik etrafında özgür bir beyin fırtınası yapmaktan kaçınmamalarını, mümkünse kendi cinsellikleriyle yüzleşmelerini ve bunu yaparken de ilginç, eğlenceli bilgiler edinmelerini sağlamak. Mesela dünyada ilk vibratörü Kleopatra’nın bulması gibi. (Gülüyor) Ya da dünyanın en yaşlı iki fahişesinin bugün Hollanda’da hala işlerini keyifle yapmaya devam etmeleri gibi…
-Dünya liderleriyle, sanatçı ve siyasetçilerle ilgili de ilginç detaylar var…
Evet çünkü cinsellik hepimizi eşitler. Mesela en çarpıcı örneklerden biri, Fransa eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın söylediği bir cümle. Diyor ki: Evet, her kadını elde edemeyiz ama denemek lazım. Solun en büyük liderlerinden biri söylüyor bunu, düşünün.
-“Bir kadına izni dışında iltifat etmek taciz midir değil midir?” konusu bile tartışılırken, siz yazarken olası tepkilerden çekinmediniz mi?
Bütününe baktığınızda felsefesini de vererek, nedenlerini açıklayarak yazdığım için, kitabın tamamını okuyan bir kadının rahatsız olacağını sanmıyorum ama elbette cımbızla çekilirse, bazı konular yanlış anlaşılabilir. Diğer yandan cinsellikle ilgili böyle bir kitap ancak bu açıklıkta yazılırsa bir anlam taşır.
-Sizin deyiminizle ‘gönül ve seks işleri’ olmasa gezegenimiz daha mı huzurlu olurdu?
Dünyanın devamını sağlayan şey cinsellik fakat cinselliğin ve aşkın getirdiği bir patırtı, gürültü var. Büyük bir haz var ama bir o kadar da zorluk var. Bir erkek, gerçekten hoşlandığı bir kadının omuzuna hafifçe elini dokundurdu diye bile karşı taraf “Sen beni taciz ettin” diyebiliyor.
Hiç şiddetten, tecavüzden bahsetmiyorum bile. Sadece o ilk hamle, büyük bir iyi niyet veya samimiyet bile büyük bir gürültü koparabiliyor. Ama birinin o ilk hamleyi yapması gerekiyor değil mi! Onu da toplum çoğu zaman zaten erkekten bekliyor!
-Zorluk sadece bu mu?
Kadın-erkek ilişkilerinde en büyük sorunu yaratan şeylerden biri de kıskançlık. Dolayısıyla bir ilişkinin içine aşk ve cinsellik girince huzursuzluk ve hesaplaşma da başlıyor. Bu yüzden hep derim; kıskançlık duygusundan kurtulmuş insan benim için üstün insandır. Bundan nasıl kurtulabileceğimizin yollarını da anlatıyorum kitapta.
-Evliliği ‘tasma’ metaforuyla anlatıyorsunuz…
Şöyle düşünün; insanlar birine aşık oluyor ve zannediyor ki ölene kadar kalbiyle, bedeniyle ona ait olacak. Bu bir illüzyon… Siz o imzayı attınız diye beyninizin başka birinden etkilenme şalterini kapatmış olmuyorsunuz. Bu ihtimal hep var bu başınıza geldiğinde de karşı tarafı aldatmış sayılıyorsunuz.
-‘Kadın ve Erkeğin Diken Dolu Ceza Sahası’ bölümünü okurken diken ve ceza kelimelerine takıldım. Haz ille de dikeni ve cezayı da getirir mi?
Yüzde yüz haklıyım. Konunun bütününe bakın. Mesela fahişeler, mesela pornografi… Dünyada pornografiyi büyük zevkle seyrettiğini söyleyen bir ben varım galiba. (Gülüyor) Bunu seven binlerce kadın ve erkek var ama itiraf etmiyorlar. Düşünün, fahişelik dünyanın en eski mesleği ve hala devam ediyor çünkü cinsellikte, erkeklerin doyumsuz talebiyle kadınların bu ortamda sunabildikleri arz arasında bir uçurum var.
-Kitapta, “Aç kurt gibi ortada gezinen bir erkek bile sürekli kendine yazan bir kadından hoşlanmaz, çok açsa bir kere tadınıza bakar ve gider” diyorsunuz.
Bu tespiti yaptığım için kadınların özgürlük alanına müdahale yapmış olmuyorum. Aksine hem kadınlar hem de kadınların özgürlükçü kesimi olarak bilinen feministler, yüzyıllardır öyle baskı altında yaşıyorlar ki bu kitap onlar için de özgürleştirici bir rehber ama bazı kadınlar bunu ilk bakışta anlamakta zorlanabilirler.
-Av ve avcı rollerinden bahsederken avcılığı neden sadece erkeklere yakıştırıyorsunuz mesela?
Doğaları buna daha müsaittir diyorum, ki bu doğru. Elbette avcı kadınlar da vardır. Ama zeki bir avcı kadın, ki avcı kadınların yüzde sekseni zekidir zaten bu hataya düşmez. Dolayısıyla karşı tarafı ağına düşürecek kadar pas verir.
-Direkt avını almak üzere hareket eden kadın zeki değil midir?
Avını kaçırabilir. Çok üstüne düşerse erkek kaçar. Normalde erkek kontrol ve karar mekanizmasının kendinde olduğuna inanmak ister. Av, o sırada avlandığını ve üzerine ağlar atıldığını fark etmemeli. Bu belki iki taraf için de geçerli ama kadın eğer avcı rolündeyse, erkeklerin binlerce yıllık genetik kodlarını gözetmeli ve avını kaçıracak hamleler yapmamalı.
Burada feministleri kızdıracak bir durum olduğunu düşünmüyorum. Aksine onlara taktik veriyorum. (Gülüyor) Ama genel itibarıyla bugün özellikle Amerika ve Avrupa’daki feministlerin bakış açılarını değiştirmeleri gerektiğini de düşünüyorum. Biraz çağ dışı kaldılar.
-Nasıl mesela?
Cinsellikle ilgili hemen her şeye ‘kadın istismar ediliyor’ refleksiyle yaklaşıyorlar. Porno mu? Kadın burada mağdur. Fahişelik mi? Kadın burada mağdur. Bir reklam filmi var diyelim. Önünde bir kadın ve üstü çıplak bir erkek var. Burada bir istismar varsa, mağduriyet varsa aynısı erkek için de geçerli.
Eşitlik varsa, kadın ve erkek pornografiyi eşit üretiyor, tüketiminde de eşitler. Ama her konuda erkeği egemen, kadını mağdur görerek dünyayı okuyamazsınız. Bu bakış açısının çoktan terk edilmiş olması gereken, zamanını doldurmuş ilkel bir refleks olduğunu düşünüyorum.
-Kadınların ‘koca avcılığından’ bahsediyorsunuz bir de. “Genellikle erkekler irili ufaklı ftih peşindedir ama kadınlar her zaman büyük ikramiye peşindedir” diyorsunuz.
Olağan bir tespit... Toplum kadına, mümkünse 35’e kadar evlenmiş ve çocuk yapmış olmasını dayatıyor. Kadın da bu kodla hareket ediyor. Ama burada büyük ikramiye her zaman zengin koca değildir elbette. Herkesin büyük ikramiye anlayışı farklı olabilir. Zeka, başarı, uyum…
-“Koca avcılığı, kadınların yakın arkadaşlarına kazık atmasına bile neden olur” cümlesini okuyunca bu konuda erkeklerle ilgili gözleminizi de merak ettim…
Her vaka ayrıdır ama benim gözlemlerime göre bu refleks erkeklerde net daha azdır. Birbirinin sevgilisine bakıp da, “Bu kızı ben alayım” refleksi erkeklerde daha azdır. Ha elbette benim gözlem alanıma böyle denk gelmiş olabilir. (Gülüyor)
-Kitabın ilginç bölümlerinden biri de ‘MeeToo’ hareketinden bahsettiğiniz bölüm…
Bu konuda da pek çok önemli ayrıntı var. Örneğin bir kadının çıkıp da “15 yıl önce Kanada Başbakanı’yla konser izliyordum ve eli kalçamdaydı” demesini ve bunun üzerinden Trudeau’yu suçlu ilan etme motivasyonunu hastalıklı buluyorum. Çok özür dilerim; böyle bakacaksak genç kızlar bana neler yaptılar?
Asansörde, şurada, burada… (Gülüyor) Şimdi benim çıkıp da “18 yıl önce şu hanımefendi benim kalçama dokundu” demem ne kadar doğru? Ben, bu yaklaşımın gerçek taciz ya da tecavüz mağdurlarının haklı mücadelelerine de zarar verdiğini düşünüyorum. Sen tepki vereceksen, o an verecektin.
-Ama kadın o zaman kendini o güçte hissetmiyor olabilir…
Tamam ama 18 yıl önce birinin eli benim bir yerime değdiyse bu dünyanın sonu değil, dünya batmadı, çocuklar aç kalmadı. Üstelik bu iddianın kanıtı yok, videosu yok. El kalçada mıydı yoksa belde miydi? Yoksa bunu adını duyurmak, belki para koparmak için mi söylüyor? Bilemeyiz ki…
-Tacizde beyan esas ama…
Çok güzel ama ben de diyorum ki “20 yıl önce eli kalçamdaydı” deyince 20 yıl sonra beyan havada kalıyor ve gerçek mağduriyetleri gölgeliyor. Peki o beyanı eşitlikte erkekler yaparsa ne oluyor? Zaten flörtte ön hamleyi yapan erkektir, bu da bu işin güzelliğidir esasında. Mesela ‘Pamuk Prenses’ masalına bile taciz yaklaşımı üzerinden yürümek…
Bu olayın ucunun nerelere taştığını görüyor muyuz? O zaman bütün geçmiş edebiyatı da yok edin, romanları da yok edin, resimleri de yok edin. Bunun sonu yok. Bugünün normlarıyla tarihe gidip geçmişi yok edemezsiniz. Buna anakronizm denir ve doğru bir amaca hizmet etmiş olmazsınız bu şekilde.
İlk eserlerini altı yaşında sergilemiş bir sanatçısınız. 31 kitabınız var. Bir dönem aktif siyaset de yaptınız. Tüm bunlardan öte, Bedri Baykam kimdir sorusunun sizdeki cevabı ne?
Bedri Baykam sosyal ve sanatsal açıdan bir devrimcidir, bir tabu kırıcıdır. Öncü ve mücadelecidir. Geçmişte de böyleydim, bugün de aynı değer yargılarıyla ve aynı mücadeleyle devam ediyorum.