Geçen hafta güncel örneklerle “sivilleşen bir rejimin illa demokratikleşme getirmediğini” gördük. Türkiye’nin nasıl “ileri demokrasi” adı altında,  tersine bir ”Parodi Demokrasisi” ne sürüklendiğini artık kabul edip acı da olsa bu terminolojiyi siyasi sözlüğümüze katmalıyız…

Öncelikle edebiyat ve sanat alanlarında da kullanılan Parodi deyiminin anlamını hatırlayalım: Gerçek önemli bir edebi eserin veya müzik kompozisyonunun abartılı şekilde mizahi ve hiciv dolu taklidi. Demokrasimizin içine itildiği çukur bundan iyi ifade edilebilir mi? Gerçek demokrasileri tanımlayan kuvvetler ayrılığı ve özgür ifade şartlarını geçen hafta ve birçok yazımda gündeme getirdim. Türkiye’de yaşananları hatırlayınca ise, ortaya bambaşka bir tablo çıkıyor:

Yasama yani Parlamentoda tek parti iktidarını sürdüren bir siyasi oluşum, muhalefeti dinlemeden buldozer gibi ülkenin temel yapılarını “statükoculuktan kopma”(!) adı altında dümdüz ediyor. Yargı, 12 Eylül Referandumu’ndan sonra siyasi iktidarın mutlak denebilecek bir kontrolü altına girmiş, Hükümet bu denetim mekanizmasının zirvelerine en “güvenilir” eşi dostunu atayarak kendi dokunulmazlığını pekiştiriyor, tüm “düşmanlarının” dokunulabilirliğini de herkese tekrar hissettirmiş oluyor! Silivri’de süren ve “gizli tanık”larının çelişki ve komedyası ayyuka çıkmış Yargılama Parodisi sahnesinde,  yaşamsal koşulları hiçe sayılarak yıllarca zindanlara atılıp ortaçağ şartlarında tutulan yazar ve gazetecilerin vicdanları kanatan direnişleri, evrenin azap tarihine geçiyor.

 Medyaya göz atacak olursak, üç malum gerçek muhalif cesur gazete ve bazı onurlu yazarlar dışında pespayeliğin ve iflasın doruk noktasından başka hiçbir şey göremiyoruz. Ülkenin tüm gidişatını ve geleceğini ilgilendiren en “flaş” (!) manşetlik haberler birbiri peşi sıra yaşanırken, necip Türk basını bunları yok sayarak Hükümeti kızdırmamak ve böylece patronlarının diğer işlerini uçurumdan aşağı sarkıtmamak dışında hiçbir şey düşünemiyor. İhale veya atamalardaki anti-laik net seçimler veya yolsuzluk iddiaları da direkt çöpe atılıyor. Yani medyanın işlevi bitmiş, yaşayan ölüye dönmüş, kendine cehennemi layık görmüş, meslek ve insanlık onurunu iki paralık etmiş.

 TSK’ ya gelince, artık hakkında yorum yapmamak en hayırlı çıkar yol sayılacak bir kimlik kaybına yuvarlanmış, hafızasını ve davranış kodlarını toptan yitirmiş bir kurum olarak köşeye çekilmiş. Ana muhalefetCHP aynı bellek iflasıyla kendi geçmişini silerek bu Cumhuriyetin nasıl kurulduğunu ve ayakta kalabildiğini unutmuş. Tek çıkış yolu olarak iktidarın ideolojisinin bir kötü parodisini yapmaya şartlanmış, laikliğin ve yaşam tarzı özgürlüklerinin yurdun her köşesinde iğfal edilişi hakkında ağzını açmamaya yemin etmiş… Diğer muhalefet partilerinden biri ise iktidarın grip olduğu anlarda, onu sırtında dağlarda taşıyan bir gizli dost olarak ünlenmiş.

Sivil toplum, hükümetin baskıları ve açılan “sürrealist” davalarla bitkisel hayata sokulmuş, artık “Kanarya Sevenler Derneği”nden farkı kalmamış. (O da “kanarya” kelimesi Fenerbahçe anlamında kullanılmazsa!) Gençlik, 12 Eylül sendromunu hala atlatamamış, kazara protesto yürüyüşü yaparsa, sonra usluca dizi ve maç seyretmek için evine dönüyor…

Nasıl futbol yazılarımda üç yıldır “Fenerbahçe’li Guiza’nın santrforluk mesleğiyle hiçbir bağlantısı yoktur” diyorsam, bu teslim alınmış ortamın, hiçbir noktası da gerçek bir demokrasiyle ilişkilendirilemez. Türkiye artık tüm hücreleriyle “Demokrasi Parodisi” adlı piyes oynanan bir çöl çadırına benzemiştir. Muhalefet etmenin tüm anayasal, hukuki, fiili altyapısı yok edilmiştir. Hükümet dahi bir buluşla, demokrasiyi bitiren her hamlesi hakkında dünyaya “bakın demokratikleşiyoruz, darbecileri içeri atıyoruz, planı çökertiyoruz” mesajını yutturabilmektedir. Hiçbir yabancı ülke de, çıkarlarını bırakıp, muhalif gazeteleri tercüme ettirip, gerçekle yüzleşmeye yanaşmamaktadır. Biz sert muhalifler ise, adeta bu rejimde “bakın işte demokrasi var ki konuşabiliyorlar” dedirtmeye yarayan küskünler olarak tarihe geçmekteyiz. Bu parodi demokrasisini “ileri demokrasi” diye yutturmayı başaranlar ne kadar kurnazsa, bunu yutanlar da bir o kadar cahil, saf ve analiz kabiliyetinden yoksun kişilerdir. Yutmuş görünen tepkisizlere gelince, onlar tarihin çöplüğünü bile hak etmeyecek süfli yaratıklardır.

Yazı Tarihi: 16.08.2011
Paylaş
Benzer Yazılar
Videolar
Alt
Bedri Baykam'ın yaşamı ve anıları - Tuba Emlek ile İz Bırakanlar