Kaddafi’nin ölüm anları, uzun süre bu sahneyi televizyonlarda neredeyse “naklen” izleyen insanların belleğinden gitmeyecek. 42 yıldır ülkesinin liderliğini yürüten diktatörün gözlerinin üstünden boşalan kan, ter ve belki gözyaşlarına aldırmadan onu tekmeleyerek, tokatlayarak, çekiştirerek, yaralarına aldırmadan adım adım ölüme taşıyan linç sahneleri bunlar… En katı Kaddafi düşmanlarının bile, şayet bir nebze insanlık taşıyorlarsa içlerini kaldıran insanlık dışı tiksindirici görüntüler: Kaddafi’yi, çoğu diktatörlüğe geçişinden sonra doğmuş kendi “halkı” öldürdü.
Dünya ve özellikle içinde bulunduğumuz coğrafyada Türkiye, dünyanın yaşadığı gerginlik hatları üstünde belirsiz geleceğine kuşkularla bakarken, Batı emperyalizminin bu yeni “Orta-Doğu fethi”, doğal olarak birçok tepkiyi beraberinde getirdi. Avrupa ve ABD’nin ortaçağ psikozlarıyla 21. Yüzyıl’ın doymaz çıkarcılıkları arasına sıkıştıkları senaryolarda bu çirkin linç olayını neredeyse olumlayan ve hatta dünya barışı adına “kutsayan” tavırları, tabii ki ülkemizde de birçok solcu ve ulusalcının tepkisini çekti. Birçok makale, Kaddafi’nin anti-emperyalist ve batıya meydan okuyan yanlarını öne çıkarıp emperyalizmin bugün Ortadoğu’da üstlendiği çirkin sömürgeci rolü bir kere daha şiddetle kınadı. Bu noktada bir itirazımı, Kemalist bakış açısının getirdiği kaçınılmaz nesnellik ve siyasi-felsefi bakış eşliğinde belirtmek istiyorum: Bugün sol kesimin kendisini Kaddafi ve batı ikilemi arasında Kaddafi’ye daha yakın hissetmesi, kesinlikle Kaddafi’nin yıllardır halkına çektirdiği anti-demokratikten de öte zulümleri görmezden gelmek için bir gerekçe olamaz. Biraz düşünmeyi ve bugün yaşananlardan geriye geniş açıyla bakmayı bilenler, ne demek istediğimi hemen görebilir. Bu nedenle ifrata kaçan “Kaddafi’yi aklama veya mazlum gösterme” çabalarına gerek yoktur. Aynı şekilde, tabii ki batının mide bulandırıcı sahte demokratlığının da elle tutulur hiçbir tarafı kalmamıştır. Onlar da her zaman ki gibi, Ortadoğu petrolüne el koymak isteyen artık gelenekselleşmiş “eşkıya-devlet” kimliğiyle hareket etmektedirler.
Zaten Ortadoğu halklarının kaderi değil midir bu? Batı sömürgeciliği ile halkını ezen veya onun yaralarına merhem olamamış faşist veya şeriatçı dikta rejimleri arasında sıkışmak, batılı ülkelere göç ederek yaşama tutunmaya çalışmak, fırtınada yalpalanan bir duba gibi oradan oraya savrulmak! Çünkü onların bir Atatürk’ü olmamıştır. O ülkelere elle tutulur bir anayasa, bir hukuk devleti kimliği, bir aydınlanma devrimi, bir kadın-erkek eşitliği, bir laik-demokratik çok partili parlamenter rejim altyapısı, din, mezhep ve ırktan bağımsız bir vatandaşlık kimliği taşınamamıştır. İşte bu nedenledir ki, “Arap baharı” hiçbir şekilde bu ülkelere demokrasi veya insan hakları taşıyamayacaktır. Tüm bu ülkelerde görülen o abartılı sevinç gösterileri tarihte ne yazık ki bir köpük gibi kalacaktır. Batı emperyalizmi ve/veya şeriatçı iktidarlar, bu eğitimsiz ve feodal yapıya bağımlı kitleleri, ne olduğunu anlamadan imrenerek baktıkları gerçek demokratik rejimlerin yanına bile yaklaşamadan nüfuslarına geçireceklerdir.
“Hayatta ‘ne oldum’ değil, ‘ne olacağım’ diyeceksin” derler… Diktatörler, güç ellerindeyken gerçekleri algılamak istedikleri gibi görürler. Zaten güçleri kendilerine sonsuz gözükür. Tarihten hiçbir şekilde ders almazlar. Bu nedenle de tarih hep tekerrür eder. Bu diktatörler doğal nedenlerle ölmezlerse, onları birileri en korkunç şekilde tarihin çöplüğüne taşır. Adları, ideolojileri ne olursa olsun... Son anlarında pişmanlık duyarlar mı bilemem, ama her birinin kendine göre bahaneleri, gerekçeleri, ideolojik amaçları vardır. Ortak noktaları demokrasi ve insan hakları düşmanlığıdır. Ömürlerini muhaliflerini yok etmekle geçirirler.
Bir gün herkes ölür. Lider vardır, Atatürk gibi uğurlanır. Kuşaklar arkasından ağlamaya devam eder. Lider vardır, kendi halkı tarafından linç edilir. Bu halk belki çeşitli aşiretlerdir, belki farkında olmadan emperyalizmin kuklası olmuştur. Ama yanıt hangisi olursa olsun, suç yine buna elveren o liderin değil midir? Türkiye Kemalist devrimin getirileriyle son yüzyılda bu senaryolara yaklaşmadan halkının çoğunluğu Müslüman olmasına karşın bağımsız, demokrat bir hukuk devleti olmuş, her olumsuzluğa rağmen Batı’nın oyuncağı haline gelmemeyi başarmıştır. Başarmıştı…