Şu anda Türkiye’de “komünistler veya sosyalistler”e yönelik bir cadı avı yok. Emperyalizm ve “Siyasal İslam” varsa yoksa Kemalistler’in ve Kemalizm’in peşinde! Tek hedefleri, önlerinde en büyük engel olarak gördükleri Atatürkçü Düşünce’yi, savunucuları ile beraber ortadan kaldırmak. Başta Silivri Mahkemeleri olmak üzere tüm yaşananlar, Türkiye siyasi tarihinde sonsuza kadar yer alacak. Komünistler, Marksist-Leninistler, şu anda dünya konjonktüründe de gündem dışı kalmış durumdalar. Tabii ki fikirleri önemsiz demiyorum. Bu bir tespit.

Aslında bu başlık, kitap konusu. Ama şimdilik birkaç makaleyle yetinelim. Bazen yaşanmış dönemlerden sonra, korkmadan gerçeklerin adını koymak gerekir. 21.Yüzyıl’ın “karanlıklarına” dalarken, 20.’nin bilançosunu çıkarmak lazım. Gözümüze çarpan en önemli olgulardan birini kabullenmek, Türk solunun ağır toplarına zor gelebilir. Hatta bu yorumlara alaycı gözlerle bakanlar da olabilir. Oysa objektif saptamalar getirmeliyiz: Türk solunda özellikle sosyalistlerin hatırı sayılır bir kısmı Atatürk’e saygı duymakla birlikte Kemalizm’i, genellikle Marksizm’in yanında ağırlığı olan bir “ideoloji” olarak görmediler, hatta 12 Eylül 80 darbesi sonrasında “Kenanizmle Kemalizmi karıştırıp” (!), “Atatürkçü”leri yıllarca küçümsediler. ”Kemalizm olmasa, sosyalizm konuşulabilir miydi?” diye düşünmeden! Bakalım, yaşananları somut verilerle ele aldığımızda ortaya ne çıkıyor?

Her ideoloji zaman testinden geçer. Kimi uzun, kimi kısa yaşar. Günümüz dünyasını Ortaçağ mantığı veya kraliyet yasaları ile idare edemezsiniz. İlkel toplumlarda buna yeltenseniz, kısa zamanda elinizde patlar. Nazizm, faşizm gibi totaliter rejimler de, zaman sınavlarından mağlubiyetle çıkmış, hem savaşlarda hem vicdan muhasebelerinde yerlerde sürünmüştür.

Marksizm,  dünyayı en çok etkileyen siyasi teorisyen Marx ve arkadaşı Engels’in çabalarıyla teorik ürünlerini 1789 Fransız Devrimi’ni takip eden sürecin ivmesiyle 19. Yüzyıl’da vermiş, Avrupa’ya düşünsel yayılımını tamamladıktan sonra, 20. Yüzyıl’da dünyaya damgasını vurmuştur. 1917 Ekim Devrimi ile adım adım Sovyetler’in oluşturacağı “Sosyalist Blok” devreye sokulmuş, Soğuk Savaş’ın geçen yüzyıla yayılan “sıcak” günlerinde her fırsatta batılıların deyimleriyle “Özgür Dünya” ve “Demir Perde” savaş tehditlerinde, casusluk komplolarında karşı karşıya gelmişlerdir. 1989’da Berlin Duvarı’nın çökmesiyle de, gardı düşen bir boksör gibi, geçmişine bakmaksızın Sosyalist ülkeler bağımsızlıklarını ilan ederek bu rejimi terk etmişlerdir. Böylece iyi “eşitlikçi” niyetlerle, derin ve haklı bir kapitalizm eleştirisi ve yeni sınıfsız toplum/ “proletarya diktatörlüğü” üzerine kurulu bir muhteşem ütopya, günah ve sevaplarıyla değerlendirilmek üzere “İmtiyazlı Komünist Parti” modeliyle beraber tarihin raflarına kaldırılmıştır. Bazı istisna ülkeler haricinde, son 20 yılda “sosyalist sol”, daha çok sosyal-demokrasi tarafından çok partili parlamenter rejimlerde temsil edilmiş, tek parti diktatoryası fikri, totaliter hevesliler dışında mahcubiyet içinde terkedilmiştir.

Burada “Sosyalizm”den, S.S.C.B.’nin ideolojisi doğrultusunda, Komünist rejimin ideolojik tanımlaması olarak söz ettiğimi vurgulayarak, batılı “Sosyalist partiler”in demokrasi içindeki varlıklarının çok farklı olduğunu hatırlatırım. Sosyalizmin çöküşünün ana nedeni, tüm iyi niyeti ve sömürü karşıtı adaletli rejim tasarısına rağmen, pratikte işlemesi imkansız bir modele sığınmış olmasındandır. İnsan doğasının “gelişme, yarışma, hayal etme, özgür olma” gibi güdülerini yok sayan bu siyasal felsefe, herkesi mutlu etmenin hayallerini kurarken, neredeyse tüm kontrol ettiği ülkelerde halkın çoğunluğunu “o ülkeden kaçmak için ölmeye hazır” hale getirmiştir. Sosyalist Blok’ta yasaklar, tehdit ve işkenceler, rejimi koruma adına gizli polis ve yoldaş ihbar ağları ile oluşturulan karanlık dönemler ve yok edilen üç kuşak insan, ortaya ağır bir fatura bırakmıştır.

Kemalizm ise, en başından itibaren Sovyetler’le götürdüğü dostça dış politikaya rağmen, hiçbir zaman Sosyalist bir rejim fikrine sıcak bakmamış, kendi modelini oluşturmuştur. Bugün de bu modelin hala dimdik ayakta olması, onu emperyalist sömürgeci güçlerin, şeriatçı totaliter rejim düşkünlerinin “1” numaralı düşmanı haline getirmektedir. Mustafa Kemal Atatürk’e fikren bağlı aydın insanların tüm siyasal ahlak dışı maruz kaldıkları sabotaj ve baskılara rağmen giderek artan sayısı, bunun somut kanıtlarından yalnız biridir. Haftaya bu konuyu açarak yanıtların derin gerekçelerine yaklaşacağız.

Yazı Tarihi: 15.11.2011
Paylaş
Benzer Yazılar
Videolar
Alt
DÜNYA SANAT GÜNÜ 15 NİSAN 2020