Bir süredir ortalarda görünmüyorlardı. Hafif yüz kızarıklıklarıyla boğuşuyorlardı herhalde. Pek isim vermeme gerek yok. Aralarında ünlü yazarlar, aktörler, gazeteciler var. Tabii ki tamamen samimi hümanist duygularla aralarında bulunan Zülfü Livaneli gibi, Cumhuriyet’e ve Atatürk’e olan bağlılığını kanıtlamış veya Orhan Alkaya gibi referandumda “hayır”  diyen birçok isimden söz etmiyorum. Kimleri kastettiğimi siz de anladınız, kendileri de... Baştan söyleyeyim: Bir kere şahsen “demokrat” olmadıklarını biliyorum! Aralarında uğradığım kanlı saldırıdan sonra bana ulaşmış kimse yok! “Hoşgörü, esneklik” teorileri, gazı kaçmış koladan beter palavralar.
Vicdanı olan hiç kimse, hiçbir insanın ölmesini istemez. Şu anda cezaevlerinde yaşanan ölüm oruçları da tabii büyük sorun. Konuşulan bazı talepler çok haklı olsa da (cezaevi şartlarının acilen düzeltilmesi gibi), diğer bazılarının böyle tehditlerle sonuca ulaşması mümkün değil. Herhalde Öcalan, böyle hamleler yapıldı diye, halk deyimiyle, “villaya çıkmayacak”! Öncelikle genç insanları ölüm orucuna yollayarak siyaset yapmanın çirkinliğinden söz edelim! “İnsan bedeni üzerinden siyaset yapılmaz” sözü tartışılmaz. Bakın Kürt yazar İbrahim Güçlü’nün açıkladığı mektupta bir baba neler yazmış: “BDP yöneticileri ‘talepleri talebimizdir’ diyor. O zaman neden Öcalan hiç açlık grevine gitmedi? Kardeşleri veya BDP’li siyasiler neden buna katılmıyor? Yürüyüşlerine katılmıyorum, çünkü Apo için orada bulunmuş sayacaklar.” Farklı düşünen aileler var mıdır? Kesinlikle. Ama o zaman her ölüm orucunda, her talep kabul mü edilecek? Hukukla ilişkileri deprem geçiren bir ülkede bunun sonu nereye tırmanır? Cezaevlerinde yaşama koşullarının iyileştirilmesi ve tecrit cezasının sona erdirilmesi, tabii ki vicdanı olan her insanın ortak dileği, onu ayrı tutuyorum. Veya Türkçe bilmeyene başka dilde savunma hakkı verme talebini... Ama ana dilde eğitim bu şekilde şantaj konusu yapılamaz.
Şimdi bu vesileyle gündeme tekrar “antre”lerini yapan “aydınlar”ımıza dönelim. Tabii kimse ölmesin, diyalog başlasın… da, size ne oluyor? Sizlerin (aynen farklı sebeplerden MHP gibi!)  bu ülkede yaşanan hiçbir zulüm hakkında ağzınızı açma hakkınız yok ki! 2010 referandumundan önce “Evet oyu verenler, bilsinler ki artık bu hükümeti hukuk önünde ‘sorgulanamaz’ konuma çıkaracaklar, güçler ayrılığının ölümünden sorumlu olacaklar” demiştik. Ee, peki ne oldu da uyanıverdiniz? Aklınız neredeydi, o ukala “yetmez ama evet” röportajlarında? Neredeydiniz, adım adım  “hibrid” (melez) demokrasi diye yıllardır uyardığımız “ara” rejime geçilirken? Şimdi bakın ister Ergenekon, ister K.C.K. sebep gösterilerek yazarlar hapiste çürüyor, Taksim başınıza yıkıldı, anıtlara çelenk koyma, Cumhuriyeti kutlama yasağı geldi (gerçi buna sevinmişsinizdir belki), Suriye savaşı kapıdan bakıyor, Baro başkanları hukukun vefatından söz ediyorlar ve gücü ellerine geçirenler meydanı boş bulmanın dayanılmaz keyfini yaşıyorlar. Kimin sayesinde geldi bu başıboşluk? Tabii ki sizlerin! O nedenle biraz geri açılın. Çünkü artık inandırıcılığınız kalmadı. AKP iktidarının biber gazlarından, hukuk tanımazlığından sorumlu olanlar, artık kendi ayıplarıyla yüzleşmek durumundadır!
İnsanda biraz utanma olur. AB ile ilişkilerden 12 Eylül referandumunun sonuçlarına, laikliğin tehlikede olup olmadığından düşünceyi ifade etme özgürlüklerinin korunmasına kadar, iddia ettiği her şey yanlış çıkmış olanların artık yapabilecekleri tek şey, edepleriyle köşeye çekilip “Bizim devrimiz dolmuş, her dediğimiz hayat duvarına toslayıp paramparça oldu.” demeleri. Ama onlar kanıtlanmış iflaslarında bile hala medya maydanozluğu görevlerine devam etmek istiyorlar. Bu halkın artık kimsenin küstahlığını alttan alacak hali kalmadı! Şehitlerimizin acılarını paylaşmayan, Ergenekon ve Balyoz davalarındaki çam deviren hukuksuzlukları görmezden gelen, 29 Ekim kutlamalarında yaşananlara hiçbir tepki veremeyen, hatta o kitlelere bıyık altından alay ederek bakmayı refleks haline getirenler, artık gündem dışıdırlar ve halkın içine çıkacak halleri kalmamışdır. Kendisini yurttaşlarından çok daha zeki sanan, milyonların Cumhuriyet ve Atatürkçülük bağlarıyla alay ederek küçülebilen “sahte aydınlara”  bu ülkenin, özellikle bu dönemde, ihtiyacı yoktur.

10 Kasım’da yüreğiniz yetiyorsa Ankara’ya gelin de, yok saydığınız halkınızla tanışın!  Günah çıkarmak için nereye gidecekseniz gidin, ama artık bu soytarılığa son verin. İstediğiniz kadar medyadaki paydaşlarınızla şov yapıp gündemi zorlayın, hiçbir deterjan lekelerinizi silemez...

Yazı Tarihi: 06.11.2012
Paylaş
Benzer Yazılar
Videolar
Alt
Bedri Baykam, Şaban Sevinç’in canlı yayın konuğu oluyor ve yeni kitabı ''Genel ve Çok Özel İlişkilerin Sakıncalı El Kitabı''nı anlatıyor. Baykam, uzun süren evliliklerin eşler arasındaki cinselliği bitirmemesi için evli çiftlere liberalizm öneriyor.