Lütfen kendinizi onların yerine koyun. Ülkelerini sevdikleri, TSK’ya saygı duydukları için asker olmuşlar, bu bağlılığı kalıcı hale getirmişler. Kar kış açlık dağ tepe demeden terörle mücadele etmişler. “Yurtta sulh, cihanda sulh” felsefesine inanmışlar, yurtlarını korumaktan başka suçları yok ortada. Keşke dünyada sınırlara, ordulara hiç ihtiyaç olmasa, keşke dünyada silah denilen o korkunç aletlere de gerek olmasa, bunlar toptan yok edilse. Ama işte ne var ki dünya başka noktalara sürüklenmiş. Suç herhalde bizim askerlerimizde değil. Ülkeyi parçalamak isteyenler, kardeş kanı dökenlerle savaşmışlar, insanlarımızı ve vatanı korumak için, hata mı etmişler?
Şimdi yeni bir “süreç” başlamış bilmem kaçınci kere. Mantığı doğru oturtulursa barışı kim istemez? Ama bu yakın döneme bakınca TSK’nın en cesur, en özverili mensuplarının, Genel Kurmay Başkanı’ndan teğmenine kadar, şimdi hapislerde terörist muamelesi gördüklerini biliyoruz. Suç olarak soyut, kanıtsız iddialar dolaşıyor. Öte yandan esas suçları da ortada: Atatürkçü birer nefer olmak, yurdunu korumak, ödünsüz laik ve demokrat olmak. Bunun ötesinde onlara iddianamelerde yakıştırılan suçların hiçbiri kamuoyunu ikna eden bir noktaya yükselemedi, tam tersine “sehven” eklenen mantık dışı bulgular, traji-komik eleştirilerin odağı oldu.
Şimdi tam barış konuşmaları İmralı üzerinden başlamışken Paris cinayetleriyle dünya birbirine girdi (Öncelikle şunu not edin ki, “Apo” artık, “İmralı” oldu. “Sn. Öcalan” lığa giden yolda ara durak. Hitap deyip geçmeyin. Bakın yılların kardeş “Esad”ı, Sam Amca ile ters düşer düşmez nasıl düşman “Esed” oluverdi!). Fransız polisi, elindeki tüm verilerin bunun bir iç hesaplaşma olduğunu söylüyor. Ama birileri yine Türkiye’yi ve derin devleti (!) suçlama peşinde... Öte yandan her cinayete vicdanı olan herkes karşı çıkar ama herkesten her cinayete eşit derecede üzülmesini bekleyemezsiniz. PKK’yı kuran bir insanı da herkes “Rahibe Teresa” veya Türkan Saylan kadar benimsemiş olamaz. Birbirimizi aldatmayalım... Dünyanın terör örgütü kurma, öldürme fikirlerinden uzaklaşacağı, barışın öne çıkacağı günlerin yakın olduğunu umduğumuzu söylemekle yetinelim.
Şimdi askerlerimiz ister Balyoz, ister Ergenekon davasından içerideler ve yaşananları inanamayarak, belki özeleştiri yaparak izliyorlar: Özellikle son 7-8 yıldır TSK’ya yapılan her türlü manevi hakarete, suçlamaya, gereken yanıtları vermemiş olmak ve kamuoyu önünde TSK’nın adım adım “suçlu” sandalyesine oturtulmasını seyretmiş olmak... Aydınlarımızın demokrasiye inanan önemli bir kısmı ise, ne kadar acıdır ki, konu “Ordu” olunca, bir dava konusunda gazeteciler için çıkardıkları gürültüyü koparamıyorlar. “Aman ne olur ne olmaz, uzak duralım” ihtiyatından, TSK’yı ne yaparsa yapsın artık hep suçlu görmeye kadar uzanan bir tavır dizisi var önümüzde. O askerleri, o komutanları belki de hakları çiğnenmiş birer ters hukuk mağduru olarak görmek zor geliyor insanlara. İnsancıklar, kendi gölgelerinden korkan aydıncıklar, iktidar yağcıları gerçeklerden kaçıyorlar.
Eski AİHM yargıçlarından Rıza Türmen, “Mahkeme kasıtlı olarak delillerin üzerini örtüyor ve saklıyor, delillerin tartışılmasından kaçıyor. Yargıçlar da her girdikleri duruşma sırasında yargılanırlar. Balyoz’da hakimlerin kendileri de yargılanmış ve mahkum olmuşlardır” diyor. Bir eleştiri cümlesi de twitter üzerinden halktan aktarmak istiyorum: Eldeki dijital “sözde” delillerin yazılım özelliklerinin suçun isnat edildiği tarihte “varolmayışı” hakkında bakın “Cerenimo” ne yazmış: ‘2007 model araba ile, 2003 yılında kaza yaptınız’ cümlesi kadar mantıksızlık abidesi” . Bunun üzerine ne yazılabilir ki? Teşekkürler! Kimbilir bu yaşananlar hakkında efsanevi kızılderili lideri Geronimo daha neler söylerdi, namus, vatan ve vefa hakkında!
İşin daha da akıl almaz boyutları var. Mesela Savunma Bakanı, sözde deliller hakkında “Deniz kuvvetleri’nde Office 2000 kullanılmaktadır. 2007 yılında çıkan bir programın 2003 yolunda kullanılması mümkün değildir” diyerek, “Cerenimo” ile aynı dili kullanmaktadır. TSK ise, Balyoz Hakimlerinin “Delillerin asılları Karargahtadır” sözlerini anında yalanlayarak çürüttü. Yani davanın elle tutulur yanı kalmadığını yalnız avukatlar veya demokrat aydınlar değil, diğer “Başbakan’a yakın kurumlar” da görüyor!
“Ben duyarlı bir vatandaşım” diyen herkes, bu yadsınamaz veriler karşısında üzerine düşeni yapmaya ve TSK mensupları ile empati kurmaya mecburdur...