Türkiye, Demokrasi tarihimizin en ışıltılı, en  önemli günlerini yaşıyor. Halkımız bir haftayı aşmış bir süredir toptan ayakta ve özgür insan olarak yaşama onurunu tekrar keşfediyor. Defalarca biber gazının ve diğer alçak kimyasal silahların tadını bana da defalarca tattıran Gezi Dayanışması’nın gerçek sahibi halk, gençlik! Onlar Erdoğan'ın çelişkili açıklamalarında okuduğumuz gibi ne "marjinal gruplar", ne de CHP’ye ait kitleler. Onlar halkın ta kendisi. Bugüne kadar farklı partilere oy vermişler, ya da bir kısmı oy kullanmaya bile gitmemiş. Bir çoğu itiraf edelim siyaseti bu dayanışma sayesinde keşfediyor. Bu büyük bir kazanç.  O onurlu direnişte her renkten insan var. Teyzeler, aydınlar, işsizler, öğrenciler, işadamları, esnaf, taksiciler, herkes orada... Hatta "Apolitik olmaya zorlanmış anne-babaların, apolitik yaşamış çocukları" bile, birden siyaset havuzunda buluverdiler kendilerini. Rockerlar, punklar, popçular... Birbirine sarılmış her renkten futbol taraftarı! Aralarında bugüne  kadar birbirini paralamış en azılıları dahil! "Şimdi anladınız mı, bu Cumhuriyet'i  Atatürk neden orduya, polise, siyasilere emanet etmedi de gençlere emanet etti?" diye soruyor twitterda bir genç. Evet, çok iyi anlıyoruz dostum! Çünkü Ata, özgürlüğe en iyi gençlerin sahip çıkacağını biliyordu da ondan! İşte bu gençlik de artık bardağı taşıran son damlalardan sonra kendi geleceği ve ülkesi adına göğsünü siper etmeye karar verdi en doğal haliyle. 31 Mayıs'ı 1 Haziran'a bağlayan gece demokrasi tarihimize altın harflerle yazıldı. O gece, AKP’nin iktidara geldiği Kasım 2002’den, o geceye kadar süren "Korku İmparatorluğu"  çöktü gitti. Hatta vefat etti diyebiliriz. O tiksinç dönem, dinlenme korkuları, tarikat baskıları, hepsinin üstüne sifon çekildi...

O gece belki de halkın gözünde vefat eden bir kesim daha vardı: İdeallerini üç kuruşa satmış olan merkez medya. Artık hiç bir şekilde halkın gözünde eski itibarlarını bulamayacaklar. Türk halkı bu olaydan sonra hangi gazeteleri okuyabileceğini anladı. Başta Ulusal Kanal, Halk TV, Hayat TV,  olmak üzere izleyebileceği kanalları tanıdı. Umarım bu günler durulunca da bu kararlılıklarını unutmaz, yeni bir Türkiye için, gereğini yapar. Onca tepkiden sonra da yapabildikleri programlara bakıyorum, pes diyorum. Yandaşlar ve renksizler senfonisinden ibaret bir komedi, ortada tek muhalif yok!

Bu mücadelede demokrasi şehitleri verdik şimdiden. TOMA yüzünden ölen Keremcan Karakaş, araba tarafında ezilen Mehmet Ayvalıtaş ve insafsız bir kurşuna hedef olan Abdullah Can Cömert, henüz resmileşenler. Başka kötü haberler de ortalıkda dolaşıyor. “Abdocan” son paylaşımında, dosta düşmana Atatürk'ün emanetini emin ellere verdiğini kanıtlayan inanılmaz cümleler yazmış. Bu mücadelede "öleceğini", ölmeye hazır olduğunu da vurgulamış can kardeşim... Sizler artık kalbimizde, Deniz Gezmişlerin, Uğur Mumcu’nun yanında yer alıyorsunuz. Bu cinayetin gerçek sorumluları tetiği çeken basiretsizler mi, yoksa onlara yeşil ışık yakarak bu rahatlığı tanıyan büyük üstler mi? İşte ana soru bu!

Halkın üstüne bu şiddetle saldıran ve saldırtanların annesi kimdi, öğretmenleri kimdi merak ediyorum. Nasıl bir şeydir bu "iktidar sarhoşluğu"? Neden eski yasalarımızı yapan ve Cumhuriyeti kuran "2 ayyaş" (!) hiç bir zaman bu duygulara kapılmadılar? "Vallahi biber gazı sırf o anda etkili, zararı hiç yok" diye bana yanıt veren AKP’li vekiller bile oldu. Onlara teklifim net: Buyrun bu düşünceye sahip olanları, parlamentoya kapatıp üzerlerine 3 metreden sıkalım o biber gazını, o zaman ne düşünecekler görelim!!

Türkiye artık yetmez ama evetçilerle, Orhan Pamuklarla, medya 2. Cumhuriyetçileriyle, gerçek demokrat özgürlükçü aydınları arasındaki farkları iyi görmeli, bilmeli. Bir daha hiç kimse "aydın" sıfatını bu kadar kolayca kullanamamalı.

Sanatçılar Girişimi olarak, olaylar bu noktalara gelmeden Mimarlar Odası ve Taksim Dayanışması’yla beraber defalarca toplantı ve eylem yaptık. Üç kere ben konuşma yaptığımı biliyorum. Ama bizi dinleyen "otorite" olmadı! Bu nedenle Arınç'ın timsah gözyaşlarını ciddiye alamıyorum. Bu sorumluluklardan kaçış o kadar kolay değil. ABD ve AB ise, ne siyasileriyle, ne basınlarıyla bu olayları öngöremediler. Onların kafalarında kurdukları "Demokrat Erdoğan" imajının gerçeklerle hiç bir ilişkisi olmadığını bir türlü göremediler, görmek istemediler. Türkiye'de artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.

Şu anda AKP’nin yapmaya çalıştığı, tansiyonu düşürüp ortam müsait olduğunda kabus gibi tekrar ortamın üstüne çökmek. Bu bir taktik. Buna kanmak son derece tehlikeli. Bu direniş "4 ağaç" için yapılmadı. Onurlu,  laik,  Atatürkçü, solcu, alevi insanlara yapılan toptan hukuksal, yaşamsal, siyasi, her türlü ısrarlı aşağılama ve saldırıya karşı yapıldı. Bir "yok saymaya" karşı yapıldı. Bu nedenle üzerimizdeki bu soysuz kara perde kalkmadan bir saman alevi gibi bu mücadeleden vazgeçmek son derece yalnış olur. Türkiye, önümüzde bizleri bekleyen uzun yazı, tekrar demokrasi ve özgürlüğünü, onurunu tekrar kazanmak ve korumak için harcamalı. Bundan sonra hiç bir siyasinin, Atatürkçüleri, alevileri, Türk halkını, aydınları hedef tahtası yapma keyfiyetini devreye sokmayı aklına bile getiremeyeceği bir ülkeye ulaşmadan bu mücadele bırakılmaz. Bırakılırsa da bedeli bu sefer çok ağır olur. Hatta demokratik mücadelede daha geri gidilmiş bile olunabilir! Bu nedenlerle, acilen Sendikaların da, esas görevlerinin bu dayanışmada yer almak olduğunu hatırlamaları lazımdır. Sendikacılık, 1 Mayıslarda polisin izin verdiği yerlerde yürüyerek yapılmaz!

İşte bu nedenlerle seçim süreçleri de yaklaşırken, Gezi Dayanışması’nı en demokratik, en barışcı emellerle gerçekleştiren o muhteşem dayanışmanın, kurulacak ittifaklarla ortak akılla oyunu aynı sepete akıtabilmesi şart oldu. Hiç kimsenin bu büyük güçbirliğini bozma hakkı olamaz. Bu ülkenin aydın sanatçıları olarak, her ne pahasına olursa olsun, bu barışcı, demokratik, insan haklarına ve Cumhuriyet değerlerine saygılı geleceği seçim sandıklarında da kazanmak için elimizden gelen her şeyi yapacağız, bundan kimsenin şüphesi olmasın!

Yazı Tarihi: 06.06.2013
Paylaş
Benzer Yazılar