Geçen hafta çok ilginç bir durum yaşadık. Bilmiyorum kaç okurumuz buna dikkat etti. Ben köşe yazıma sonu büyük bir "katastrofik" hüsranla biten   "Perfect Storm", yani Mükemmel Fırtına filmini anlatarak başladım ve bizlerin de artık Türkiye'de benzer bir halet-i -ruhiyede yaşayan insanlar olarak, girdaba kapılmış şekilde kabus dolu senaryolara çekilip gittiğimizi anlattım uzun uzun. Gazetemizin arka sayfasında ise, Işıl Özgentürk, "Melankoli" başlıklı yazısında, Lars von Trier'in aynı adı taşıyan filmini aktarıyordu. Görmediğim filmde, Melankoli isimli bir yıldızın dünyaya çarpması bekleniyormuş ; Özgentürk'te de aynı adı taşıyan bu yıldızla ilgili filmi izlerken "Hay Allah sıkıldım artık, çarpsa da gitsek artık" diye düşündüğünü aktarıyor. Halbuki son zamanlarda Özgentürk, kendini artık neredeyse yaşamın içinde bu filmin bir tutsak seyircisi gibi seyreder hale gelmiş!

 Şimdi buna tesadüf demek mümkün mü? Tabii ki hayır. Eminim bir çok farklı sinema sever vatandaşımız, belki kendilerini aniden bir Tsunami veya deprem tarafından yutuldukları başka bir filmin göbeğinde hissediyorlar. Yaşadığımız zaman dilimi, resmen bize zehir olmuş durumda. Işıl hanımı ben aradım ve bu olağandışı -ama aslında şaşırtıcı da olamayan!- durumu sordum. Kendisi de tabii ki fark etmişti!

Bir yandan ülke olarak yaşadığımız mahçubiyet ötesi yüz kızartıcı rota değiştirmeler, dünya kamuoyu önünde alay konusu olmak, sabah akşam "koridor açtım açmadım" diye söz değiştiren bir "Başkan" (Siyasi sıfatı bir belli olsa vallahi onu da belirteceğim, ama bugün Türkiye'de Başgan'ın hangi Anayasaya göre ülkeyi nasıl yönettiği konusunda hiç kimselerin en ufak bir fikri bile yok!); siz deyin uçuruma, ben deyim okyanusun göbeğine doğru hızla seyreden bir ülkenin şaşkın fertleriyiz.

Herhangi bir tehlike veya kötü olay karşısında, her aklını ve vicdanını kullanan insan, öncelikle bir "kriz masası" kurar, hasar tespiti yapar, bu içine düştüğü durumdan nasıl kurtulacağı konusunda toplantı yapar. Ama emin olun şu anda kimse de buna benzer bir bilinçli çaba görmek bile zor.

Tam size sokakta alçakça infaz edilen askerlerimizin yüreğimizi kahreden acısından söz edecektim ki, yeni bir şehit haberi daha geldi. Bu ülke tarihinde maalesef çok şehit verdi. Yeni bir durum değil. 30 yıldır da güneydoğu da çok şehit verdik. Ama hiç bir zaman kendimizi bu kadar kalabalık içinde yalnız, bu kadar çaresiz ve dayanabilecek bir gövdesi olmayan bir şekilde  bulmadık. Lütfen kendinizi o askerler ailelerinin yerine koyun. Kimi kime şikayet edecekler? Dost kim, düşman kim? Eskiden belki kanayan yaraları durdurmak için Genel Kurmay Başkanının demeçleri, samimi nutukları ve ziyaretleri, bir nebze olsun yara sarardı. Bugün artık şehit ailesinin de, aynen ülkenin kurtuluşunu "demokrasi"de arayan sade vatandaşın da, ne askerden ne de hükümetten duymak istediği tek bir söz yok. Çünkü artık "evladım vatan için öldü" cümlesini bile söyleyecek takat yok hiç birinde. Hergün değişen çıkar ilişkisi dolu kararların karanlığında, kendilerini devletin bir dalına ait hissedecek duyguları kalmadı!

Hani bizler kendimizi bildik bileli araştırmalar yapılır ya? "En güvenilir kurum Türkiye'de hangisi" diye? Hani yanıt hep o üç harfli, devleti kuran kurumdan yana şekillenir ya? Gerçekten çok merak ediyorum, çoktandır kamuoyu araştırmalarında denk gelmediğim bu araştırma bu günlerde tekrar yapılsa, ortaya ne çıkar diye...

Biliyorsunuz, o meşhur deyimin tekrar ettiği gibi, bu ülkede her şey olabilirsiniz, ama rezil olamazsanız. İşte balık hafızalı toplumumuz hakkında söylenilen bu sözler bile artık boyut değiştirdi.  Yüz kızartıcı hangi suçu işlerseniz işleyin, konu artık nasıl "arazi olup" kendinizi veya suçlarınızı unutturabileceğiniz değil, konu tam tersine, silah elinizdeyse, nasıl zeytinyağ gibi üste çıkmak için yapacağınız hamlelerdir. Hatta sıfırlayamadığınız için bir kısmı elinizden alınan ganimetler varsa, onlara da son sürat daha yılı dolmadan kavuşturulacağınız gibi, sizin hakkınızdaki temizlenememiş iddiaları gündeme taşıyan gazeteci veya karikatüristleri de oku tersine çevirerek suçlayabilecek yüzsüzlükle yüklü olabilirsiniz artık! Ama durun, dahası da olabilir! Mesela neden bu 10 ay boyunca "merkez ticari misafir" ve diğer "mağdur"ların "boş" yere el konulan (!) paraları için faiz işletilmesin ki! Bence artık bu iş oralara kadar varmalı, böylece çeşitli bakan mahdumları ve misafirleri, bu işten sıyrık almadan çıktıklarını görerek rahatlamalıdırlar.. Var mı itirazı olan?

Cumhuriyet bayramımızı bu traji-komedilerin orta yerinde, her zamankinden daha da gür bir sesle kutlamak, boynumuzun borcu olsun!

Yazı Tarihi: 28.10.2014
Paylaş
Benzer Yazılar