Polemik, alışık olduğum bir yazı türü, ama sonuçta ben gazetemle polemiğe girmeye alışık değilim. Ne var ki, sevgili Cumhuriyet, Salı günü yazımın yayınlanmamasını kamuya açık bir tartışma konusu haline getirmeyi tercih etti, bu nedenle ben de kendi sosyal medya mecralarıma ve basına, bana yazılan metinle ilgili yanıtlarımı yolluyorum.

- Gerek Cumhuriyet’te yazımla ilgili çıkan “ilksöz”den, gerek Can Dündar’la yaptığım görüşmelerden bir şeyi anladım: Sonuçta herkesin Türkiye’de bir haber veya görüşün saklanması veya yayınlanmaması için bambaşka bahaneleri, ya da hadi bahane demeyelim de, “kendilerine göre” haklı gerekçeleri var! Bu merkez medya, Cumhuriyet veya yandaş medya için de pek değişmiyor. Değişen, gerekçeli kararın maddeleri, hepsi bu... Bu durumu kabul etmiyorum, içime sindiremiyorum.

- Ben bu gazetede 1987’den beri yazıyorum. 2004’e kadar, değişik günlerde aralıklı yazdım, son 11 yılda ise her Salı günü okuyucularımla buluştum. Bu 11 yılda ne tatil, ne hastalık, ne de bir başka gerekçeyle okuyucularımdan ayrı kaldım. İki konu hariç: Bıçaklandığımda iki hafta yazamadım. Onun dışında yazımın farklı gerekçelerle yayınlanmaması da, belki 3-4 kere yaşandı. Örneğin, Ergenekon davası sırasında Adliye Sezonu nedeniyle, haftaların birinde çok sert yazmışım diye yazıyı yayınlamayı göze alamamıştı yönetim. Hepsi bu. “İzin-tatil-içimden gelmedi-yazısı elimize ulaşmadı vs.” gibi alışık olduğunuz yöntemleri, tek bir kere kullanmadım. Bundan 15 ay kadar önce ise, yine Kılıçdaroğlu ile ilgili bir yazım Cumhuriyet’te yayınlanmamıştı. Yazının içeriği, Kılıçdaroğlu’nun istifa etmesi gerektiği ile ilgili 11 maddeydi. Bunun yanlışlığını o kadar anlatmama rağmen, sansür uygulandı. İki gün sonra Cumhuriyet’in üst düzey yöneticilerinden Akın Atalay beni aradı ve bu sansüre çok üzüldüklerini aktardıktan sonra, “bu arkadaşlara gereken yaptırımın uygulanacağı” mealinden sözler söyledi. Ardından gelen günlerde  Cumhuriyet’in genel yayın yönetimi ve yazı işlerinde bilinen büyük değişiklikler yaşanacak,. İbrahim Yıldız da bu süreçte yerini Can Dündar’a bırakacaktı. Ertesi hafta benim yazım (CHP Örgütü’ne: Egemenlik Kayıtsız Şartsız Kılıçdaroğlu’nun mu?) Cumhuriyet’te yayınlandı ve yazının altında Cumhuriyet, okurlarına bir açıklama koyarak, düşünceyi ve ifade özgürlüğünü gazetenin bir özgür yazarı olarak kullanamadığımı belirtip bundan duyulan üzüntüyü okurlarıyla paylaşıyordu. Buyurun, 26 Ağustos 2014 tarihli Cumhuriyet notunu okuyun:

Açıklama ve Özür:

Yazarımız Bedri Baykam’ın geçen haftaki yazısı editoryal değerlendirme neticesinde yayımlanmamıştır. Konuyu ilk toplantısında değerlendiren İcra Kurulu’nca, bu uygulamanın yazarın yorum, eleştiri özgürlüğüne “müdahale niteliğinde” olduğu belirlenerek sorumluları hakkında gereken yaptırımın uygulanmasına karar verilmiştir. Bu nedenle yazarımızdan ve okurlarımızdan özür dileriz. 

Saygılarımızla 

Cumhuriyet Gazetesi İcra Kurulu

Nasıl? İnanılmaz bir metin değil mi? İşte o günden sonra da bu haftaya kadar bir “kesik yemedim”.

- O zaman soruyorum sayın Atalay’a ve tüm Cumhuriyet Gazetesi İcra Kuruluna: Son aylarda “etik” duruşunuzda hangi ağır değişiklikler oldu da, dün “Bedri Baykam’ın yazısı sansür edilmiş” diye ivedi ve büyük bir hassasiyetle yazı işleri kadronuzu değiştirirken, bugün, o yazının onda biri sertliğinde olmayan, CHP tüzüğüyle ilgili bir teknik yazı bahane edilerek bu sefer yazar açığa alınmaya çalışılıyor? Etik hassasiyetlerinizdeki bu büyük U dönüşünün gerekçesi nedir? Ve şayet bu değişiklik yaşanmışsa, o zaman “biz büyük bir hata etmişiz, meğer Baykam’a bir yıl önce Genel Yayın Yönetmeni ve yazı işlerinin getirdiği sansür haklıymış, biz bu nedenle uyguladığımız yaptırımları geri alalım, bir önceki Genel Yayın yönetmenimizi ekibiyle geri getirelim” mi diyeceksiniz? O zaman o günkü açıklamanızı geri alıp dün dündür, bugün bugündür deyip, o ekibe hakkını teslim edin de bari mantık olarak şaşırtıcı değişiminize rağmen hiç olmazsa onun içinde tutarlı kalın.

- Dün bana Cumhuriyet’in internet sitesinde ve Sn. Dündar’la yaptığım görüşmede, “Parti ve Gazete”nin bir arada yürüyemeyeceği, bunun etik anlamda yanlış olduğu, konunun yazının içeriği ile ilgili olmadığı aktarıldı. Bugün Cumhuriyet’te de okuyacağınız yazıda, Pazartesi günü CHP ile ilgili yayınlanan bir bildiride “imzam” olduğundan, “kongre sürecinde aktif siyasi faaliyet içinde olduğum/olacağım anlaşıldığından”, yazılarıma yer verilmemesinin uygun görüldüğü açıklandı. Bunu desteklemek için de “bir Parti’de yöneticilik yapan ya da aktif siyaset yürüten kişilerin gazetecilik yapmasına ve düzenli köşe yazmasına cevaz vermemektedir” denilerek Balbay’ın da Genel Başkan adaylığı çerçevesinde yazılarına “ara verdiği” hatırlatıldı. 

- Bütün bu “etik gerekçe” arama çabalarında bana göre, ne yazık ki, bir tutarlılık yok. Hem de birçok nedenle... Özetlemeye çalışabilirim:

- Benim şu anda CHP’de hiçbir görevim yok. Ayrıca ben Balbay gibi bu süreçte Genel Başkan adaylığına aday da olmadım. O da benim siyasi kariyerimde 2003’te yer alan bir çıkış. Tekrar gündeme getirecek olsam, herkes zaten bir günde öğrenirdi. Ama şu anda böyle bir şey yok.

- Sonuçta sevgili gazetemin elinde, 1987’den beri süren yazarlığımı durdurma gerekçesi olarak, kendi gazetelerinde sayfanın yirmide biri boyutunda koydukları bir bildiri haberinde adımın “imzacılar” (!) arasında geçiyor olmasından daha ağır bir veri yok. Bu tavrın ne yazar- gazeteci etik ilişkilerine uygun olduğunu ne de okurları veya kamuoyunu tatmin edebileceğini sanmıyorum. Bu inanılmaz derecede zayıf bir iple yamaca bağlanmış filin ağırlığıyla ortada duran bir dengesizliktir.

- Sevgili arkadaşım Mustafa Balbay’la ilgili verilen örnek, zaten satırların kendi içindeki çelişkisini fazlasıyla açığa çıkarıyor. Şöyle ki, Cumhuriyet önce şu sözleri kaleme alıyor: “Hem genel gazetecilik etiği, hem de Cumhuriyet’in yayın geleneği, bir Partide yöneticilik yapan ya da aktif siyasi faaliyet yürüten kişilerin gazetecilik yapmasına ve düzenli köşe yazmasına cevaz vermemektedir”. Ardından Balbay’ın bu süreçte “Genel Başkan adayı olduğu için yazılarına ara verdiği” hatırlatılıyor. Buna da peki... Şimdi ne anlıyoruz? Balbay, CHP Milletvekili iken gazetede yine sayısız köşe yazısı kaleme aldı (Milletvekilliği herhalde aktif siyasetin doruklarından biri!). Bu yazılar bir sorun olmadı, şimdi aday olduğu için bir süre bıraktı, ardından anladığımız herhalde Genel Başkan seçilirse, gazeteyi bırakacak, seçilemezse de bu süre sonunda dönüp Milletvekili olarak yazılarına devam edecek. Bu cümlelerin başka türlü bir izahı yok. Peki Balbay’ın Milletvekili ve aktif siyasetin göbeğinde bir insan olarak, hem de artık benim gibi “Genel Başkan eski adayı” sıfatıyla dönüp yazacağı sütunların bir mahsuru yok da, benim bazı Partili dostlarımın bir bildirisine onay ve katılım imzası atmış olmam mı korkunç bir mahsur? Ne ağır imzam varmış da haberim yok derim, ama fazla egosantrik durur!

- Sonuç olarak bu savda, ne yazık ki, geçerli bir tutarlılık yok. Herhalde Bedri Baykam’ın bu büyük “imza vermiş olma” vebalinin yanında, neredeyse her gün yazan Balbay’ın Milletvekili olarak yazacağı yazıların da değeri ve ağırlığı –estağfurullah!- yok sayılamaz. Balbay, bir saygın aydın ve vekil olarak bu gazetede yazabiliyorsa, bu bir “mahsur” değilse, Bedri Baykam da demek sıfatsız bir CHP’li olarak kitap eki uzunluğunda yazsa, mahsur yoktur.

- Sn. Can Dündar’la yaptığım telefon ve mesaj görüşmelerinde gazetenin “sansür iddialarına yanıt” olarak yayınladığı metni “anlayamadığımı, anlam veremediğimi, ne bir adaylığım ne de bir sıfatım olmadığını” vurguladığımda, Sn. Dündar bana somut olarak “Particilik ve gazeteciliğin beraber yürüyemeyeceğini, şayet CHP’den istifa edersem, istediğim kadar, istediğim şekilde Cumhuriyet’te yazmaya devam edebileceğimi” vurguladı. Bu hesaba göre, 30 yıl sonra birden tezahür eden bu yeni kararı göz önüne alırsak, demek ki Sevgili Balbay da Genel Başkan seçilse de, seçilmese de CHP’den istifa etmezse, Cumhuriyet’te bir daha yazamayacak! Bunun da Cumhuriyet için doğru ve hayırlı bir karar olmayacağını düşünüyorum, hatada ısrardan kimseye bir fayda gelmez. 

- İtiraf etmem gerekir ki, Cumhuriyet'te bugün çıkan “Sayın Baykam’ın kongre sürecinde aktif siyaset içinde olduğu/olacağı anlaşıldığından yazılarına yer verilmemesi uygun görülmüştür” sözleri beni biraz gülümsetti. Hissedilen ihtimaller üzerine hesap kesmek, aklıma yayınlanmamış kitaplar yüzünden evi basılan yazarları veya matbaaları getirdi. Bu bir falcılık denemesi mi? Böyle ciddi bir sav olabilir mi? Ayrıca bu tip önemli konularda, daha ben nerede durduğumu bilmiyorken, sevgili gazetem her şeyi biliyorsa, lütfen bana da anlatsınlar, ben de öğrenmiş olurum! Bu daha çok mizah dergisi tadında bir şaka herhalde. Bir insana “ya bir gün aktif siyasete girerse...” diye bir ön “suç” atfedilebilir mi hiç? Bu arada Balbay için “yazılarına ara verilmesi”, benim için ise “yazılarına yer verilmemesi” ibareleri, dikkatimi çekti. Herhalde tesadüftür, aşırı hassas mı oldum? :))

- Cumhuriyet’te yazdığım her yazının arkasındayım. Sonuçta CHP ile ilgili yazdığım yazılarda da, hep Partinin vicdanı oldum. Ne Baykal, ne Kılıçdaroğlu’na karşı hiçbir zaman körü körüne muhalefet yapmadım, alkışı hak ettiklerinde de fazlasıyla gündeme getirdim. Hep Partinin genişlemesi ve Türkiye’yi bataktan çıkarması için gerekli olduğuna inandığım adımların, objektif ve kararlı sahibi oldum. Ne mutlu bana ki, kimilerinin U dönüşlerinin, “yanlış anlamışım”ların, “o günler her şey farklıydı”ların yanında daima 30-20-10 yıl önce veya dün yazdığım yazıların hepsinin arkasındayım ve her dediğim doğru çıkmış.. Bu düz ve tutarlı çizgimle de övünç duyuyorum. Hangi Türkiye’de mi? Hala her dediğinde yanılmış “yetmez ama evet”çilerin, eski 2. Cumhuriyetçilerin parlatılıp tedavüle sokulmaya çalışıldığı şu günlerde...

- Sonuçta 30 yıldır yazdığım gazete benim gazetemdir ve öyle kalacaktır. “Yeni” bir konjonktürde gazeteyi ele alanlardan tek ricam, Cumhuriyet’in demokratik duruş ve tutarlılığına daha fazla zarar vermeden, yanlıştan dönmeleridir. Hatadan, çelişkilerden dönebilmek bir erdemdir. Sayın Dündar ve Cumhuriyet üst yönetiminden beklentim, gazetemize ters düşen bu uygulama denemelerini bırakmaları ve “zararın neresinden dönersek kardır” mantığıyla bu ağır çelişkilerle dolu durumu düzeltmeleridir. 

- Bu çelişkiler bu şekilde ortada tutulursa, bunun gazeteye vereceği zarar ortadadır. Çünkü o zaman insanlar doğal olarak, yeni Cumhuriyet yönetiminin “ideolojik tercihler” nedeniyle bu kararı aldıklarını söyleyecekler ve  olay kaçınılmaz şekilde başka boyutlara tırmanacaktır. Örneğin son dönemlerde benim anlayamadığım nedenlerle gazete dışında kalan Alev Coşkun, Ümit Zileli gibi değerli yazarların da ideolojik duruşları gündeme gelir.

- Önümüzdeki Salı, Cumhuriyet’e yayınlanması için yollayacağım yazımı, buradan açıklıyorum: Konu, CHP’nin zoraki manevralarla Atatürkçülük’ten uzaklaştırılma çabalarına dur denmesi gerektiği olacaktır. Yaşanan siyasi ortam hakkında yapılan her dürüst yorum, her aydının boyun borcudur, kamburu değil. Ayrıca tabii ki CHP’den de hiçbir şekilde istifa etmeyeceğimi, Atatürk’ün partisinin bir sade üyesi kalsam bile, bu mücadeleye somut olarak aynı kararlılıkla devam etmenin benim için bir gurur olduğunu tekrar ısrarla söylüyorum. 

- Tutarsız gerekçelerle, ne benim ne de Balbay’ın Cumhuriyet’ten ayrılmasına da gerek yoktur. Ben buradayım, yazılarımla her zamanki gibi aynı diklikte durmaya devam edeceğim. Gazetemin bu durumu düzeltip, yoluna devam edeceğine inanmak istiyorum. Cumhuriyet hiç kimsenin veya hiç bir dar bakışın Gazetesi olamaz, demokrasi ve düşünce özgürlüğünü, başkaları için isteyip, kendisi uygulamayan gazete hiç olamaz!

Cumhuriyet Gazetesi ve kamuoyuna saygılarımla.

Bedri Baykam

Yazı Tarihi: 12.11.2015
Paylaş
Benzer Yazılar
Videolar
Alt
Bedri Baykam TELE1 kanalında Nilüfer Bıyıklık'nın Başka Sohbetler programına konuk oluyor.